İSRAİL’DEKİ SEÇİM NEYİ
DEĞİŞTİRECEK
27.1 2103
Kurulduğu günden bu
yana İsrail’de tehdit algısı ve güvenlik paranoyası hep ön planda yer aldı. ‘Düşmanların
arasında korunaksız bir ada’ metaforuyla kuşaktan kuşağa aktarılan bu tehdit-güvenlik
algısı İsrail vatandaşlarının temel güdüsü haline gelmiştir. 1948’de İsrail
devletini kurarak Filistin’in işgalini resmen başlatanlar ilerleyen yıllarda
düşman algısını birçok konuda kılıf olarak kullanmışlardır. Bu tehdit algısı
seçim süreçlerinin de vazgeçilmez unsurlarından, politikacıların en önemli
kozlarından biri olmuştur. Dün, tehdit FKÖ, Saddam Hüseyin, Suriye iken bugün
Hamas ve İran olmuştur. İsrail politikası ve politikacısının düşman yaratarak
var olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Bu algının altında soykırım
geçirmiş bir ulus olmanın haklı gerekçeleri yatsa bile asıl gerekçe
başkalarının toprağını işgal etmenin getirdiği güvensizlik yatar. 1990’larda belli
oranda barış fikrine yaklaşan İsrail siyaseti 1948’den bu yana genel anlamda bu
kavramdan uzak durmuştur. Barış kelimesinin daha fazla telaffuz edildiği
dönemler ise İsrail’de İşçi Partisi’nin yükselişi paralellik gösterir. Bu
paralellikte dünya konjonktüründeki değişiklikler, Filistin hareketinin silahlı
mücadeleden siyasi mücadeleye geçmesi ve Oslo ile başlayan süreçte iki devletli
çözüm temelinde bir Filistin devleti umudunun doğmasının rolü olmuştur. Ancak,
İsrail’in ‘devlet aklı’ barış dönemlerine pek izin vermemiştir İzak Rabin’in
öldürülmesi, Oslo mutabakatının İsrail tarafından bozulmasının ardından İsrail
sağının Şaron’la simgeleşen terörü İkinci intifadaya neden olmuştur. Bu
dönemdeki intihar saldırılarının barış yanlılarını olumsuz etkilemiştir. 1990’larda
alanlarda toplanan yüzbinlerce barış yanlısı bu çabasından vazgeçince İşçi
Partisi de düşüşe geçmiştir.
SAĞ’A KAYAN İSRAİL
2000’li yıllardan bu
yana İsrail’i sağ iktidar ya da sağ koalisyonlar yönetiyor. İsrail’in giderek
sağa kaymasında ‘tarihi ana vatana dönüş’ anlamına gelen Aliyah kampanyaları
ile İsrail’e getirilen Rus ve Doğu Avrupa Yahudilerin önemli payları vardır. Bir
önceki hükümette olduğu gibi muhtemel koalisyonda görev alacak olan
Lieberman’ın Evimiz İsrail partisi ve bu partinin aşırı sağ politikaları bu
göçmenlerden destek almaktadır.
Geçen hafta İsrail
parlamentosu Knesset’teki 120 sandalye için yapılan seçimler ülkenin bir dönem
daha aşırı sağ tarafından yönetileceğini gösteriyor. Sag Blok 61, sol blok ise
59 milletvekilliği aldı. Netanyahu-Liberman ittifakı 11 sandalye kaybetmesine
rağmen 31 milletvekili ile seçimden birinci parti olarak çıktı. Daha önce 42
sandalyeye sahip Netanyahu-Liberman birlikteliğindeki kayıp Likud cephesinde
gerçekleşmiş, Likud’dan kaçan oylar yine Netanyahu politikasına yakın bir isim
Naftali Bennet’ın Yahudi Evi hareketine gitmiştir. Bu hareketin motivasyonu da
bildik İsrail sağınının argümanlarından kaynaklanıyor. Hatta oy tabanında
işgalci yerleşimciler de var.
Yani Netanyahu-Liberman
ikilisi oy kaybetmiş olmasına rağmen yine sağ hatta aşırı sağ bir koalisyon gündemde.
