29 Aralık 2014 Pazartesi



Katar da ‘katarı’ terk etti.

Mete Çubukçu
29. 12.2014

Arap ayaklanmaları başladığında birçok kişinin aksine, yaşananların ucu açık, insanların kendi inisiyatifleriyle başlattığı bir hareket olduğunu, inişli çıkışlı bir grafik çizeceğini söylemiştik. Ne bahar ne de kış tanımlamalarını savunmuştuk. Bölge halklarının rejimlerin duvarlarında açtıkları gedikten yavaş da olsa ilerleyeceklerini ve her şeye rağmen uluslararası denge ve müdahaleleri de göz ardı etmemek gerektiğini eklemiştik çoğu kez.
“Biz söylemiştik” demek değil amaç. Sadece her daim yerel dinamiklere öncelik tanıyarak ama dış dinamikleri de unutmadan Ortadoğu’da “oyunun” sadece dışarıdan oynanmadığını ifade etmeye çalışmıştık. .

Ortadoğu’da politikanın ipuçları

Bölgedeki resim üç yıl öncesinden çok farklı. Ve hala Ortadoğu iyi okunamıyor; tıpkı birkaç yıl öncesinde olduğu gibi.

-Ortadoğu’da salt din, din kardeşliği ya da Müslümanlık üzerinden ortak bir politika çok mümkün değildir, bir noktadan sonra çöker.

- Bölgede mezhep çizgisi üzerinden yürümek ya da bu algıyı yaratmak kaybettirir ya da o doğrudan o mezhebi çizginin ‘askeri’ olmanız lazım.

- Konjonktürel olarak yükselen örgütlenmelere ya da örgütlere dayanarak politika yapılmaz.

-Anakronik yaklaşımlar ve ‘altın geçmiş’ hayallerine yaslanarak ‘büyük abi’ rolü oynanmaz.

-Osmanlı bölge için farklı anlamlar taşır, fazla üstelerseniz ters teper, ki tepmiştir. Ortadoğu ülkelerinin ‘Büyük Osmanlı algısı farklılık gösterir.   

-Bölge ülkelerinin farklı çıkarlar için sürpriz ittifaklar yaptığını bilmek lazım. Tarihsel olarak da böyledir.

- Belagat politikasının sonunda dayanacağı yer reel politiktir.


Son örnek Katar

Ortadoğu’da ilişkiler hala çıkar temelli devam etmekte. Bunun son örneği Katar’ın geldiği nokta.
Katar Ortadoğu’da son dönemin en aktif ülkesi. Mısır’da, Libya’da Suriye’de. Katar kısa süre öncesine kadar da benzer konularda Türkiye ile aynı safta ya da saftaydı. Ama Mısır darbesi tüm dengeleri değiştirdi.

Katar, Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’ın baskısına dayanamayarak Mısır’da darbe yönetimiyle anlaşma yoluna gitmeye başladı. Suudiler ve Körfez ülkeleri zaten darbenin arkasında Müslüman kardeşlerin karşısındaydı.

Ve bölgede Mısır’ın hesaba katılmadığı bir denklemin yürümeyeceği ortaya çıktı; üstelik Arap milliyetçiliğinin popüler olduğu dönemlerde bile bazı ülkeler bu kadar yakın olmamıştı birbirine. Katar’ın da dümen kırmasıyla birlikte Mısır askeri yönetimi karşıtlarının sayısını azalttı.

Çıkarlara göre cepheleşme

Katar, Mısır’ın baskısıyla Müslüman Kardeşler yöneticilerini ülke dışına yolladı. Onlar da soluğu Türkiye’de aldı. Ayrıca Katar Mısır’daki TV kanalarını açmama garantisi verdi. Hamas’ın ofisi hala Doha’da ama bir süre sonra aynı durum Hamas’ın başına da gelebilir. Bu nedenle Hamas uzun süre mesafe koyduğu İran’a tekrar yanaşmakta.

Çünkü Suudiler, Körfez ülkeleri Müslüman Kardeşler hareketinin kendi ülkelerine yayılmasını istemiyor. Katar’da Körfez İşbirliği  Konseyi’nin bu kervanına zorunlu olarak katıldı; çünkü çıkarlar öyle gerektiriyor.

Suriye konusunda, Türkiye gibi Suudilerle aynı cephede olan Katar, Mısır konusunda da Suudilerle birlikte artık. Türkiye ile Suudiler ise Mısır’da farklı cephedeler. Suudiler darbenin bir numaralı destekçisi zaten.

Yani bölgede her farklı olayda farklı konumlanış söz konusu. Katar’ın kaçışı, Türkiye’nin tek başına kalışı bunun en son örneklerinden.

Ortadoğu’da politikanın yolu daha sakin, mantıklı ve bölge dinamiklerini dikkatle almaktan geçiyor. Siz Ortadoğu’ya girdikçe Ortadoğu’daki politika oyunları da sizin içinize girmekte. Tabii ki bölgede hala iddialıysanız bu oyunu da öğrenmeniz gerek.

2006’yı hatırlatma yarar var. İsrail Lübnan’a saldırdığında gayri resmi cepheleşme şöyleydi: Suriye-Hamas Hizbullah bir yanda (Türkiye’de bu cepheye yakındı), İsrail, Suudiler, Mısır, Ürdün diğer yanda. Şimdi yerinde yeller esiyor bu ittifakın.  Çıkarlar farklılaştı.

Ortadoğu’da yarın ne olacağını, kimin kiminle olacağını, 
belagat ve hesapsız adımlar belirlemiyor.

Katar bile ‘katarı’ terk ettikten sonra yeni bir ayarla bölgeye dönmek için başlatılan ‘Bağdat’ seferleri, Mısır’a medya üzerinden yollanan mesajlar nedensiz değil. 





يأس السوريين أمام خيار لا المعارضة ولا النظام
مته تشوبوكتشو/ Mete Çubukçu

Çeviri: Mustafa Shahin 
mustefashahin@gmail.com

سورية يائسة, تستمر حرب أهلية غير معروف نهايتها. تغدو وكأنها "وليمة للذئاب" دمر كل ما فيها من قيم إنسانية وحضارية وتحول كل ما فيها إلى حطام. لا يوجد شيء اسمه الثورة, وللأسف الأهداف التي بدأوا فيها بعيدةً كل البعد عنهم الآن.
للأسد الحصة الأكبر لحصول هذا الدمار, وتبقى الحصة الباقية للمعارضة التي بقيت بتوجهات مختلفة. والآن ظهر تنظيم وحشي إلى جانب طرفي النزاع وهو ما يسمى بتنظيم الدولة الاسلامية (داعش).
جميع السوريين الذين خرجوا في مظاهرات ضد ظلم النظام على مر سنوات طوال مطالبين سوريا من دون الأسد، بائسون محطمو الآمال في هذه الأيام. قسم منهم قُتل, وقسم آخر شُرد وقسم طرد وأصبح خارج الحدث. قديماً كانوا بعيدين عن قرارات النظام والآن بعيدين عن قرارات المعارضة. فيردد النشطاء في أنفسهم "لم نكن نتوقع أن نصل إلى هذه الدرجة أبداً".
الصحافي الإيطالي فرانتشيسكا بوري/ Francesca Bori الذي صار له سنتان في حلب أوضح الوضع هناك بهذا الشكل: "قديماً, كنت قد قسمت النزاع هنا إلى ثلاثة أطراف: مؤيدي الأسد والمتمردين والمسلمين المتطرفين، ولكن كنت مخطئاً. هناك طرف رابع وهو السوريون. لا حول لهم ولا قوة. إن سألت أي سوريٍ عدا المتمردين والموالين للأسد ستجدونهم لا يؤيدون أي طرف من أطراف النزاع لأن جميع الأطراف قتلت كل أملٍ فيهم, ولأنه لم يبق لديهم سوى العمل على البقاء حياً".
نستطيع الجزم على أنه لم يبق أحدٌ ولم يتدخل في الأزمة السورية. علاوة على ما فعله النظام, وعلى نحو متهكم انقضّت دول أتت من أصقاع الأرض محاولين حل نزاعاتهم الدولية على أرض سوريا, إن كانوا من الشرق الأدنى أم من غربها فقد أصبح الجميع يعلم كل ما يدور على الأرض. لهذا السبب لا نستطيع أن نكون واقعيين عندما نردد جملة: "تحديد السوريين لمستقبلهم".
قسمٌ من الهاربين من الحرب التجأوا إلى "حدود" النظام, ليسوا لأنهم مؤيدين للأسد, فقط للبقاء حياً, وليس لديهم خيارٌ آخر. ليس العلويين فقط, بل هناك الكثيرين من السنة والمسيحيين والدروز أيضاً ممن التجأوا إليهم.
قسمٌ آخر بقي في المناطق الموجودة تحت سيطرة المعارضة, ولكن البراميل المتفجرة تُمطر على هذه المناطق. وسبب بقاء هؤلاء ليس لأملهم في أن المعارضة ستكسب الحرب, بل لخوفهم من نظام الأسد, ومن المحتمل أن يحصلوا على بعض المساعدات قد تأتِ من المعارضة. هناك من يشرب مياه الأمطار كمياه أساسية للشرب ويتناول أوراق الشجر كطعامٍ وغذاءٍ لهم.
المعارضة السورية بالقدر الموجود في الخارج نادرة الوجود على أرض سوريا. لأن آمال الناس بهذه المعارضة محطمة, وحتى "المعارضة المعتدلة" لم تعد مهمة بالنسبة لهم.
كمثال؛ هل مازال هناك مؤسسة اسمها الجيش السوري الحر؟ ولماذا قياداتها غير موجودة على أرض سوريا بل جميعهم خارج الحدود, ويقومون بزيارات نادرة لساحات القتال. والجهة المسماة بالواجهة السياسية للمعارضة من هم ومن يمثلون؟ وهل لهم قوة عسكرية على الأرض؟ هل هناك أجوبة لهذه الأسئلة؟
المؤسف في الأمر أن المعارضة المسلحة تميل إلى الجهة الأقوى في الصراع مع الأسد؛ إن كان طوعاً ومحبة أو غصباً فقد بايع قسم كبيرٌ منهم الدولة الاسلامية. وتنظيم الدولة الاسلامية ليس بتنظيم إرهابي فقط, بل هو تنظيم يؤسس لنفسه أرضية نفسية يؤثر بها على الأفراد. حتى وإن انتهى هذا التنظيم فإن تأثير أفكاره سيبقى مدة طويلة.
المعارضة المسلحة أمثال جبهة النصرة, الجبهة الاسلامية السلفية أو حركة حزم, أو المعارضة التي تدعمها تركيا وقطر؛ مثل ألوية التوحيد, ثوار الرقة, شمس الشمال بل وكذلك العشرات من الأطراف, من تحارب هذه التنظيمات والجهات؟
إلى أي مرحلة أو درجة قد تصل هذه الجهات المتصارعة التي نسيت هدفها الأساسي ألا وهو محاربة نظام الأسد, وبقيت تحارب بعضها البعض على أساس أجندات خارجية وليست داخلية وحتى قواعدها الأساسية ومراكز تدريباتها خارج حدود سوريا؟
تحالف وحدات حماية الشعب مع الجيش السوري الحر أنتهى بإنشاء بركان الفرات وهو التحالف الملموس على الأرض؛ صغير ولكنه مثالٌ ونواة للتحالف بينهما. لأن هذا التحالف يحارب بشكل ملموس الطرف الآخر.
قدم مندوب الأمم المتحدة دي ميستورا/ De Mistura مقترحاً وهو: تجميد القتال على الأرض. هادفاً بذلك أن يحافظ كل طرف على مواقعه القتالية على الأرض لينتقلوا إلى مرحلة أخرى وبدء المحادثات. المقترح لا يبدو بأنه مقبول من أطراف النزاع. لأنهم يخشون من أن يؤدي ذلك لتقوية قبضة الأسد. والسبب الأساسي في عدم تطبيق هذا الاقتراح ليس رحيل الأسد أو الدولة الإسلامية بل من سيبدأ أولا.
مناطق حظر جوي أو تعزيزات وتدريبات عسكرية ليس واضحاً إلى درجة ستكون مجدية, نهايتها غير واضحة المعالم. أي طرف أو مجموعات سيتم تدريبهم وتسليحهم؟ وهل هناك ضمانات في أن لا تتحول هذه القوات المدربة إلى مافيا أو أن ينضموا إلى أطراف متطرفة كما جبهة النصرة أو الدولة الاسلامية؟ هناك تسريبات تقول بأن أماكن تدريب المقاتلين السوريين المعارضين وتسليحهم قد يكون في بيشاور. وطبعاً لا ننسى المجزرة التي حصلت لطلاب المدرسة في بيشاور.
الشعب السوري مازال يحوم ويدور في دوامة اليأس. هل سيكون للقصف الأمريكي أية جدوى؟ وهل يؤثر على نظام الأسد, ويكسر من شوكته؟
وأكثر الأسئلة التي يتم تداولها هذه الأيام: لماذا كوباني وليست حلب؟.
كوباني وحلب تستحقان نفس الجهود. تقام على أرض مدينة حلب حرب عالمية بكل معنى الكلمة, وهي تذكرنا بمآسي وآلام تلك الحروب. مقارنة هاتين المدينتين ببعضهما البعض أو تفضيل مدينة على أخرى أمرٌ ليس له معنى.

24 Aralık 2014 Çarşamba




XETA KOBANÊ Û HELEBÊ: NE ESAD NE JÎ MUXALEFET

Mete Çubukçu 
Werger/Çeviri: Azad ZAL (azadzal@hotmail.com)

Li Sûriyeyê şerekî navxweyî yê bêdawî û bêhêvî didome. Qad “qada gurgan” a wehşî ye û her tiştên li ser navê mirovahî dîrokê dide pêşiya xwe û xira dike dibe. Li holê şoreş tune ye. Mixabin ji wan armancên ku di destpêkê de hebûn jî dûr ketine. 
Di vê de para rejima Esad gelek e. Para din jî ya wan ên ku ji xwe re dibêjin muxalefetê ye. Li ber vê îqlîma hane êdî rêxisteneke wehşî ya bi navê DAIŞê heye. 
Van rojan em li ser diaxivin. Bi salan e sûriyeyîyên ku di bin zora rejime de bûn li hember Esad tekoşîn didan, li dû Sûriyeyeke bê Esad bûn. Ew niha tev bêhêvî ne. Hinek ji wan hatine kuştin, yên din jî reviyane yan jî ji nava raperînê hatine derxistin. Berî her tim ji derveyê dûrbûn. Niha jî dûrî muxalefetê ne jî. Gotina aktivîstekî muxalifê rejimê; “Ew tu caran nefikirîne ku ew ê bikevine vê rewşê” vê rastiyê tesdîq dike.
Rojnamevana Îtalî Francesca Bori 2 sal in ku li Helebê dijî. Di axaftina navbera min û wê de rewşa Helebê wiha vegotibû; “Berê min muxalefetê kiribû sê beş; alîgirên Esad, serhildêr û Îslamiyên radîkal… Lê ez di vê dabeşkirinê de xelet bûme. Aliyê çaran jî Sûriyeyê hene. Ew bê xwedî ne. Li Sûriyeyê tu bi kî re biaxivî biaxive, dixwazî bila alîgirê Esad be, dixwazî bila alîgirê serhildêran be, tu kes tu aliyekî naparêze. Hêviyên ku ji her du aliyan jî birîne, baweriya wan şikiyaye. Ji ber ku her kes bi tenê dixwaze li jiyanê bimîne.”
Kesê ku dest dirêjî qada xwîndar a li Suriyeyê nekiribe nemaye. Digel tiştên ku rejimê kiriye, ew ên ku bi ser Suriyê de dagirtine û di ser Sûriyeyê de polîtîkaya hawîrdor diyar dikin, ew ên ku ji welatên dûr hatine û dixwazin bibin mudaxilê herêmê ya jî yên ku qet guh nadinê. Ji rastê ber bi çepê ve yan jî ji mezinbûnê ber bi biçûkbûnê ve rêzkirina vanan ne pêwist e. Ji lew re her kes vana nas dike. Ji ber vê jî ew pêşniyaza ku tê gotin; “Bila qedera Sûriyeyê ji aliyê Sûriyeyîyan ve bê diyarkirin” çi qas rasteqîn e ne diyar e. 
Ew ê ku daketina nava “sînorên” rejimê, beşek ji wan ji bo piştgiriyê didin Esad ne li wê ne, ji bo ku li jiyanê bibînin li wê derê ne. Wekî din tiştên ku bikin tune ne. Bi tenê Elewî nîn in, Sunî jî, Xiristiyan jî, Durzî jî  di nava wan de ne.
Bombayên bermîlî li herêmên ku di destên muxalefetê de ne tê barandin. Ew ê ku li wan herêman dimînin yan jî li wan herêman asteng mane ji bo ku hêvîkî wan ji muxalefetê heye ne li wê ne; ji bo ku ji rejima Esad ditirsin û ji muxalifên li wê herêmê alîkarî digirin û li wir zikê xwe têr dikin loma li wê derê ne. Tê gotin ku li Helebê ava baranê tê vexwarin, pelên dar û beran têne xwarin.
Muxalefeta Sûriyeyê bi qasî ku li derve tê nîqaşkirin, li hûndir ew qas nayê nîqaşkirin. Ji ber ku baweriya mirovan ji vê şikiyaye. Ango, “muxalefeta nerm” a ku nayê zanîn tê çi wateyê jî hêvî nade.
Gelo Artêşa Sûreyeya Azad (ASA) hê heye yan na? Çima serleşkerên ASAyê ne nava Sûriyê li qadê nîn in, li ber sînor in, car carina diçin qada şer? Ew muxalefeta Sûriyeyê ya sivîl kî ye? Kî nûnertiya vê avaniyê dike? Di qadê hêza leşkerî heye? Kesên ku ji bo van pirsan bersivên hebin hene gelo?
Muxalefeta çekdar a Sûriyeyê piranî li aliyê hêzdaran e; bi zorê ya jî bi dilxwazî ketiye bin fermana DAIŞê. DAIŞ bi tenê rêxistineke terorîst nîn e, di heman demê de li ser zemînekê dimeşe û li mirovan bandor dike. Ev avanî ji holê rabe jî dê bandor û têgihiştina wê gelek demdirêj dewam bike. 
Muxalefeta çekdar, wekî Nusra, Eniya Îslamî a Selefî, Tevgera Hezmê, Tugayên Tewhîdê yên ku Tirkiye û Qatar piştgiriyê dide wan, Şoreşgerên Raqqayê, Şems-ulŞimal û mirov dikare van navan li dû hev rêz bike. Bi dehan yên din jî mirov dikare rêz bike. Ev tevger û rêxistin li hember kî şer dikin?
Di dewsa ku bi Esad re şer bikin, ew bi hev re şer dikin, li gorî rojeva welatê xwe naçin, li gorî rojeva welatên din dimeşin. Ew artêşeke wisa ne ku dixwazin di derveyê sînorên Sûriyeyê de bibin artêşa Sûriyeyê. Bi van avanî û rêxistinan mirov heta kêderê dikare bimeşe?
Yekîtiyeke hinek berbiçav ya bi navê Tevgera Volkana Firatê ye. Ev yekîtî di nava YPG û ASAyê de ye. Sembolîk e, biçûk e lê ji bo dahatûyê nûvaze ye. Ji lew re rasterast bi dijberên xwe re şer dikin.
Pêşniyaza nûnerê Nêteweyên Yekbûyê (NY) De Mistura heye: “Cemidandina rewşê.” Dixwaze bibêje ku ‘bila her kes rewşa xwe biparêze û bila merhaleyeke nû dest pê bike û hevdîtin pêk werin.’ Ne mumkun e ku ev pêşniyaz bê pejirandin. Ev pêşniyaz dê destê Esad xurt bike. Jixwe pirsgirêk ji çûyîna DAIŞ ya jî Esad zêdetir, kîjan pêşî kîjan paşî ye.
Herêmên ku ji trafîka hewayî re qedexe ne, bernameyên perwerde û çekgirêdan çi qas ew ê bi kêr bê ne diyar e. Tev jî ne diyar in. Hûn ê kî perwerde bikin, hûn ê çek bidin kî? Piştî ku we perwerde kir, kî dikare ewle bibe ku çend roj şûn de ev nebin mafya, ya jî neçin beşdarî DAIŞê nebin? Formula perwerde bike û çek girê bide, li welatên ku têne perwerdekirin bi navê “sendroma Peşawerê” heye. Qetlîama Dibistanê ya Peşawerê hê nû ye.
Gelê Sûriyeyê di hêwirzeya bêhêviyê de ber bi çaleke kûr ve gêr dibe. Bombebarandina Amerîka ew ê bibe çare gelo, ew ê zor bide rejima Esad yan jî ew ê pişta wê bide erdê yan na?
Û van rojên dawîn pirsekê pir tê pirsîn: “Çima ne Heleb, Kobanê?”
Hem Kobanê hem jî Heleb heman tekoşînê heq dike. Tiştên ku di derbarê Helebê de tê gotin gelek tirsnak e. Bi rastî jî Heleb wekî bajareke ku di Şerê Dinyayê yê Duyemîn de hatiye dorpêşkirin e. Bêhêvîtî û jibîrvebûnê tîne bîra mirov.
Wateya danberheviya her du bajaran tune ye. Ya jî yekî ji yê din pêşdetir bigire watedar nîn e.



MISIR “DERSLERİ” VE TUNUS

25.10.2014

Tunus’ta yapılan seçimleri sonucunda laik, liberal ve milliyetçi kesimlerin oylarını alan Sibsi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ile Tunus Arap ayaklanmalarının tek ve görece başarılı örneği olarak öne çıkıyor.
Arap ayaklanmaları karakter olarak farklı toplumsal kesimlerin ortak talepleri üzerine kurulan, yazılmamış toplumsal mutabakatlar çerçevesinde başlayan özgün bir durumdu.
Bu özgün durum birlikte yola çıkan, mutabakatı oluşturan taraflardan güçlü olanın, tıpkı Mısır’daki gibi, alanı hızla terk edip kendi yolunu çizmesi, çoğunluk olmanın avantajı ile uzlaşma zemininden hızla uzaklaşması ilk çatlağını vermişti.
Genel itibariyle ayaklanmanın ruhu zedelendiği gibi ileriye yönelik bir ‘çoğulcu’ demokrasi denemesini de akamete uğrattı.

Mısır darbesi ve Libya iç savaşı Tunus için önemli bir örneklerden. Çünkü Mısır darbesi ülkeyi başlangıca döndürdü. Mısır’da seçilmiş bir cumhurbaşkanı devrildi.
İhvan hareketinin çok hızlı bir biçimde her şeyi kontrol atlına alma istemi, yola çıktığı diğer kesimlerle birlikte oluşturduğu ve ayaklanmanın dinamiğini oluşturan ortak talepleri göz ardı edilmesi, sadece çoğunlukçu yaklaşımın savunulması geniş cepheyi böldü, darbecilerin işini kolaylaştırdı.
Darbe hem Müslüman Kardeşleri iktidardan devirdi hem de Tahrir ayaklanması ile farklı tahayyüllüler kuran diğer kesimleri de Mübarek dönemini aratır hale getirdi (tabii ki darbeyi destekleyen ve Mübarek dönemini savunulardan söz etmiyoruz burada).Yani darbeciler bir taşla iki kuş vurulmuştu.

Libya ise sonunun nereye varacağı belli olmayan bir iç savaşa doğru gidiyor. Seçimle gelen bir hükümet, seçimi tanımayan bir başka hükümet, iki parlamento ve bolca askeri yapı söz konusu. Hükümetlerden birisi Trablus’ta diğeri Derne’de. Bu ikili yapı anlaşsa bile ileriye yönelik bir istikrarın kurulması mümkün değil. Arıca Libya’da El Kaide tarzı yapılar cirit atıyor.

Bu iki ülkedeki gelişmeler Tunus için bir işaret fişeği niteliğindeydi. Ancak asıl önemlisi Mısır örneği oldu.  
Ayrıca Tunus’taki toplumsal mücadelede ülkenin güçlü siyaseti hareketi İslamcı Nahda’nın, ilk seçimlerden birinci, 2014 seçimlerinde ikinci parti olarak çıkmasına rağmen kendi dayatmadı. Diğer seslere de kulak vermek zorunda kalarak ortak bir çıkış noktası arayarak, ülkeyi giderek keskinleşen bir mücadele alanı yapma yerine,  gelişmeleri zamana bıraktı ve ortak mutabakatlara uymayı taahhüt ederek bugünlere gelindi. Tabii ki bu sadece Nahda’nın iyi niyeti ve uzlaşmacı tavrından değil diğer siyasi hareketlerin mücadeleleri sonucu ortaya çıktı.  
Oysa Nahda’da kendini dayatabilir ve sandıktaki çoğunluk yapısıyla iktidarı elinde tutabilirdi. Ama Arap ayaklanmaları çıkış noktası itibariyle böyle bir hedefi amaçlamıyordu ve etraftaki örnekler de iç açıcı değildi. Bu nedenle Tunus’ta geçiş sürecinde Nahda ve laik, sol milliyetçi partilerin en azından şimdilik demokratik bir olgunlukla hareket ettiğini söylenebilir. Tunusu’un kendine özgü toplumsal yapısı, güçlü sendikal hareketleri de unutmamak gerek. İleride Nahda’nın nasıl bir politik yolda ilerleyeceğini bilmekse güç.
Mısır ve Libya’dan ders alan, ayaklanmaları sürecinin görece başarı örneği olarak Tunus önümüzde duruyor. Burada temel espri ise çoğunlukçuluk üzerinden kendini dayatmamak ve “akıl veren” bölge ülkelerine dikkat etmek.





Suriyelilerin çaresizliği ya da ne Esad ne muhalefet

24.10.2014

Suriye'de umutsuz, sonu belirsiz bir iç savaş sürüyor. Tam anlamıyla yıkıma giden, insani, tarihi hiçbir değerin ayakta kalmamacasına devam eden vahşi bir “kurtlar sofrası”. Ortada devrim filan yok, başlangıçtaki amaçların da maalesef çok uzağında.

Bunda Esad rejiminin payı çok büyük, diğer pay da muhalifler olarak bilinen kendinden menkul yapıya ait. Şimdi de IŞİD gibi vahşi bir örgüt var artık bu ikilinin yanında.

Bugünlerde konuştuğumuz, rejimin baskısı altında yıllarca mücadele veren, ayaklanmanın başında Esadsız bir Suriye için yola çıkan Suriyelilerin hepsi umutsuz. Bir kısmı öldürülmüş, diğerleri ya kaçmış ya da ayaklanmanın dışına itilmişler. Eskiden rejimin hep uzağındaydılar şimdi muhalefetin de uzağındalar. Rejim muhalifi bir aktivistin tanımıyla "böyle bir duruma düşeceklerini hayal bile" edemiyorlar.

2 yıldır Halep’te yaşayan İtalyan gazeteci Francesca Bori konuşmamızda şöyle tanımlamıştı Halep’teki durumu: “ Daha önce, Esad yanlıları, isyancılar ve radikal İslamcılar diye 3’e ayırmıştım onları ama yanılıyormuşum. Bir de Suriyeliler var dördüncü taraf olarak. Sahipsiz olanlar onlar. Suriye’de Esad’ın veya isyancıların yanında olsun, kiminle konuşursanız konuşun kimse gerçek anlamda bir tarafı savunmuyor, iki tarafa da inançlarını yitirmişler.  Çünkü, herkes sadece hayatta kalmaya çalışıyor.”




Suriye'deki kanlı sofraya elini atmayan neredeyse kalmadı. Rejimin yaptıklarının yanı sıra, arsızca Suriye’nin üzerine çullanan, Suriye üzerinden çevre ve bölge politikası oluşturmaya çalışanlar, uzak diyarlardan gelerek bölgeye müdahale eden ya da umursamayanlar. Sağdan sola ya da büyükten küçüğe saymaya gerek yok bunları. Zaten herkes biliyor artık.
Bu nedenle “Suriye’nin kaderini Suriyelilerin belirlemesi” önermesi ne kadar gerçekçi belli değil.

Rejimin “sınırlarına” kaçanların belli bir bölümü, Esad’ı destekledikleri için değil hayatta kalmak için oradalar. Yapacak başka şeyleri yok. Sadece Aleviler de değil, Sünniler, Hristiyanlar, Dürziler de var aralarında.

Muhalif bölgelerinde bulunanların başına varil bombaları yağdırılıyor. O bölgede kalan/sıkışanlar muhaliflerden medet umduklarından değil, Esad rejiminden korktukları ve o bölgedeki muhaliflerden çeşitli yardımlar alabildikleri için  doyurabildikleri için oradalar. Halep’te yağmur suyu içenler, yaprak yiyenlerden söz ediliyor.

Suriye muhalefeti Suriye dışında olduğu kadar içinde tartışılmıyor. Çünkü insanların bu konudaki inançları kırılmış. Yani ne anlama geldiği belli olmayan “ılımlı muhalefet” de onlara umut vermiyor.

Örneğin, ÖSO diye bir yapı hala var mı? Neden ÖSO komutanları Suriye'de alanda değil de sınırın diğer yanında; ara sıra savaş alanına gidiyor. Suriye muhalefeti denilen sivil yapıyı kim, bu yapı kimi temsil ediyor? Alanda askeri gücü var mı? Bu sorulara yanıtını olanlar var mı?  

Silahlı muhalefetin önemli bölümü güçlüden yana duruyor; zorunluluktan ya da isteyerek IŞİD’e biat etmiş durumda.  Tabii ki IŞİD sadece bir terör yapısı değil aynı zamanda ciddi bir zemin üzerinden yürüyerek insanları etkileyen bir yapı. Bu üst yapı ortadan kalksa bile IŞİD benzeri anlayışın etkisi uzun süre devam edecek.

Silahlı muhalefet, örneğin Nusra, Selefi İslami Cephe, Hazm Hareketi, Türkiye-Katar destekli Tevhid Tugayları , Rakka Devrimcileri, Şemsül Şimal. Bu adları uzatabilir, onlarca daha sayabiliriz. Bu yapılar kime karşı savaşıyor?

Alanda birbirini yiyen, Esad'la savaşmak yerine kendi aralarında kapışan, kendi gündemleri değil başka ülkelerin gündemi üzerinden yürüyen, Suriye sınırları dışında ordu olmaya çalışanlarla nereye kadar gidilebilir ki?

YPG-ÖSO ittifakının sonucu Fırat Volkanı hareketi en elle tutulur birliktelik; küçük, sembolik ama ileriye yönelik bir işbirliğinin nüvesi. Çünkü somut olarak karşısındakilerle savaşıyorlar.

BM Temsilcisi De Mistura'nın bir önerisi var: Durumu dondurmak. Demek istediği ‘herkes pozisyonunu korusun ve yeni bir aşamaya geçilip görüşmeler başlasın.’ Öneri pek kabul edilebilir gibi değil. Esad’ın elini güçlendirir. Zaten sorun IŞİD ya da Esad’ın gitmesi tartışmasından çok, öncelik sırasından  kaynaklanıyor.


Uçuşa yasak bölgeler, eğit donat programları ne kadar tutar belli değil. Hepsinin ucu açık. Kimi eğitip donatacaksınız? Eğiteceğiniz kişiler birkaç gün sonra mafyalaşmama, Nusra, ya da IŞID'a katılmama garantisi var mı?  Eğit-donat formülü ile muhaliflerin eğitildikleri ülkeleri Peşaver sendromu diye bir şey var. Ve tabii ki Peşaver’deki okul katliamı çok taze.

Suriye halkı umutsuzluk girdabında derin bir çukura yuvarlanmaya devam ediyor. Amerikan bombardımanı çare olur mu? Esad rejimini zorlar, belini büktürür.

Ve son günlerde çokça sorulardan biri: Neden Halep değil de Kobane?  

Hem Kobane hem de Halep aynı mücadeleyi hak ediyor. Halep konusunda anlatılanlar korkunç ve Halep gerçekten 2. dünya savaşının kuşatma kentlerini, umutsuzluk ve unutulmuşluğu hatırlatıyor.

Bu iki kenti birbiriyle yarıştırmak anlamsız. Ya da birini ötekisine tercih etmek.




17 Aralık 2014 Çarşamba

السلام

Mustafa Shahin'in tercümesiyle 
   Mete Çubukçu مته تشوبوكتشو
نعود دائماً إلى نفس السؤال: في أية مرحلة نحن في مفاوضات السلام؟ لم تعد الاجابة صعبة جداً, ليس أسوأ من البارحة أو أفضل من اليوم. هذا يعني أن المفاوضات تراوح مكانها. ولكن حتى لو لم تكن هناك تطورات في المفاوضات فإنه لن تكون هناك أيضاً عودة إلى الوراء.
طرفا المفاوضات منذ بدايتها يستخدمان مبدأ: "لنعط أقل ما يمكن أعطاءه" أو "لنحصل على أكثر ما يمكن الحصول عليه" .
السبب هو وجود "مشكلة ثقة" بين الطرفين.
هناك أربع مواد تتضمن ستون بنداً قدمها أوجلان, والدولة على علم بهذه البنود, ويستحيل عدم معرفتها ذلك. والحكومة لا تدلي بتصريح "لا توجد بنود" بل تقول بأنها "لم تدرسها بعد". حتى لو لم تدرس الحكومة البنود فإن المصالحة متوقفة على المادة الرابعة.
لأن المواد الثلاث الأولى مثل تحويل تركيا والشرق الأوسط إلى دول ديمقراطية وتبديل الدستور وتعريف جديد للمواطنة وحتى احتمالية إضافة الكثير من البنود يعتبر أمراً يمكن البحث فيه.
المهم هو معرفة ماذا ومتى سيحصل, وكيفية ذلك يتدرج في المادة الرابعة وهو قسم إجراءات التنفيذ. ويؤكد أوجلان في قوله "إن بدأت المفاوضات بشكل رسمي فإني أضمن إيصال الطرفين خلال 4-5 أشهر إلى الحل". أي, هناك شرط أساسي وهو: "رسمية المفاوضات السارية" أي الموافقة عليه من قبل مجلس الشعب/البرلمان.
وكما يبدو بأن الحكومة أخذت تدابير مسبقة لسير مفاوضات السلام, ولكن لا تبدو الشروط مواكبة لبدء المفاوضات. مازلنا في مرحلة الانتقال إلى المفاوضات.
وخلاصة الأمر أن الانتقال إلى مرحلة المفاوضات الحقيقية ما زالت في مرحلة عدم الثقة والشكوك. والأهم من الثقة والشكوك المتبادلة أن سير المفاوضات لا تقف على أشخاص أو حكومات.
وأهم نقطة حساسة وخطيرة في الفترة الأخيرة هي "النظام العام" وهو أسم على مسمى لأن "النظام الجديد" كانت في مرحلة لم تكن في الحسبان أبداً.
الحكومة من جهة تقول للحركة السياسية الكردية KSH  "أنهوا مؤسساتكم في المدن ولن يبقَ هناك مشكلة أو خلاف في النظام العام". فترد الحركة السياسية الكردية KSH  بإصرار"الأمر الذي يحتاجه النظام العام هو ديمقراطية النظام العام لا أكثر".
لم يعد هناك احتمال للحرب على الجبال.
ولكن يجب الأخذ في الحسبان أهمية المدن. لأن إتحاد المجتمعات الكردستانية كما هي مسيطرة على الجبال قوية في المدن أيضاً, وتكمن المشكلة المعقدة في هذه النقطة.
إتحاد المجتمعات (أعتقد المنظومات) الكردستانية لا تريد ترك السلاح بلا ثمن.
ولكن يبدو بأن مفاوضات عملية السلام لن تتقدم كثيراً لافتقارها إلى تصاريح رسمية وموقعة من قبل الحكومة بحيث تشمل الحكومات القادمة. ولأن ذلك يتعارض خلافاً لمفهوم المفاوضات.
البنود التي تتضمن الحكم الذاتي الديمقراطي غير واضحة في الوقت الراهن, وخاصة قيلت أنه لا توجد. والأهم من كل ذلك أن هذه العملية لوحدها لا تفيد بشيء.
قد يحصل نقاش وجدال أكثر لو كان الموضوع يخص حدود الانتخابات التي تتمثل باجتياز نسبة عشرة بالمئة, ولكن واضح بأن هذا الأمر ليس مهماً في الوقت الراهن. الهدنة لا تستمر بخطوات بسيطة وصغيرة جداً.
كما ذكرناها مسبقاً "مشكلة الثقة" تبقى هي المسيطرة. رأي الحركة السياسية الكردية "الحكومة تحاول أن تكسب الوقت إلى أن تصل إلى الانتخابات, هل سيتم إعادة ذلك من جديد؟
لن يهاجم أحدٌ بالسلاح دون أسباب, ولكن يبدو بأن الحركة السياسية الكردية لن تترك السلاح حتى لو لم يحصل ذلك .
هل الكوب مليئٌ أم فارغ؟
يبين سري ثريا أوندر Sırrı Süreyya Önder ذلك "الكوب من الكرتون ولا يظهر عمقه".
وفي النهاية يتبين لنا بأن الطرفان يعيشان حالة من التوتر وعدم الثقة بالطرف الآخر وستكون 
المفاوضات تحت رقابة الطرفين. 


8 Aralık 2014 Pazartesi

Têgihiştina li Başûrê Kurdistanê: Dema ku DAIŞ hat Tirkiye tune bû!

METE ÇUBUKÇU

Çeviri: Azad ZAL

Piştî êrîşên DAIŞê rewşeke nû li herêmê peyda bû. Serdana serokwezîr Davutoglu hem ji bo hikûmeta navendî (Bexda) û hem jî ji bo Rêveberiya Herêma Kurdistanê mirov dikare wekî ‘lêveger’eke nûbûnê bibîne. Ango, ji bo rêveberiya navendî (Bexda) motîvasyoneke ji bo destpêkê dixuyê, lê ziyareta wî (Davutoglu) ya Hewlêrê cudatir e.
Gelo ew ê di navbera Hewlêr û Bexdayê de gelek tişt biguherin? Ez ji vê yekê biguman im. Li Iraqê Erebên Sunî û Şiî di nava xwe de û di nava wan û Kurdan de pevremayîna bi tenê li ser aboriyê, ji bo demdirêjiya dahatuyê berhewa ye. Ew ê li derekê biqete. Jixwe tiştê ku wan bi hev re dihêle zêdeyê budçeyê tu tişt nemaye.
Em rewşa Bexdayê wekî mijar ji bo nivîseke din bihêlin û dîsa vegerin ser Hewlêrê.
Berî DAIŞê û piştî DAIŞê
Dema ku mirov ji aliyê Hewlêrê de lê binêre li Iraqê ji bo Gelê Kurd û Rêveberiya Herêma Kurdistanê rewş wiha ye; êdî mesele berî meha Pûşperê û piştî wê, ya jî berî DAIŞê û piştî DAIŞê ye.
Ji aliyê Tirkiyeyê ve her çi qas zêde neyê hîskirin jî (neyê xemkirin jî) dema ku DAIŞê xwe gihand ber deriyên Hewlêrê ji bo Kurdên Iraqê êdî ev bû wekî mîlad.
Divê em bibêjin ku meseleya DAIŞê ji bo Kurdên Iraqê meseleya heyînê ye. Her wekî ku li Kobanê jî heman rewş heye. Ango wekî ku ji aliyê Tirkiyê ve xuya dibe nîn e. Jixwe ew jî dikin nakin nêzikahiya Tirkiyê ya li ser vê mijarê fam nakin.
Têgihiştina kolanê: Tirkiyeyê me bitenê hişt
Dema ku DAIŞ nêzî Hewlêrê bû, Rêveberiya Herêma Kurdistanê (RHK) li hêviyê bû ku Tirkiye demlidest piştgiriyê bide, lê ev bi awayeke tatmînkar nehat dayîn. Rêveberiya Herêma Kurdistanê her çi qas gazincbar be jî bi daxuyanî û peyamên nerm û dîplomatîk derbas dikir, lê ev nermî û nêzikahiyên dîplomatîk li kolanê nayê dîtin. Li kolanê têgihiştin ev e: Tirkiye me bi tenê hişt, dema ku pêwistî pê hebû bi hewara me nehat.
Tirkiyeyê jî daxuyanî da û got ku ji xuleka pêşîn de em bi RHK re di nava pêwendiyan de bûn. Ev rast e, lê raya giştî li wê demê mêze dike, wê demê Tirkiye piştgiriyeke berbiçav nedabû. Ango RHK li hêviya piştgiriya leşkerî bû.
RHK ji aliyê Tirkiyê ve têdigihîjê ku rewşa rehîneyan destê wê girê dide, lê… Teferûat di vê “lê” de ye…
ÇETELEYA DAIŞê
Ji lew re gelê Kurd ê Iraqê (Ji bo Kurdên Rojava jî heman tişt derbasdar e.) mesela DAIŞê wekî mîladekê ye û dibêje; ‘di vê demê de kî li pişta kî be, dertê meydanê û hesabê wê tê kirin’.
Wekî nimûne, her çi qas niyeta Îranê cuda be jî, ji herêmê re şandina çekan, heta şandina leşkeran ji aliyê tu kesê ve nayê jibîrkirin. Wisa xwiya ye ku bîreweriya dîrokî jî ew ê ji bîr neke. Ya jî ji aliyê welatekê weke Albenyayê û 60 welatan ve alîkariya berbiçav û gelek jê pişgiriya leşekerî hate kirin. Hinek jê sembolîk bin jî ji aliyê gel ve girîng tê dîtin.
Helwesta Tirkiyeyê mijara rexneyê ye
Têgihiştina ku Tirkiye dereng ketiye û rexneyên tevgerên siyasî ê Kurdan zorê daye RHK, ango zorê daye Partiya Demokrat a Kurdistanê (PDK) ya ku di bin serokatiya Mesud Barzanî de ye, heta wekî kozekê li hember hatiye bikaranîn.
Kurt û Kurmanciya wê ev e: “Binêrin, we pişta xwe da Tirkiyeyê, di dema herî zor û xirab de we nêzikahiya wê dît.” Tê gotin ku li Hewlêrê di nava rêveberiyê de li ser têkiliyên bi Tirkiyê re dubendî hene. Ev kî ne jixwe tê texmînkirin…
Di dema ziyareta Davutoglu de Tirkiye, piştgiriya xwe ya ji bo RHKê nîşan da. Heta berê ji bo Kerkûkê behsa ‘xetên sor’ dihate kirin, heman tişt ji bo Herêma Kurdistanê jî hate gotin. Em li vir kevaneyekê vekin: Ji bo Tirkiyeyê ‘Xetên sor’ ên ji bo Kerkûkê û mudaxeleya li ser Kerkûkê êdî li holê nemane.
Paşdexisitan Kurdan zehmet e
Piştî êrîşa DAIŞê êdî Kerkûk di destê Kurdan de ye, û wisa dixwiyê ku ew ê wisa jî bimîne. Me eniyên herêmê dît. Rêveberiya Herêma Kurdistanê ew ê ji pozîsyona xwe ya derdora Kerkûk û Mûsulê paşve venekişê, ango ew ê ji herêmên ku bi dest xistiye dernekeve.
Niha Leşkerê Tirk, ji bo çekdariyê pêşmergeyan perwerde dike. Ji bo Kobanê di navbera Tirkiye û RHKê de ‘peymana korîdorê’ didome. Tê gotin ku ‘Ji bo Tirkiyê sînorên Kurdistanê zor girîng e’.
Pirsgirêka baweriyê
Her wisa be jî, ji bo mirovên kolanê li Tirkiyê têgihiştina DAIŞê û li Hewlêrê têgihiştina DAIŞê gelek cuda ye. Heta hin kes dibêjin ku Tirkiye vê meselê gelek basît dibîne.
Ev meseleya têgihiştinê girîng e û divê ku bê sererastkirin: Ji ber ku têgihiştina li ser têkiliya Tirkiye û DAIŞê ya li Rojava û ya li Başûrê Kurdistanê heman îdîa ne.
Têkiliya navbera Enqere û Hewlêrê qut nebûye û qut jî nabe. Lê ji niha û bi şûn de ku Kurd gav biavêjin dê çend caran bifikirin hêna ew ê gav biavêjin. Divê ku bawerî ji nû ve saz bibe. Pirsgirêk bawerî ye. Mesele ew e ku di rojên giran de piştgirî ew ê hebe yan tune be.
Xeta û wendakirina demê
Rêveberiya Herêma Kurdistanê di mercên ku hene de, nayê texmînkirin ku ew ê têkiliyên bi Enqerê re biguherin. Petrol ew ê di ser Tirkiyê re here. Wekî din çare tune ye. Lê Tirkiye jî mecbûr e ku di derveyê Rêveberiya Herêma Kurdistanê de bi Bexdayê re ji nû ve têkilî deyne.
Ango, li ser xetayên ku berê çêbûne sererast bikin dixebitin. Ango, dema ku ji dest çûye dîsa dixwazin bi dest bixin. Sedem her çi be jî ev yek nayê gotin.
Dahatuya Iraqê heye gelo?
Baş e, Hewlêr û Bexda xwe nêzî hev didin, da ku krîza aboriyê derbas bikin. Bi tenê bi Enqerê re pêvajo pêş de naçe, vê yekê dibînin û dibêjin çi dibe çi nabe bi Bexdayê re li hev tênê. Sedem jî ev e. RHK ji aliyê aboriyê ve tengijiye, bi tenê bê ku pişta xwe bide Tirkiyeyê ji xwe re li alternatîfan digere û hwd.
Ji ber ku li Iraqê bi Erebên Şiî û Sunî re hêviya dahatuyekê bi pir hindik kesan re heye: Ku Kurd artêşeke xwe ya ku wan biparêze ava bikin, ji bo aboriya xwe jî bikaribin petrolê bifiroşin, ji navendê cudatir bi serê xwe bikaribin bingeha aboriya xwe ava bikin û pêk bînin, ji bo ku serxwebûna xwe diyar bikin ew ê zêde nesekinin.
Dahatuyeke domdar ya di navbera Hewlêr û Bexdayê de tune ye. Ji lew re ew ê rewşa Bexdayê çawa bibe ne diyar e. Ji ber ku di navbera Erebên Şiî û Sunî de dahatuyekê tune ye. Pir hindik kes ji vê dahatuyê bihêvî ne: Ku Kurd artêşeke xwe ya ku wan biparêze ava bikin, ji bo aboriya xwe jî bikaribin petrolê bifiroşin, ji navendê cudatir bi serê xwe bikaribin bingeha aboriya xwe ava bikin û pêk bînin, ji bo ku serxwebûna xwe diyar bikin ew ê zêde nesekinin.
Di vê merhaleyê de RHK divê ku ji aliyê leşkerî, siyasî û aboriyê ve xwe di ber çavan re derbas bike. Her çi qas serxwebûn armanc be jî li herêmê rewş gelek şkestbar û xeternak e.
DAIŞ wekî kaxidê turnusolê ye
Rastiyekê jî derket holê ku li hember tehdîta DAIŞê Kurdên Tirkiyê, yên Suriyê û yên Iraqê her çi qas bi hev re bijîn jî di xala dawîn de ew Kurd bi hev re bin û ew ê hev biparêzin û li hev xwedî derkevin. Li Kobanê û Mexmûrê vê rastiyê derkete pêş çavan.
Di encamê de DAIŞ ji bo her kesê bû wekî kaxidê turnusolê; Ji bo Hewlêrê û Bexdayê û Enqerê û Rojava ev rastî derket meydanê. Kî xwedî helwesteke çawa ye, kî raberî ruyê rastiyê yê tund bû, kî bi sivikayî nêzikê DAIŞê bû û kî nebû derket û ev pirs dê hê dûdirêj bibin.

Ez bi gotineke dostekî xwe yê li Hewlêrê bi dawî bikim: “Ez ji Tirkiyeyê fam nakim. Di derveyê Tirkiyeyê de alternatîfa Rêveberiya Herêma Kurdistanê tune ye. Ma ew ê berê xwe bide Tehranê, ya jî ew ê berê xwe bide Bexdayê? Ev ne mumkun e. Me bi vî awayî tercîha xwe kiriye, lê di meseleya DAIŞê de Tirkiye çima ew qas sivik nêzik dibe nayê fêmkirin. Di serdana dawî de hinek çêbû. Lê dîsa jî Kurdan li ciyekî vê yekê nivisandin.”

İmralı ile Kandil arasında çelişki yok, olsa olsa nüans var


mete cubukcuMETE ÇUBUKÇU
Kamuoyu, süreci ‘çözmek’te zorlanıyor. Çözüm sürecini destekleyen, karşı çıkan, destekleyen ama detaylarda itirazı olanlar, sürece halel gelmemesi için olumsuz noktaları görmezden gelenler, her şeye rağmen kulaklarını yüksek sesle bağıranlara kapatanlar var.
Tabii ki sürecin gidişatını, vadettiği gelecekten çok, durduğu siyasi perspektifin bekası adına günlük siyasete yontmaya çalışanlar da söz konusu. Bir de bu işe, barışın ilkeler temelinde, eşit zeminde, hukuki temelde müzakerelerle yürütülerek kotarılacağına inanıp Türkiye’nin barış ve demokrasiye ihtiyacıyla yola çıkanlar. Tabii ki bu sürece hiç inanmayan ve istemeyenler de mevcut.

Karşılıklı irade önemli ama yetmeyebilir

Her şeye, tüm tartışmalara ve kafa karışıklıklarına rağmen uzun süredir dağda çatışmanın olmaması ciddi şekilde değerlendirilmesi gereken bir konu. Evet, sürecin devamına yönelik karşılıklı bir irade var ve bu önemli. Ama bu irade mevcut haliyle yetmeyebilir.
Nitekim Ortadoğu’nun içinde bulunduğu girdabı düşününce bu iradeyi ileriye taşımak için vakit kaybetmemek gerektiği ortada.
Çözüm sürecini uzattıkça, sorunun ve çözümün uluslararası hale geldiği, Irak Kürdistanı ve Rojava’daki IŞİD’e karşı savaşla birlikte Kürt meselesinin her ülkenin kendi meselesi olmaktan çıktığı da sır değil. Süreç uzadıkça çözümün kendisi de ait olduğu topraklara uzak düşecek gibi.
Çünkü bölgede, farklı ülkelerdeki sorunun çözümü sadece o ülkelerle sınırlı değil; doğrudan bölgedeki gelişmelerle bağlantılı. Her ülke kendi içindeki meseleyi Kürtlerle birlikte çözmeyi başarabilir; ama bu çözümün, bölgede Kürtlerin genel konumundan bağımsız olarak ele alınması giderek zorlaşabilir.

Atlanan cümle

Bu cümlelerin ardından sürecin geldiği noktada HDP heyetinin son İmralı ziyareti sonrası açık kanallardan paylaştığı bilgiler üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak, belki birçok kişinin atladığı ya da görmek istemediği bir cümle sanki bundan sonraki gidişatı belirleyecek gibi görünüyor.
Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’dan aktardığı cümle şöyle: “Yine sürecin başlangıcında gerillanın geri çekilme yürüyüşüne değinerek, buna karşın kalekol ve HES yapımlarına odaklanılmasını eleştirdi. Yasal güvence sağlanmadan yaptığı bu çağrılarında yanılgılı olduğunu ve Türkiye halklarına özeleştiri verdiğini açıkladı.”
Öcalan 2013’ün Mart ayındaki Nevroz’da dağlardaki silahlı güçlere geri çekilme ve Türkiye topraklarından çıkma sinyalini verdiği silahsız siyaset çağrısı yapmıştı.
İmralı şimdi, “Buna paralel adımlar atılmadı, ilerlemek istiyorsak somut adımlar gerekir aksi halde yeni bir çekilme çağırısı yok” diyor.

Savaş çağrısı değil, güven eksikliği

Bu sözler belki farklı görüşmelerde ele alınan ama ilk kez bu kadar net olarak telaffuz edilen bir durum. Kastedilen şu: Bundan böyle İmralı’da devletle yapılan görüşmelerde üzerinde mutabık kalınan konularda adım atılmaz, resmi müzakerelere başlanmazsa PKK pozisyonunu koruyacak.
Bir savaş çağrısı değil tabii ki bu. Ancak çözüm, resmi ve yasal düzeyde belli bir aşamaya gelmedikçe, taraflar sözlerinde durmadıkça silahlı güçler de kendi pozisyonlarını koruyacak. Artık tek tarafı adım atılmayacak.
Yani özetle sürecin gidişatını yönelik bir güven eksikliği devam ediyor, verilen sözlerin tutulmadığı havası hakim. Bu PKK için de geçerli tabii ki.

Öcalan ile Kandil arasında çelişki yok

Uzun süredir Kürt siyasi hareketinde belki alçak sesle ama çokça dillendirildiği üzere devletin/hükümetin/görüşmecilerin ‘Kürtleri oyaladığı’ kanısı hâkim. Hükümet cenahında ise Kürt hareketine yönelik ‘Lider bizimle uyumlu davranıyor’ şeklinde özetlenebilecek bir hava var. Öcalan’ın yukarıdaki cümlesi, son dönemlerin moda tabiriyle, bir algı operasyonuna izin verilmeyeceğinin ve durumun ‘iyi-kötü’ meselesi olmadığının işareti.
Öcalan, Kürt siyasi hareketine kontrolü kendisinde olduğunun, Kandil ve Kürt siyasi hareketinin farkı kanatlarından gelen talep ve itirazları da değerlendirdiğinin mesajını veriyor. Bu nedenle Öcalan ile Kandil arasında ‘çelişki’ yok; varmış havası yaratanlar yanılıyor. Ortadoğu’da 30 kusür yıldır ayakta kalan bir yapının İmralı/Kandil gibi ayırımlarla farklı noktalara gitmesi beklenemez.

Savaş PKK’nın pozitif algısını da terse çevirebilir

Üstelik son dönemde Batı nezdinde yeniden değerlendirilen, IŞİD mücadelesinde öne çıkan, yani bir aktör olarak ele alınmaya başlanan PKK çizgisi için bir bölünme şimdilik zor görünüyor.
Diğer açıdan PKK’nın Irak ve Suriye’de YPG ile cephe genişletmesi sonrası, Türkiye’de yeni bir savaşı göze alması da zor. Bir savaş Batı nezdindeki ‘pozitif algıyı‘ da tersine çevirebilir.
Özetle Kandil ile Öcalan arasında uçurum yok, olsa olsa nüans var; son kertede birbirini tamamlayan yapılar bu ikisi. Ancak son karar verici tabii ki Öcalan.
Bu açıdan ‘Kandil kötü Öcalan iyi’ kampanyası da sadece niyet beyanı ve kafa karıştırmadan başka bir şey değil. Öcalan’ın özeleştiri açıklaması tüm bunlara yanıt ve sürecin devamı açısıdan da önemli.