23 Mart 2014 Pazar


ÜÇ GÜNDE ŞAM’DA OLACAKTIK"! ÜÇ YIL GEÇTİ...
 
Radikal İKİ 23. 03.2014
 
Türkiye'nin birçok şehrinde onlara rastlamak mümkün. İstanbul’un Sirkeci ve Fatih'in de, Hatay'ın şehir merkezi ya da varoşlarında, İzmir Alsancak'ta, Diyarbakır sokaklarında. Birçoğu apatmanların bodrum katlarında, loş, güneş görmeyen evlerde ama en azından ölüm korrkusundan uzak yaşıyor. Genelde çocuklar ama çaresizlikten ailecek sokaklarda dilenenler var.

  Biraz parası olanlar iyi kötü bir dam altı bularak ortalarda görünmemeye çalışıyor. Daha zenginlerine Gaziantep'teki lüks restoranlarda rastlayabiliyorsunuz. Bazıları günlük 5-10 liralık ücretlerle çalışıyor. Ailelerin parçalandığını duyuyoruz ya da daha da acısını, kadınların çaresizlikten fuhuşa yöneldiğini.

Suriyeli misafir göçmen statüsündeki binlerce kişi Türkiye'nin dört bir yanında umutsuzca ülkesindeki savaşın bitmesini bekliyor. Umutsuzca çünkü Suriye’deki iç savaşın bitmesi yakın vadede pek mümkün görünmüyor. Yapılan araştırmalar dünyadaki benzer iç savaşların birkaç yıl içinde sonuçlanmaması halinde sorunun 10-15 yıla yayılabilidiğini gösteriyor. Savaş bugün bitse bile ülkelerini terk eden Suriyelilerin evlerine dönüp dönmeyecekleri şüpheli.
Yaygın kanı, göçmenlerin yoğun olarak bulundukları kentlerin demografik yapısını, kent yaşamındaki alışkanlıkları bir süre sonra değişitirebilecekleri.
 
İKİ YANLIŞ BİR DOĞRU ETMİYOR
 
BM, Suriye'de 3. Yılını dolduran iç savaş halen 3,5 milyon olan yerlerinden edilmiş insan sayısının 2014 sonunda yaklaşık iki katına çıkacağını tahmin ediyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Suriye Bölge Koordinatörü Amin Awad, yaklaşık 2 buçuk milyon Suriyelinin komşu ülkelere sığındığını söylüyor. Resmi rakamlara göre bu kişilerin 600 bini Türkiye'de. gayri resmi rakamlara göre bu sayının 800 bine ulaştığı söyleniyor. 

Sınır bölgelerinde bulunan kamplar bir nebze olsun kontrol edilebiliyor ama kamplarda olmayanlarla ilgili önümüzdeki dönemde şu ya da bu nedenle  sorunların çıkacağı beklenebilir. Bu yüzden özellikle sınır kentlerinde göçmen sayısı artınca bu kişiler başka illere yönlendiriyor, göçmenler tüm Türkiye’ye yayılıyor. Türkiye başından bu yana kampları uluslararası denetime açmadı. Bu durum 'kamplarda ne oluyor' tartışmasını da beraberinde getirmişti. 

Kamplardaki askeri örgütlenmenin üzerinden uzun süre geçti. Sınır bölgelerinde muhaliflerin ikmal ve iaşeleri artık karşı tarafta yapılıyor. Sınırda yeni önlemler alınıyor. Göçmenlerin geçişi daha kontrollü yapılıyor. Ama bu durum bile Türkiye’nin yanlış politikasını doğrulamıyor.  
 
Üç yılın sonunda dünyanın kendi haline bıraktığı bir vekalet savaşı ve 150 bin ölüden söz ediyoruz. Büyük oranı rejime ait olmak üzere muhaliflerin de karşılıklı insan hakları ihlalleri ve savaş suçu dosyası giderek kabarıyor. Üç yıl içinde en somut savaş suçunu oluşturan olay geçen yıl 21 Ağustos'ta rejimin 

Şam'ın Doğu Guta bölgesinde düzenlediği ve 1,300 kişinin ölümüyle sonuçlanan kimyasal silah saldırısıydı.Uluslararası toplum buna Suriye’nin elindeki kimyasal silahları teslim etmesi karşılığında göz yumdu. Büyük bir gürültü ile Cenvere görüşmeleri öncesinde ortaya çıkan işkence fotoğrafları bile beklenen etkiyi yapmadı. Cenvere görüşmelerinin tek sonucu Suriye'de aylardır açlık çeken insanların biraz nefes alması oldu.
 
GERİYE RETORİK KALDI

Bu üç yıl içinde Türkiye'de örgütlenen, silah desteği sağlanan muhalif gruplar yenildi. Şu anda hangi muhalif grubun kimi temsil ettiği belli değil. Alanda,  Nusra ve IŞID gibi El Kaide grupları hakimiyet sağladı. Türkiye’nin hesaba katmadığı Rusya ve İran direnç gösterdi. Türkiye başlangıçta yola çıkıtğı noktanın çok uzağına düşerek neredeyse Suriyeli mülteciler ve ağdalı bir retorikle başbaşa kaldı. 

Rejimin son dönemde önemli bölgelerde hakimiyeti ele geçirdiği, ÖSO'ya bağlı bazı grupların rejimler ateşkes ilan ettiği biliniyor. Zaten ÖSO diye bir yapıdan söz etmek de mümkün değil. Bu sürecin en dirençli ve en iyi politika uygulayan grubu Kürtler oldu. Kürtler hem El Kaidecileri geri püskürttü hem de üç bölgede özerk yönetim ilan etti. Oysa Türkiye’nin bundan sonra Suriye’de ilişki kurması gereken grupların başında Kürtler geliyor. Bunu Ankara’da biliyor ama ifade etmiyor. 

Çünkü hemen ifade etmek üç yıllık politikanın yanlışlığının ifşası anlamına geliyor. PYD ile hala ilişki kurmayan Türkiye'nin bu örgütü tehdit olarak görmesinin bir ciddiyeti yok. Benzerini Irak'ta gördüğümüz bir ilişki birkaç yıl içinde kurulacak.
 
BÖLGEYİ TANIMAMANIN SONUCU
 
Evet, Suriye’de içsavaş üçüncü yılını doldurdu. Oysa ‘üç gün  içinde Şam’da olacaktık!’ Ancak Türkiye’deki politika yapıcıları Suriye meselesini de ‘kibir’ savaşına dönüştürmeyi, ‘kişiselleştirmeyi’ başardı. Üç yıldır yazdığımız gibi 

Suriye politikasının oluşturanların yanlışının temelinde, Ortadoğu’yu bilmemeleri, Türkiye’nin oyun kurucu rolünün, yumuşak gücünü ve bölgede yükselen yıldızının yanlış yorumlamaları, yeni Osmanlı fantazisiyle bir emperyal fütühat yanılsaması içinde olmaları, ama en önemlisi bu savaşı ‘Müslüman Kardeşler’ mücadelesine  indirgemeleri  yatıyordu. En fenası da hala bu politikayı yeni ‘kavramsal’ çalışmalarla haklı çıkarma çabası. Ama olmadı, olmaz da.

4. yıla girerken geride yıkılmış bir ülke, hemen herkesin elini soktuğu kanlı bir savaş, ayakta bir diktatör, niteliği ve niceliği belli olmayan muhalefet, El Kaide için yeni bir vatan, geleceği olmayan insanlar ve gelecek tahayülül sadece düşmanlık üzerine kurulacak bir toplum kaldı.

Oysa ‘üç günde Şam’da olunacaktı!’

Hakkkını teslim etmek lazım: Suriye'de olanları görmezden gelmek, yaşanan insani drama duyarsız kalmak, mümkün değildi. Türkiye bu sorumluğu yerine getirdi. Ancak, hükümet prensip olarak doğru yürüttüğü insani politikasını ‘mezhebi’ angajman algısıyla yanlış noktalara götürdü. 4. yılında artık belagatı bir yana bırakıp, Sünni politika algısından sıyrılıp, Esad’a da, muhalefetin kirli unsurlarına da karşı durmak bundan sonraki sürecin temel anahtarıdır. 

2012 Eylül ayında yine bu sayfalarda yazmışız. Tekrar edelim: “Suriyeli kardeşlerimizle hiçbir sorunuz olmaz. Kapımız da sonuna kadar açıktır”  

5 Mart 2014 Çarşamba


DEVRİLEN SEÇİLMİŞLER: MURSİ VE YANUKOVİÇ


5.3.2014

Ukrayna’daki kriz dünyaya eski günleri hatırlattı. Soğuk Savaş döneminin ABD-Sovyetler Birliği arasındaki satranç oyunu bu kez ABD/AB-Rusya arasında yeniden sahneye konuyor.  Tespit bir kısmıyla doğru olmakla birlikte tam da öyle değil. Bu nedenle her şeyi sadece soğuk savaş döneminin argümanları ile açıklamak zor.

Ancak, Putin’le birlikte Rusya kendi coğrafyasındaki etki alanlarını kolay terk edeceğe benzemiyor. ABD’nin Rusya’nın Kırım hamlesine başka yerde yanıt vermesi beklenebilir. AB’nin Ukrayna meselesinde önemli bir aktör olması birçok açıdan çok mümkün görünmüyor. Ortada olan ilk raundu Rusya’nın kazandığı.

Rusya, Yanukoviç’in kaçmasının ardından Kiev’deki yeni ‘yönetim’e ülkenin yumuşak karnı Kırım’la yanıt verdi. Yanukoviç’i hala devlet başkanı kabul eden Putin Ukrayna politikasını Kırım üzerinden tahkim etti; bölgedeki çıkar alanlarından taviz vermeyeceğini de ilan etti. Bu manevra Kiev kadar ABD/AB’ye de yollanan bir masaj. Herkes güç gösterisi yapmak istese de NATO ile Rusya’nın karşı karşıya gelmesi mümkün değil. Çünkü koşulları yok. NATO ne adına hareket edecek belli değil.

Rus kökenlilerin ağırlıklı olduğu Kırım’da ‘kendi egemenlik alanında kontrolü bırakmayacağını’ gösterdi. Bu soğuk savaş paradigması.

Diğer yandan Moskova borsası düşünce Putin biraz daha yumuşak bir söylemi tercih ediyor: ‘Askeri müdahale son seçenek’ diyerek. Bu da yeni paradigma.

Ukrayna’ya önce umut veren arından somut adım atayıp Yanukoviç’in Ruslarla anlaşma imzalamasına zemin oluşturan AB’nin şu anki kriz karşısında yapabileceği bir şey yok. Aksine Almanya ve Fransa bu krizin bir an öne aşılmasını istiyor.

Amerika, Rusya karşısında son dönemde prestij kaybı yaşıyor. Snowden, Suriye meselelerinde olduğu gibi. Kırım meselesi abartıldığı ya da 1800 yıllara göndermede bulunulduğu gibi yüzyılın krizi olmaz. Benzetme anakronik. Ama Batı ekonomik bazı girişimlerle Rusya sıkıştırılmaya çalışılacaktır.

-Türkiye’ye gelince; Türkiye’nin bu konuda manevra alanı dar. Kırım konusu dahil Rusya ile ilişkilerde reel politik ağır basıyor. Türkiye, Suriye meselesinde olduğu gibi Rusya ile karşıt cephede değil bu kez. Kırım konusunda Suriye’deki sert üsluba da rastlanmıyor. Türkiye ve Rusya belli noktalarda birbirlerine karşı sert bir dil kullansa bile ticari ilişkileri hep bunun dışında tutmuşlardır. Bu nedenle Türkiye Rusya ilişkileri Kırım meselesinden dolayı zarar görmez.Türkiye’nin de Kırım’da herhangi bir beklentiyi karşılaması da gerçekçi değil.

-Kategorik sorun ve reel politika: Sandık demokrasinin en önemli unsuru. Bu anlayış fetiş bir hale getirildiğinde işler değişebiliyor. Yani kategorik açıdan Musri ile Yanukoviç’in durumu sonuç açısından birbirine benzetilebilir. Sandıkla gitmeleri gerekirken biri askeri darbe diğer halk ayaklanması ile devrildi.  Ama sandıkla gelen sandıkla gitmeli ilkesinden hareketle, kategorik olarak Türkiye’nin Yanukoviç’in devrilmesine karşı çıkması gerekiyordu. Öyle olmadı. Ya da Kırım Tatarlarının deyişiyle ‘Rabia benzeri tepki’ gösterilmedi.



Baştan başlarsak

-Ukrayna krizi bir AB-Rusya çekişmesi kadar, Ukrayna içinde daha demokratik, açık bir toplum, refahın bölüşümü, yolsuzlukların sona erdiği, kleptorkasi düzenin sona erdiği bir orta sınıf arzusu üzerine şekillendi.

-Bu şekillenme ya da meydanlara çıkan yüzbinlerce kişinin ağırlığı orta sınıf oluşturuyordu. Ama yüz binlerce kişinin ayaklandığı bir ortamda son dönemeçte, varoluşlarını Rusya karşıtlığı üzerine kuran aşırıcı sağcı, faşist, paramiliter unsurlar öne çıktı. Bu durum ayaklanmanın tamamen aşırı sağcı bir niteliğe büründüğünü göstermez.

-Ukrayna’daki sistem, Yanokoviç ya da geçmişte muhalifler açısından farklı değildi; gücün ele geçirildiği durumlar çok fazla farklık göstermedi. Her iki taraf da bir diğeri kadar yolsuzluklarla anılıyor. Timoşenko’yu unutmayalım.

-Ukrayna’daki bölünme güncel olduğu kadar tarihsel bir derinliğe sahip. Yani ülkenin batısında Avrupa eğilimi doğusunda ise Rusya’ya bağımlılık var. Rusya etkisi tarihsel ama özellikle ekonomik açıdan Ukrayna için çok önemli. Özetle kısa vadede Rusyasız bir Ukrayna’nın düşünülmesi mümkün değil. Diğer yandan bu durum Rusya (Putin) modelini, oligarklar imparatorluğunu, nepotizmi, demokratik kurumların gelişmemesini, baskıcı bir sistemi getiriyor beraberinde.  

Birçok muhalif liderin paylaştığı görüş şu: Evrensel demokratik  değerler gerekiyor ama Rusya’yla da belli limitlerde ilişki zorunlu. Aksi halde Ukrayna’nın çıkışı zor. 

Sonuç olarak şimdilik Ukrayna’nın  bölünme senaryoları kısa vadede gerçekçi değil.  Ama Kiev’in iki taraf arasında dengeli bir siyaset yürümezse işte o zaman bölünmeye gidebilir.