Ancak bu kez ince bir ipte yürüyecek gibiler çünkü sol blokla aralarındaki fark
çok az. Merkezde laik bir parti olarak duran Yeş Adit partisi 17 sandalye ile
büyük sürpriz yaparken, İşçi Partisi de milletvekili sayısını 8’den15’e
çıkardı. Bu da Netanyahu’nun hükümet kurabilmesi için aşırı sağcılara ödün
vermesinden ve aşırı sağcılarla işbirliği yapmaktan başka çaresi olmadığını
gösteriyor. Ancak, bu kez karşısında daha güçlü bir sol blok olduğunu söylemek
gerekiyor. Bu durum İsrail’in temel politikalarını değiştirmeyecek olsa bile
Netanyahu-Liberman ikilisine bir ikaz niteliğinde.
OBAMA’NIN YENİ BAKANI
İsrail seçimlerinden
çıkan sonuç aşırı sağ koalisyon öncelikle ABD ile çatışacaktır. Temelde hangi
devlet başkanı olursa olsun ABD-İsrail ilişkisinin bozulmayacağı doğrudur.
Ancak Obama yönetiminin İsrail sağına uzak durduğu bilinmekte. Bu süreç devam
edecektir. Obama’nın yeni Savunma Bakanı Chuck Hagel’in İsrail’e mesafeli
duruşu şimdiden rahatsızlık yaratıyor. Hagel’ın İran konusundaki fikri İsrail’le
yanı çizgide değil. İsrail’in yeni aşırı sağ koalisyonu ise İran’ı vurma
tehdidini temel bir politika olarak yürütecektir. Hatta seçim çalışmalarında
Netanyahu’nun öncelikleri arasında bu konu vardı. Bu nedenle ABD, İsrail’in bu tehdidini
sürekli frenlemek zorunda kalacaktır. Öte yandan İsrail, Obama yönetiminin
kendisine uzak durmasını avantaja çevirip işgali derinleştirmiştir. Sağ kesim
İran tehdidi yanında Hamas’ı da tehdit olarak görerek secim kampanyası
yürütmüştür. Hamas tehdidi genel seçmen ama özellikle sağ seçmen üzerinde
etkili olmuştur. İsrail için düşmanın ismi değişse bile dikkat edilirse bu
tehdit algısı bir koz olarak kullanılmıştır. 2001 seçimleri öncesi İntifada,
2006’de Lübnan saldırısı, 2009’da 2012 yıllarındaki Gazze saldırıları seçim
öncesi ya da hemen sonrasına denk gelmiştir.
TÜRKİYE’NİN İHTİYACI
YOK
Türkiye ile ilişkilerde
herhangi bir değişiklik beklenmemeli. Türkiye’nin özür, tazminat ve Gazze
ablukasının kaldırılması şartları devam ettiği sürece İsrail ile barışması
mümkün değildir. Hali hazırda Amerikan yönetiminin İsrail’i ikna etmek gibi bir
girişimi de söz konusu değildir. Şu an için zaten iki ülkenin ilişkisine bölgede
ihtiyaç da duyulmamaktadır. Özellikle Türkiye’nin bu yönde bir talebi yoktur.
Arap ayaklanmalarıyla
bölgede meydana gelen değişikliklere rağmen İsrail’in yeni hükümetinin bu
durumun analizini yapamayıp değişmediği görülecektir. Yahudi yerleşimleri tüm
tepkilere rağmen devam edecek, iki devletli çözüm yaklaşımına yanaşmayacaktır.
İran karşıtı söylem giderek yükselecek, bu konuda askeri seçenek sık sık
gündeme getirilecektir. Diğer yandan sol cephenin biraz güçlenmesi
Netanyahu-Lieberman ikilisinin politikalarını eleştirel yaklaşımda
bulunabilecek ama bu bir barış sürecine evirilmeyecektir. Avrupa ülkelerinden
İsrail’e yönelik eleştiriler giderek artacaktır. Kısacası İsrail’de yeni
hükümet eski politikalarını sürdürüp çevresindeki değişiklikleri
değerlendiremediği sürece giderek içine kapanacak ve yalnızlaşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder