28 Ocak 2013 Pazartesi




İSRAİL’DEKİ SEÇİM NEYİ DEĞİŞTİRECEK

 27.1 2103


Kurulduğu günden bu yana İsrail’de tehdit algısı ve güvenlik paranoyası hep ön planda yer aldı. ‘Düşmanların arasında korunaksız bir ada’ metaforuyla kuşaktan kuşağa aktarılan bu tehdit-güvenlik algısı İsrail vatandaşlarının temel güdüsü haline gelmiştir. 1948’de İsrail devletini kurarak Filistin’in işgalini resmen başlatanlar ilerleyen yıllarda düşman algısını birçok konuda kılıf olarak kullanmışlardır. Bu tehdit algısı seçim süreçlerinin de vazgeçilmez unsurlarından, politikacıların en önemli kozlarından biri olmuştur. Dün, tehdit FKÖ, Saddam Hüseyin, Suriye iken bugün Hamas ve İran olmuştur. İsrail politikası ve politikacısının düşman yaratarak var olduğunu söylemek abartılı olmaz.
Bu algının altında soykırım geçirmiş bir ulus olmanın haklı gerekçeleri yatsa bile asıl gerekçe başkalarının toprağını işgal etmenin getirdiği güvensizlik yatar. 1990’larda belli oranda barış fikrine yaklaşan İsrail siyaseti 1948’den bu yana genel anlamda bu kavramdan uzak durmuştur. Barış kelimesinin daha fazla telaffuz edildiği dönemler ise İsrail’de İşçi Partisi’nin yükselişi paralellik gösterir. Bu paralellikte dünya konjonktüründeki değişiklikler, Filistin hareketinin silahlı mücadeleden siyasi mücadeleye geçmesi ve Oslo ile başlayan süreçte iki devletli çözüm temelinde bir Filistin devleti umudunun doğmasının rolü olmuştur. Ancak, İsrail’in ‘devlet aklı’ barış dönemlerine pek izin vermemiştir İzak Rabin’in öldürülmesi, Oslo mutabakatının İsrail tarafından bozulmasının ardından İsrail sağının Şaron’la simgeleşen terörü İkinci intifadaya neden olmuştur. Bu dönemdeki intihar saldırılarının barış yanlılarını olumsuz etkilemiştir. 1990’larda alanlarda toplanan yüzbinlerce barış yanlısı bu çabasından vazgeçince İşçi Partisi de düşüşe geçmiştir.
SAĞ’A KAYAN İSRAİL
2000’li yıllardan bu yana İsrail’i sağ iktidar ya da sağ koalisyonlar yönetiyor. İsrail’in giderek sağa kaymasında ‘tarihi ana vatana dönüş’ anlamına gelen Aliyah kampanyaları ile İsrail’e getirilen Rus ve Doğu Avrupa Yahudilerin önemli payları vardır. Bir önceki hükümette olduğu gibi muhtemel koalisyonda görev alacak olan Lieberman’ın Evimiz İsrail partisi ve bu partinin aşırı sağ politikaları bu göçmenlerden destek almaktadır.
Geçen hafta İsrail parlamentosu Knesset’teki 120 sandalye için yapılan seçimler ülkenin bir dönem daha aşırı sağ tarafından yönetileceğini gösteriyor. Sag Blok 61, sol blok ise 59 milletvekilliği aldı. Netanyahu-Liberman ittifakı 11 sandalye kaybetmesine rağmen 31 milletvekili ile seçimden birinci parti olarak çıktı. Daha önce 42 sandalyeye sahip Netanyahu-Liberman birlikteliğindeki kayıp Likud cephesinde gerçekleşmiş, Likud’dan kaçan oylar yine Netanyahu politikasına yakın bir isim Naftali Bennet’ın Yahudi Evi hareketine gitmiştir. Bu hareketin motivasyonu da bildik İsrail sağınının argümanlarından kaynaklanıyor. Hatta oy tabanında işgalci yerleşimciler de var.
Yani Netanyahu-Liberman ikilisi oy kaybetmiş olmasına rağmen yine sağ hatta aşırı sağ bir koalisyon gündemde. Ancak bu kez ince bir ipte yürüyecek gibiler çünkü sol blokla aralarındaki fark çok az. Merkezde laik bir parti olarak duran Yeş Adit partisi 17 sandalye ile büyük sürpriz yaparken, İşçi Partisi de milletvekili sayısını 8’den15’e çıkardı. Bu da Netanyahu’nun hükümet kurabilmesi için aşırı sağcılara ödün vermesinden ve aşırı sağcılarla  işbirliği yapmaktan başka çaresi olmadığını gösteriyor. Ancak, bu kez karşısında daha güçlü bir sol blok olduğunu söylemek gerekiyor. Bu durum İsrail’in temel politikalarını değiştirmeyecek olsa bile Netanyahu-Liberman ikilisine bir ikaz niteliğinde.  
OBAMA’NIN YENİ BAKANI
İsrail seçimlerinden çıkan sonuç aşırı sağ koalisyon öncelikle ABD ile çatışacaktır. Temelde hangi devlet başkanı olursa olsun ABD-İsrail ilişkisinin bozulmayacağı doğrudur. Ancak Obama yönetiminin İsrail sağına uzak durduğu bilinmekte. Bu süreç devam edecektir. Obama’nın yeni Savunma Bakanı Chuck Hagel’in İsrail’e mesafeli duruşu şimdiden rahatsızlık yaratıyor. Hagel’ın İran konusundaki fikri İsrail’le yanı çizgide değil. İsrail’in yeni aşırı sağ koalisyonu ise İran’ı vurma tehdidini temel bir politika olarak yürütecektir. Hatta seçim çalışmalarında Netanyahu’nun öncelikleri arasında bu konu vardı.  Bu nedenle ABD, İsrail’in bu tehdidini sürekli frenlemek zorunda kalacaktır. Öte yandan İsrail, Obama yönetiminin kendisine uzak durmasını avantaja çevirip işgali derinleştirmiştir. Sağ kesim İran tehdidi yanında Hamas’ı da tehdit olarak görerek secim kampanyası yürütmüştür. Hamas tehdidi genel seçmen ama özellikle sağ seçmen üzerinde etkili olmuştur. İsrail için düşmanın ismi değişse bile dikkat edilirse bu tehdit algısı bir koz olarak kullanılmıştır. 2001 seçimleri öncesi İntifada, 2006’de Lübnan saldırısı, 2009’da 2012 yıllarındaki Gazze saldırıları seçim öncesi ya da hemen sonrasına denk gelmiştir.
TÜRKİYE’NİN İHTİYACI YOK
Türkiye ile ilişkilerde herhangi bir değişiklik beklenmemeli. Türkiye’nin özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması şartları devam ettiği sürece İsrail ile barışması mümkün değildir. Hali hazırda Amerikan yönetiminin İsrail’i ikna etmek gibi bir girişimi de söz konusu değildir. Şu an için zaten iki ülkenin ilişkisine bölgede ihtiyaç da duyulmamaktadır. Özellikle Türkiye’nin bu yönde bir talebi yoktur.
Arap ayaklanmalarıyla bölgede meydana gelen değişikliklere rağmen İsrail’in yeni hükümetinin bu durumun analizini yapamayıp değişmediği görülecektir. Yahudi yerleşimleri tüm tepkilere rağmen devam edecek, iki devletli çözüm yaklaşımına yanaşmayacaktır. İran karşıtı söylem giderek yükselecek, bu konuda askeri seçenek sık sık gündeme getirilecektir. Diğer yandan sol cephenin biraz güçlenmesi Netanyahu-Lieberman ikilisinin politikalarını eleştirel yaklaşımda bulunabilecek ama bu bir barış sürecine evirilmeyecektir. Avrupa ülkelerinden İsrail’e yönelik eleştiriler giderek artacaktır. Kısacası İsrail’de yeni hükümet eski politikalarını sürdürüp çevresindeki değişiklikleri değerlendiremediği sürece giderek içine kapanacak ve  yalnızlaşacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder