29 Aralık 2016 Perşembe



Halep’ten sonra ne olacak?

23 Aralık 2016
  

Bundan 3-4 ay önce “Halep’i alan savaşı kazanır” demiştik. Kısmen doğruydu. Çünkü Suriye’de Halep tarih boyunca olduğu gibi savaş sırasında da en kritik yerlerden biriydi. Suriye ordusu, Ruslar ve İran yanlısı milislerin desteği ile sert muharebeler sonucu kenti aldı. Bir insani dram, sivil katliamı yaşandı bu arada.

Suriye savaşı başladıktan bir süre sonra zaten Suriyelilerin savaşı olmaktan çıkmış, kirli, herkesin elini soktuğu ve herkesin çıkarları doğrultusunda hareket ettiği bir kanlı bir masaya dönüşmüştü.  Muhalif grupların bazıları cihatçılar ve uzantıları, El Kaide, Nusra, IŞID uygulamalarıyla Suriye rejiminden geri kalmadılar. Sadece IŞİD; El Nusra ve uzantıları değil, selefilik üzerinden yürüyen grupların savaşından zaten ne bir ülke, ne de özgürlük çıkardı, öyle de oldu.

Suriye’de Esad yönetimi ülkenin omurgasını oluşturan Şam, Hama, Humus, Lazkiye’ye Halep’i ekleyerek tamamladı. Halep’in özgünlüğü, savaşın başından bu yana şehrin önemli bir bölümünün Esad yönetiminin yanında kalmasıydı. Muhaliflere güvenemedikleri ve onlarla bir gelecek görmedikleri gerekçesiyle rejimin yanında kalanların içinde hatırı sayılır sayıda Sünni ve Hristiyan’ın, ayrıca  esnaf ve Halep ticaret erbabını bulunduğu biliniyor.

Ama asıl önemlisi Halep’in doğu-batı, kuzey-güney aksını tam ortasında olması. Zaten Suriye ordusu ile diğer güçlerin bu kente bu kadar sert ve acımasız yüklenmesinin nedeni de bu.
Halep’le birlikte savaşın en önemli safhası kapandı. Cihatçı muhalifler, Nusra yanlısı Şam Fetih cephesi ve diğerleri büyük oranda kaybetti ve İdlip’te yoğunlaşıp sıkıştı. Bu savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Şimdi yeni bir bölüm açılıyor.

Üstünlük Suriye ordusu ve rejiminde artık. Ancak bu her tonda ve eğilimdeki muhaliflerin savaşı bırakacakları anlamına gelmiyor. Kimilerine göre savaş şimdi başlıyor.

Bundan sonra olabilecekler için şunlar söylenebilir.
Suriye yönetimi Batı Suriye’de büyük üstünlük sağladı. Bu psikolojik ve askeri üstünlüğün geri çevrilme artık zor.

Suriye yönetimi ikinci adım olarak İdlip’i hedefleyecek. İdlip’te tıpkı Halep gibi çok vahşi bir muharebe yaşanabilir. Siviller yine bu savaşın kurbanı olabilir. Bir diğer şık ise Rusya’nın sivillerin kalması şartıyla muhaliflerin kentten çıkmasını zorlamak olabilir. Burada Türkiye’ye rol düşer.

Ortadoğu’yu bilenler ve başından bu yana Suriye savaşını takip edenler ve tabii ki alandaki dinamikleri bilenler başından beri, Ruslar ve İran destekli grupların Halep’e yükleneceğini bilirler. Öyle söyledik, öyle de oldu. Ancak bu dinamiklerin farkında olmayanlar, bölgeyi bilmeyenler sürekli olarak yanıldı.


Bu arada Mare Cerablus hattı denilen bölge Türkiye tarafından kapatıldı. Bu açıdan Kürtlerin kantonlarını birleştirme umudu da kalmadı. Ruslar ’da alandaki hâkimiyetleri ve alandaki inisiyatifleri sayesinde gelişmeleri yönlendirme kapasitesini arttırdı. Ayrıca IŞİD ve Nusra ile benzeri gruplara karşı birlikte hareket etme kararı alındı.


Muhalifler için İdlip şimdilik son durak. Ya orada savaşacaklar ya da Türkiye’nin kontrolündeki bölgeye çekilecekler. Bu aşamada iki yol var önlerinde. Türkiye’nin kontrolündeki bölgede kalacaklar ama burada ne yapacaklar bu soru işareti. Ya da ya da Fırat Kalkanı harekâtına eklemlenecekler ve ardından Rakka’ya doğru yol alacaklar.

Rakka savaşı ise daha karmaşık. Halep ve İdlip’ten çıkan muhalifler IŞID savaşında kullanılabilir. Ruslar bunu destekler. ABD buna çok ses çıkarmaz.
Öte yandan cihatçı grupların kendi aralarında çelişkileri mevcut. Birincisi Aralarında El Kaide kökenli, El Nursa uzantılı Ahrar Şam ve isimlere aydan aya değişen gruplar var. Halep’ten çıkmayan, kamyonları yakan gruplar bunların arasındaydı. Bu gruplar hem Suriye hem de çevre ülkeler için çok tehlikeli. Bundan öte bazı gruplar yola Esad yönetimini devirmek için çıktıklarını Suriyeli Kürtlerle savaşmayacaklarını söylüyorlar. İçlerinde Türkiye’ye kızgın olanlar da var.

Halep bir dönüm noktası oldu. Suriye yönetimi doğu Suriye için ise şimdilik hareket etmeyecektir. Ayrıca önümüzdeki dönemde Rakka konusunda Esad rejiminden yardım talep edilirse buna da şaşırmamak gerekir.


Halep bir turnusol kâğıdı oldu. Sadece Suriye’de bundan böyle kimin etkili ve söz sahibi olduğu konusunda değil. Kimin kendi politikasını uygulama gücü olduğunu, kimin ise savunduğu politikaların gerisine düştüğünü göstermek açısından. Yeni şimdilik kazanan ve kaybedenleri net olarak gösterdi Halep.  

Dinlemek isteyenler için Link: https://www.youtube.com/watch?v=J1w3xNZbD6g

18 Kasım 2016 Cuma


Rakka Operasyonu olurken Suriye’de kim ne hesap yapıyor?

18 Kasım 2016

Dinlemek için: https://www.youtube.com/watch?v=CbjtTikeogM

Suriye'de hatlar netleşiyor. Son noktayı koymak için hala vakit var ama kalın çizgileriyle sınırlar belli oluyor.
Türkiye'nin bütün itirazına rağmen ABD Rakka operasyonunu YPG ile yapıyor, yapacak.

Bu nedenle Türkiye YPG'yi Menbiç'ten ayrılması Fırat'ın doğusuna çekilmesi konusunda zorladı. YPG Fırat’ın doğusuna çekildi ya da çekilecek. Yani Amerika’nın YPG ile yapacağı bir Rakka operasyonu karşılığında, Fırat’ın doğusuna çekilen bir YPG. Pazarlık yoksa bile karşılıklı bir al ver gibi.

YPG Rakka yakınına kadar gidecek. Ama içeri girmeyecek, giremez. İçeriye Demokratik güçler içindeki az sayıdaki Arap unsur girebilir. Çünkü oraya Kürtlerin girmesi nazik durumlar yaratabilir. Ne kadar sürede sonuç alınacağı belli olmaz ama öyle kısa sürede bitmez, bu kesin. IŞİD gücünü yitirse, eski cazibesi kalmasa, paralar azalmış olsa da Rakka’da kolay lokma değiller. Tıpkı Musul’da olduğu gibi. Ama buraya kadar ABD istediğini gerçekleştirdi denilebilir. Ancak Rakka operasyonunu tek başına ele alamayız. Uzantıları var.
Türkiye 100 kilometrelik Mare-Cerablus hattını enine ve derinliğine kapattı. 30 kilometre derinliğe inildi. El bab’ın yakınlarında. Yani iddia edilen “Kürt koridoru” böylece kapanmış oldu.  Burada da Türkiye istediğini gerçekleştirdi.

El Bab ne olur belli değil. Türkiye girecek deniyordu. Ama kolay olmayacağını hem söylüyorduk. Nitekim Savunma Bakanı Işık: "El Bab konusunda sadece Türkiye'nin değil ABD ve Rusya'nın düşünceleri var" dedi. Çünkü burası Halep’e çok yakın ve bir süre sonra Rusya ve Suriye ordusu buraya yürüyebilir. Çünkü kritik bir yer orası. YPG de Membiç’den El Bab aracılığı ile Afrin’e ulaşma isteğinden vazgeçecektir. Yani El Bab işi öyle hemen halledilecek ya da kolay girilecek bir yer gibi durmuyor.

İlk kez Rusların Kuznetsov uçak gemisi Suriye kıyılarında. Bu önemli. Ruslar ve Suriye Ordu'su muhaliflerin bulunduğu bölgeye ağır saldırılar düzenliyor. Siviller çok zor durumda. Dünya'nın umurunda değil. Halep Esad’ın eline geçerse oradaki gruplar Nusra, yeni adıyla Şam Fetih grubu, Ahrar ar Şam ve diğerler cihatçı gruplar burayı boşaltıp İdlip bölgesine çekilmek zorunda kalabilir. Esad rejimi istediğini gerçekleştirebilir.

Halep düşerse zaten savaşın gidişatı ve kimin nerede olacağı belli olur. El Bab da rejimine geçebilir.
Yeniden Rakka’ya dönelim. Kobani'deki cephe savaşında kimine göre 3bine yakın kayıp veren IŞİD artık çekilme taktiği uyguluyor. Ama Rakka son nokta burada direnip tuzak kuracaktır. El Bab Hattından da çekildiğini biliyoruz ama çekilirken geri hatlarda hep hücreler bırakarak gitti. Diğer yandan IŞİD'den  kaçan Suriyeli unsurlar da diğer cihatçı gruplarla birleşeceklerdir.

Rakka savaşı son episodlardan biri olabilir. Çünkü Rakka'dan sonra resim daha netleşecek ABD ve Rusya'nın IŞİD ile işi azalınca asıl resim ortaya çıkacak. Zaten şu anda herkes pozisyonunun sonrası için belirleme derdinde. IŞİD gidecek ama hemen değil. Suriye'deki savaş kimsenin istediği gibi gelişmedi, kimsenin istediği gibi bitmeyecek. Zaten Suriye'nin geleceği kimseni umurunda değil. Önemli olan savaşın bir noktada durdurulması. Çünkü en azından insanlar ölmeyecek. Sonrası ise büyük bilinmezliklerle dolu. 

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Dinlemek isteyenler için: 15.08.2016
Mete Çubukçu: “Halep’i alan savaşı kazanır” medyascope.tv/2016/08/14/met… @medyascopetv aracılığıyla
HALEP'İ ALAN SAVAŞI KAZANIR !

15.08.2016

5.yıl içindeki Suriye savaşı en kritik dönemlerinden birinde. 5 yıldır kenti aralarında bölüşüp zaman zaman birbirlerinde üstünlük sağlayan taraflar, bu kez kenti tamamen ele geçirip, savaşın genel gidişatını da yön vermek daha doğrusu savaşın sonucunu belirleyecek  adımı atmak istiyor.

Halep Suriye'nin barış zamanı olduğu kadar savaş döneminin de en önemli kenti. Önemli çünkü, ne muhalifler ne de rejim kenti 5 yıldır yanında çekebildi. Iddialı  bir tez olabilir ama "Halep'i alan savaşı kazanır".

Savaş öncesi söylenen ezberlerin, Türkiye'de Suriye'yi pek bilmeyenlerin öne sürdüğünün aksine Halep'de Alevi-Sünni ayrımı değil,  ekonomik çıkarlar, Sünni küçük burjuvazinin, ticaret erbabının belli kısmıyla rejimin yanında durması, Hristiyanların cihatçı muhaliflere güvenmemesi hatta rejimden hoşnut olmayan ancak muhaliflerin herhangi bir gelecek projesi sunamamsı neticesinde farklı grupların Şam yönetiminin yayında durması kentteki ve genel savaşın gidişatındaki durumu belirledi.

Halep önemli. çünkü Halep savaşını kendi lehine çeviren taraf ülkenin en önemli lojistik destek koridorunu kontrol edecek. bunun anlamı şu: muhalifler kazanırsa insan ve silah sevkiyatı yolunun rahatlatacak ve ülkenin güney ve doğu kısmını kontrol edebilecekler. Rejim kazanırsa Şam Halep hattı dahil olmak üzere kuzey- Güney ve Batı üçgeni kurarak üstünlüğü ele geçirecek. İki taraf için de bu çok önemli.

Suriye'nin 4 önemli kenti var. Şam, Halep, Humus ve Hama. Buralara hakim olan ülkeye hakim olur. Diğer bölgeler örneğin ülkenin doğusu ve Güney doğusu o kadar önemli değil.

Halep savaşını kazanan kısa süre sonra kurulacak yeni bir Cenevre masasında eli güçlenecek ve karşı tarafı kendisine mecbur edebilecek.

Halep savaşı Suriye savaşının sondan önceki en önemli mücadelesi olacak gibi görünüyor. Özellikle Türkiye açısından en kritik cephelerden birisi. İnsanı ve askeri acıdan. Her halükarda Halep'i kim alırsa alsın binlerce insanın kenti terk edip Türkiye'ye yönelmesi söz konusu. Askeri açıdan ise eğer muhalifler kaybederse sadece sivil değil yüzlerce savaşçı -ki bunların bir kısmı radikal gruplardan oluşuyor- Türkiye sınırına yönelecek. Yani Türkiye her anlamda ciddi bir yük, risk altına girecek. Bu arada Kapılar sivillere sonun kadar açılmalı. Burada bir beis yok. Ama ya muhalif savaşçılar? Bu sorunun yanıtı sanırım Türkiye'yi meşgul edecek nitelikte.

Alandaki duruma gelince.

Kent ikiye hatta üçte bölünmüş durumda. rejim güçleri, muhalif gruplar ve Kürtler kentte farklı alanlarda hakimler. Rejimin Halep'in merkezini ve geniş bir çember çizilirse dış çeperleri kontrol ediyor. Muhalifler bu dış çemberi Güney Batı'dan kırmış durumda. Bu arada Muhalifler Kürtler de rejime muhalif ve hem rejimler hem de muhalefetle çatışıyor.

Savaşların anası olarak da isimlendirilen Halep savaşında muhalifler uzun süre sonra güç birliği yaparak rejimin kuşatmasına kırdı. Bunun savaşın gidişatına etkisini önümüzdeki günlerde göreceğiz ama şu an için belirleyici bir durum değil. Çünkü rejim genelde bu tür geri çekilişler sonra çok daha sert karşılık verebiliyor. Hava kuvvetlerini kullanıyor, daha acımasız olabiliyor.

Peki bu muhalifler kim? Rejim ne yapıyor?

Muhalifler birçok farklı gruptan oluşmakla birlikte asıl savaştan çekirdeği cihatçı gruplar oluşturuyor. Fetih Ordu'su adı altında toplanan grubun içinde El Kaideden ayrıldığını söyleyen eski El Nusra yeni "Şam Fetih" grubu bulunuyor. Nusra'nın El Kaideden ayrılma konusu bu işin uzmanlarını çok ikna etmiş değil. Çünkü ' Nusra terör örgütü listesinden çıkabilmek, Batı'nın muhalifler konusundaki tereddütünü ortadan kaldırmak için kendini kamufle etmek istiyor' diyenler var. haksız da sayılmazlar Çünkü yeni grubun söylem ve çizgisine bakıldığında El Kaiden çok farklı bir şey görülmüyor. Hatta, ABD ve Batı'nın Rusya'nın etkisini azaltabilmesi için bu gruplara şimdilik göz yumduğu, TOW gibi önemli bir silahı sağladığı ( bu silah Ilımlı muhalif gruplara verilmişti ama Nusracıların eline geçtiği) söylenmekte.Yanlış da değil. Ama ABD bu konuda hala hata yapmaya devam ediyor. Fetih Ordu'su adlı 30-40 bin kişilik karışık muhalif gruplar ilk kez böylesi bir ortak karargah ve askeri merkez oluşturarak ciddi şekilde bu savaşa hazırlanmış durumda.

Rejime gelince,
Muhalifler Halep kuşatmasını yarınca, rejim güçleri kente Hizbullah, İran'dan gelen Afgan Hazara milisleri de dahil olmak üzere kendi güçlerini yığmaya başladı. Bu arada havadan kentin diğer bölümünü bombalamaya devam ediyor. Ancak, Suriye Ordu'su çok yorulmuş durumda ve bu son SAVAŞI kaybettiği takdirde önemli darbe yiyebilir. Halep savaşı Rusya'nın devreye girdiği 2015 ortalarından bu yana rejimin el ettiği kazanımları tersine çevirebilir ya da savaşı tamamen rejimin lehine çevirebilir

Uluslarası açıdan ise

Rusya'nın çok sert biçiminde müdahil olduğu Suriye'de artık Rusyasız bir çözüm mümkün değil. Bunu sadece Türkiye değil ABD'de biliyor. Rusya rejimin ana gövdesinin çökmesine izin vermez. Zaten bunun için orada. Bu da Esadlı ya da Esadsız bir biçimde rejimin ana kadrolarının gelecekte de var olacak anlamına geliyor. ABD de aynı fikride. Kimse rejimin çöküp Irak, Libya benzeri bir ülkeyle karşılaşmak istemiyor. Çünkü Esad'a karşı olunsa bile muhaliflere güvenen yok. İstense de istenmese de Esadlı ya da Esadsız rejimin ana gövdesi korunacak.

Ancak Rusya özellikle Halep savaşına doğrudan tamamen rejime destek görüntüsü vermek istemiyor. Çünkü muhtemel bir Cenevre masasında Esadı'ı da güçlü kılmak istemiyor,. Masada iki taraf arasında denge kurmaya çalışan bir dünya gücü görüntüsü vermeye çalışıyor ama bu sadece bir görüntü. Yoksa Rusya tüm muhaliflere karış ve onlar Rusya'nın gözünde "terörist". Zaten Türkiye ile de anlaşamadıkları nokta bu. Türkiye'nin destek verdiği bazı grupları Rusya terörist olaraktan görüyor ve sık sık havadan vuruyor. yeni bir başlangıç yapan Türkiye ile Rusya'nın arısındaki en büyük çelişki kaynağı yine bu olacak. Yani,Ruslar Türkiye'nin desteklediği muhaliflerin bir kısmını vuracak.

Suriyeli Kürtlere gelince,
Halep savaşının bir cephesine de Suriyeli Kürtler oluşturuyor. Suriyeli Kürtler muhalif cephede. kendi çıkarları çerçevesinde savaşacaklar. ancak bu savaşta artık Suriye demokratik güçleri ve içindeki YPG'nin, ABD'nin çok fazla dışına çıkması mümkün değil. Dolayısıyla Esad'a yakınlaşmaları zor görünüyor. Zaten Ülkenin kuzeyi neredeyse onların kontrolünde. Halep savaşının sonucu onları da doğrudan etkileyecek. Ama son analizde Kürtler, muhalifler ya da rejimin kazanımı halinde bu büyük savaşı en az hasarla atlatan taraf olacak gibi. Burada Türkiye Rusya yakınlaşmasını sonucu tabii ki önemli  bir rol oynayacak . Bu tabii ki başka bir yazının konusu olmakla birlikte. Türkiye, Suriyeli Kürtler ya da Suriye Demokratik Güçlerini yavaşlatmak için Rusya'nın rejim yanlısı geçiş formülüne, ya da Esadlılı devam sürecine hayır demeyebileceğini değerlendirmek gerek.

Peki ya IŞİD

Suriye'de saydığımız birbirleri ile savaş tüm güçlerin ortak düşmanı olan IŞİD'in askeri olarak bir geleceği ve karşılığı bulunmuyor. Ideolojik, taban ve Sünni aşiret ve yerel savaş ağalarının pozisyonları ile belli bir süre var olabilecek bu yapı,  askeri olarak , sözüm ona Hilafet anlamında çok fazla şansa sahip değil. ama bu ülkenin ve bu coğrafyanın bir gerçekliği ve terör üreten bir yapı olarak önümüzdeki yıllara taşınacak bir vaka olarak karşımıza duruyor. Bu nedenle Halep savaşı IŞİD açısından önemli. Sonucu onları da etkileyecek.

Neticede,

Suriye savaşı, Halep de kazanan taraf açısından büyük avantaj sağlayacak. Ancak ne Rusya ne ABD Halep savaşının bir tarafın lehine sonuçlanmasını isteyecek gibi görünmüyor.  Çünkü Suriye'nin Esad rejim tarafından yönetilmesi istenmiyor ama muhalifler tarafından yönetilmesi hiç istenmiyor.

20 Mayıs 2016 Cuma



Omuzdan atılan füze nereden çıktı? Kim kullandı?

20 Mayıs 2016

Türk Silahlı Kuvvetleri Hakkari Çukurca'da 13 mayıs tarihinde 2 pilotun şehit olduğu helikopterin düşürülmüş olabileceğini açıkladı. Aslında bu açıklama düşürüldüğünü anlamına gelir. Çünkü resmi açıklamalar geç yapılıyor. Bir de terörle mücadelede zayıf görünmemek amaçlanıyor da olabilir.

Ama asıl konu bu değil. Asıl konu PKK’nın kullandığını varsaydığımız omuzdan atılan füzeleri çok uzun zamandır ilk kez görüyoruz. Bu silahlar kolay bulunan silahlar olmamakla birlikte Ortadoğu’daki örgütlerin ulaşamayacağı ya da onlara ulaştırılmayacak silahlar değil.

Şimdi PKK bu silaha sahip mi? Sahipse bunun sayısı ve devamının olup olmadığı sorusu akla geliyor. Her ne kadar bu silahlar piyasadan bulunmaz denilse bile, az sayıda piyasadan da bulunabilir. Ya da bir ülke verebilir. Bu saldırının videoya çekilmesi de bir mesaj denilebilir. Hem eğer bir ülke tarafından sağlanmışsa o ülkenin mesajı hem de PKK’nın. Yani bu silahı sağlayanların bu silahın PKK’nın elinde olduğunu göstermek ve tedirgin etmek.
Askeri uzmanlara göre helikopter düşürülmüş olsa da genel olarak TSK’nın helikopterlerinde bu füzelere karşı savunma sistemleri var. Yüksek irtifadan uçan uçaklara karşı ise etkisiz. Ancak omuzdan atalın füzelerin varlığı her zaman çok önemli ve önemli gelişmeleri beraberinde getirebilir.



Öyleyse ihtimaller üzerinde durabiliriz: Omuzdan atılan füze 
1.   Piyasadan mı bulundu?
2.    Şu anda bilmediğimiz bir ülke mi verdi?
3.    Bu ülke Türkiye ile hesaplaşmayı tamamlamadığını düşünen bir ülke mi? Örneğin Rusya olabilir mi?
4.   Eğer öyleyse Suriye hava sahasını Türkiye’ye kapayan Rusya bu yolla Türkiye’ye başka bir mesaj daha mı yollamak istiyor?
5.   Suriye’de Türkiye’nin hareketlerini kısıtlayan Rusya, PKK karşısında bu mesajı mı vermek istiyor?
6.   Buradaki asıl soru bu silahların miktarları. Çünkü Suriye’de de cihatçılar bir iki kez kullandılar ama arkası gelmedi.
7.   Bu silahlar çok sayıda olursa savaşları çevirme ve dönüm noktası olma kapasitesine sahip.
8.   8. Eğer gayri nizami harp ya da düşük yoğunluklu savaş veyahut Suriye gibi iç savaş gibi durumlarda helikopterlerin hava destek unsuru olarak yoğun kullanılması karşısında omuzdan atılan silahlar çok etkili olmakta.

Bunun nereden biliyoruz. Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinde bunu görmüştük. Ve ben Afganistan’da ABD’nin cihatçılara verdiği silahlarla savaşı nasıl kendi lehlerine çevirdikleri ile ilgili birçok hikâye dinlediğimi hatırlıyorum. 
Ama dinlediğim başka hikâye ise bu silahları örgütlere vermenin riski. Daha sonra bu silahların bumerang gibi silahı veren ülkeye dönmesi. 
Amerikalılar bu nedenle Suriyeli muhaliflere şimdilik bu silahı vermiyor.  Son günlerde vereceklerine dair haberler geliyor ama sonra bunun IŞID Nusra ya da Selefi  örgütlerin eline geçmeme garantisi yok.

Biz PKK’ya dönecek olursak, Eğer birileri tarafından çok sayıda verilmiş ise terör mücadelenin yöntemi de değişecektir. Çünkü artık Irak, Suriye, Türkiye sınırları hiç olmadığı kadar geçişken. Dolayısıyla bu silahların dolaşımı da öyle.  Ortadoğululaşama böyle bir şey maalesef.


Dinlemek isteyenler için:
http://medyascope.tv/2016/05/20/omuzdan-atilan-fuzeyi-pkk-mi-kullandi-kim-verdi/


2 Mayıs 2016 Pazartesi

IŞİD TÜRKİYE’YE NİYE SALDIRIYOR? NE DEĞİŞTİ?

2 Mayıs 2016

Son günlerde herke merak ediyor ve soruyor: IŞİD Kilis ve civarına niye roket atıyor, saldırıyor. Bir süre önce Türkiye’ye saldırmazdı. Ne oldu da Türkiye’ye saldırmaya başladı. Türkiye ne yapıyor.
Kilise roket düşmüyor. IŞİD roket atıyor. 

Birkaç nedeni var. Çünkü, biliyorsunuz Türkiye IŞİD ile sınır komşusu. Bir dönem bu komşuluk daha uzun bir sınırı kapsıyordu. Şimdi azaldı. ABD bombardımanı ve YPG'nin püskürtmesiyle.

Şimdi Türkiye-IŞİD sınırı  yaklaşık  80 kilometre. Hani Cerablus-Mare hattı denilen küçük bir cep dışında Afrin ile Cerablusa kadar uzanan bir sınır bu. Bugüne kadar sınır denetimi şimdiki gibi değildi. Şimdi denetim arttı. 100 kilometrelik hatta duvar örülüyor. IŞİD’in insan ve malzeme lojistiği, kaçak geçişler çok zorlaştı. 

Havadan koalisyon uçakları IŞİD’i vuruyor. Ve örgüt bu sınırı elinde tutmak istiyor. Yani Türkiye IŞİD’le daha sert mücadeleye başlayınca Türkiye’ye saldırmaya başladı. Türkiye karşılık veriyor. 

Gerçi IŞİD militanları mobilize katyuşa düzenekleri pikapların üstünde atıldıktan sonra yer değiştiriyor. Bazıları motosiklet üzerinden atılan roketler. Yani obüslerle ne kadar zayiat veriliyor bilmiyorum. Belli roketler de el yapımı olduğu için hava savunma sistemleri ya da İHA’larla yakalayamıyor. Bazı uzmanlar bunun için İsrail’i deki demir kubbe sistemi benzeri bir kalkan gerekir diyorlar.

İkincisi IŞİD Türkiye içeri çekmeye çalışıyor. Hem daha kolay savaşabilmek hem de Rusya ile karşı karşıya getirmek istiyor olabilir. İçerideki kargaşa IŞİD’e yarar çünkü. Ama Türkiye Ruslar orada oldukça içeri giremez. Yani Rus uçağı düşürüldükten sonra tüm denklem değişti.  Zaten girmemesi de en hayırlısı.

Üçüncüsü bu sınır IŞİD’den temizlenirse 80 kilometreye kim yerleşecek? İki ihtimal var içinde Ahrar Şam gibi  Selefi  yapıların bulunduğu ÖSO ama artık ÖSO ismi var mı hala  tartışılır ya El Kaideci Nusra ya da YPG gelecek. Türkiye YPG’ye karşı. ABD onları sınıra yanaştırmıyor. IŞİD ise ÖSO ve Nusra’yı sürekli geriletiyor, bu yapılar IŞİD’e karşı tutunamıyor.  

Ama IŞİD’in o bölgeden de gitmesi lazım. Artık ehveni şer dönemi de geçti. İşte IŞİD roketlerin gerekçesi de bu. Bize dokunmayın demek istiyorlar. Ama dokunuluyor ve IŞİD sıkıştığı oradan daha tehlikeli olabilecek. Hem sınır ötesi hem de Türkiye’nin içinde terör eylemleriyle.


Artık Suriye’de ortak bir noktada birleşmek lazım. Kimsenin istediği olmuyor. Herkes IŞİD’e karşı. Ve IŞİD eskinin tersine Türkiye’ye saldırmaya da başladı. Dengeler değişti. Bunun bilelim. IŞİD’i de daha da ciddiye alalım. 

Seyretmek isteyenler için: http://medyascope.tv/2016/04/29/isid-turkiyeye-niye-saldiriyor-ne-degisti/

18 Mart 2016 Cuma


RUSLAR ÇEKİLİRKEN KÜRTLER FEDERASYON KURUYOR

İzlemek isteyenler: https://www.youtube.com/watch?v=e81fpms-SSw

16 MART 2016

Rusya çok sürpriz bir şekilde Suriye’den çekilmeye başladı. Aslında Suriye’ye gelişi de aynı şekilde bir anda olmuştu 2015 Eylül ayında. Oysa bu tür planlar bugünden yarına yapılmaz.  Belli bir plan çerçevesinde olur. Peki zamanlama uygun mu?  Ruslar Suriye’ye niye geldi niye çekiliyor?

Putin şimdilik amacına ulaştı gibi görünüyor: Birincisi Rusya’yı dünya siyasetinin göbeğine oturttu.
*Bu siyasetini askeri gücü ile destekledi.

*Dünya politikası ve Suriye’de Rusya’yı yeniden belirleyici ülke konumuna getirdi.

*Dış müdahale ile devletlerin yıkılmasına karşı çıkıyordu, Suriye’de bu doktrini uyguladı.

*IŞİD gibi kendisi için tehlikeli olan grupları zayıflattı. Bu arada Rusya’dan Suriye’ye giden cihatçıları da vurmuş oldu. Çok sayıda militanı öldürdüğü iddia edilmekte. Gelirken rejimin elini güçlendirmekti amacı ama kendi coğrafyasından giden militanlara darbe vurdu. Yani bir taşla iki kuş vurmuş oldu.

*Suriye rejimi açısından son anda kurtarıcı oldu. Rejimin belli bölgelerde ilerlemesini sağladı ve rejimi konsolide etti. Yani bundan sonra rejimin alanda ve masada kalmasını sağladı.

*Bu sonuna kadar Esad’ın arkasında olduğu anlamına gelir mi? Bu konuda şüpheliyim. Rusya duruma göre Esad’dan vazgeçebilir ama rejimin belli pazarlıklarla devamını hep savunacaktır.

*Rusya tamamen çekildi mi peki? Hayır. Belli sayıda uçak ve hava savunma sistemi olan S 400 sistemi orada duruyor. Bu da sınırlara başka uçakların yaklaşmasını engelleyebilir. Türkiye de tartışılıyor. Ruslar gitti Türkiye yeniden uçuşlara başlar diye. Bu pek kolay olmayabilir.

*Bir diğer konu Türkiye, Suudi, katar ABD  destekli bazı muhaliflerin Rusya’nın çekilmesinden sonra ne yapabilecekleri? Kısa vadeden pek bir şey yapamazlar. Bu politikayı da değiştirmek lazım zaten. Yani 5. Yılını dolduran bir savaşta 5 yıl önceki nokta ve politikaların işlemeyeceği bilinmeli. Zaten bu gruplar ciddi darbeler yedi. Savaşın gidişatına göre bu grupların ne olacağı belli olacak.

*En önemlisi Cenevre’de yeniden başlama aşamasında olan görüşmelerde Ruslar hem kendi elini güçlendiriyor hem Amerika ile birlikte hareket edebileceğini de belirtiyor bu çekilmeyle .
*Türkiye açısından çekilmesi olumlu mu? Tabii ki evet. Peki bu Türkiye’nin şimdiki konumunu değiştirmesini neden olur mu? Rusların ayrılması Türkiye’ye Suriye meselesinde ve Suriye içinde şu an için rahatlık sağlamaz. Çünkü bu durum için başka etkenler söz konusu olması lazım.
*Önemli bir gelişmeyi de ekleyelim. Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin Bir Kuzey Suriye Federasyonu ilan edeceklerini açıkladı. Bu ilanla ile Rusların çekilmesinin zamanlaması arasında bir ilinti var mı?  Doğrudan olduğunu sanmıyorum. Ruslar Suriyeli Kürtleri destekliyor ama şimdiki dönemsel bir durum olabilir. Çünkü son kertede Kürtlerin Esad rejimi ile olan ilişkilerinde Ruslar tabii ki rejimin yanındalar.

*Ama Kürtler federasyon ilan ederek ileriye yönelik bir ön alma, kendi kurumlarını oluşturma ve ilerinde Irak benzeri bir yapıya yönelme için hazırlık yapıyor olabilirler. Federasyonda Kürt ya da Kürdistan sözü geçmiyor. O coğrafi kısımda ağırlıklı Kürtler ve hatta PYD yanlıları olmakla birlikte böyle bir oluşumun tepki çekmemesi için bu yöntem seçilmiş olabilir. Çünkü bölgede Arap, Türkmen, Hristiyanlar da var. Zaten daha önce iddia etikleri yapı kontonal yapıydı ve birçok farklı unsuru içeriyor.

*PYD Cenevre’ye davetli değil. Türkiye’nin bu konuda ciddi çekincesi var. Ama PYD dışı Kürtler Suriye ulusal muhalefeti içinde varlar ve onlar u federasyon fikrine soğuk bakmıyorlar. Burada soru bu federasyonu kimin domine edeceği. Şimdilik PYD görünüyor. Türkiye bunu kabul etmeyecektir. Ama ortak bir yapı kurulursa Suriye’nin gidişatına göre dünyadan destek alabilir

*Diğer yandan ülkenin ileride federatif bir yapı altında yönetilmesinin ipuçları yok değil, bu tür planlar bir yerde B planı olarak bekliyor. Esad rejimi buna karışıymış gibi görünse de masada ne olacağı belli olmaz. Ancak Esad muhaliflerinin de ülke içinde bölgesel planlara karşı olduğu biliniyor. Suriye’nin yekpare bir yapı ile yönetilmesini fikrinde Esad ile muhalifler aynı cephede duruyor, hatta Türkiye de.

Evet, Rusların çekilmesi bir sürpriz ise Suriye’nin kuzeyinde bir federasyon ilanının zamanlaması da sürpriz gibi görünüyor.

Suriye savaşının 5. Yılında artık yeni politikalar ve yeni yaklaşımların zorunlu hale geldiği bir noktaya doğru gidiliyor gibi.


17 Şubat 2016 Çarşamba


Halep kuşatması bir dönüm noktası mı?


11 Şubat 2016

Suriye savaşındaki önemli dönemeçlerden birincisi, 2014 yılında IŞİD’in denkleme katılmasıydı.
Batı’nın Suriye ve Esad rejimi ile ilgili planı değişti. öncelik rejimin devrilmesinden IŞİD’in zayıflatılmasına kaydı.

2015 sonbaharında Rusya’nın Suriye ile ilgili imzaladığı askeri anlaşma sonrası bu ülkeye yerleşmesi ve askeri olarak Suriye iç savaşına dâhil olması da önemli ikinci dönemeç oldu. Rusya IŞİD’le mücadele adı altında Amerika Suudi Arabistan, Katar Türkiye gibi ülkelerin desteklediği muhalifleri Ahrar Şam grubu, Fetih cephesi gibi ılımlı denilen ama ılımlı olup olmadıkları tartışmalı olan bu gruplara yönelik ağır saldırılar başlattı. Amacı Suriye ordusu ile birlikte kuzeye Türkiye sınırına doğru olan alanları muhaliflerden almaktı. Bunu yaparken sivil hedefleri vurdu, birçok sivil hayatının kaybetti kaybediyor.

İşte tam bu noktada Halep’in kuşatılması ve düşmesi gündeme geldi. Bu çok önemli bir olay ve başka bir dönüm noktası.
Halep tamamen rejim güçlerinin eline geçerse askeri ve moral üstünlük yer değiştirecek, rejim güçleri Türkiye ile muhaliflerin hatlarını kesecek. 
Cenevre’de ya da başka bir yerde masaya oturulduğu zaman elinde daha fazla toprak parçası olacak, pazarlık bu noktadan başlayacak. Genelde bu tür görüşmelerde uygulanan bir taktiktir bu. Masaya oturana kadar elini güçlendirmek alan kazanmak.

Tabii bu noktaya gelinmesi de Rus savaş uçağının Türkiye tarafından düşürülmesinin olumsuz rolü de büyük. Çünkü o vakitten sonra Türkiye neredeyse sınıra uçuş yapamaz oldu ve bu durdum da Rusya ve Esad rejiminin elini kolaylaştırdı.

Çünkü hatırlanacağı gibi Türkiye 2012’den bu yana o hattı bir nevi uçuşa yasak bölge halinde getirmiş ve Suriye uçaklarınınım yanaşmasını önlemişti. Bu siviller için bir koruma muhalifler için rahat hareket etme anlamına geliyordu bu alanlarda Şimdi durum tersine döndü.
Peki Amerika ne yanıyor? Rusya’ya tepkili gibi görünüp aslında belli muhalif grupların vurulmasına göz yumuyor. Çünkü bu cihatçı grupların ileride kendisi için de sorun olacağını düşünüyor ve Rusya ses çıkarmıyor. İkincisi Kasım ayında seçimler var. O vakte kadar fazla bir adım atmak istemiyor.

İnsani bir dram kapıda. Türkiye’nin mülteci politikası ise takdire şayan. Çünkü AB ve diğerlerini ayak sürüdüğü noktada Türkiye bu insanları dışarıda bırakamaz.

Peki sıkışan muhaliler ne yapacak? Bir kısmı, IŞİD Nusra gibi radikal İslami örgütlere katılacak, bir kısmı İdlip civarında direnmeye devam edecek, bir kısmı da Türkiye’ye geçecek. Evet 
Türkiye’ye ama Türkiye ile kesilen lojistik hat muhaliflerin işini iyece zorlaştıracak.

Sonrasında ise rejim, IŞİD ve PYD ve müttefikleri kalacak sanki alanda ki bu başka bir değerlendirme konusu

Sonuçta Halep’in düşmesi ya da Halep Türkiye sınırı arasındaki bağlantının kopması Türkiye açısından yeni bir politikaya geçilmesini ya da alandaki gelişmelere göre yeniden politikasını düzenlemesini gerektiriyor.

Çünkü durum eskiye göre çok farklı artık.


11 Şubat 2016 Perşembe

"5. yıl önce başlayan süreç sadece Ortadoğu'yu değil Avrupa'yı da etkileyecek"

"5. yıl önce başlayan süreç sadece Ortadoğu'yu değil Avrupa'yı da etkileyecek"
Ortadoğu uzmanı gazeteci Mete Çubukçu, "Arap Baharı" olarak adlandırılan sürecin 5 yıl sonra artık Avrupa'yı da etkilemeye başladığını söyledi. Çubukçu, "Yeni dönemde terör ve güvenlik konuları belirleyici olacak. Mülteci akını ile birlikte Avrupa'da da sağ politikalar giderek artacak" dedi.
RADİKAL – 20 yıldan fazla bir süredir Ortadoğu’yu yakından takip eden Gazeteci Mete Çubukçu, “Arap Baharı” olarak nitelendirilen sürecin artık sadece bölgeyi değil, mülteci akınları ve terörist saldırılar nedeniyle Avrupa’yı da etkileyeceğini söylüyor.
2010 yılının sonunda başlayıp günümüzde etkilerini hâlâ sürdüren Arap ayaklanmalarını yerinde izleyen ve 2012 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Yıkılsın Bu Düzen (Arap Ayaklanmaları Ve Sonrası) kitabıyla izlenimlerini okurlara aktaran Çubukçu, “Arap Baharı” tanımlamasını reddediyor. Yaşananları bölgenin iç dinamikleri çerçevesinde açıklamak gerektiğine dikkat çeken Çubukçu, 5 yıl sonra bu sürecin nerelere ulaştığını Radikal’e değerlendirdi:
1-5. yılında Arap Baharı nasıl sonuçlandı?
Ayaklanmaların hem genel ve hem her ülkeye özgü sonuçları oldu.
Yola çıkış şiarı; özgürlük, demokrasi, refah toplumu, şeffaf toplum, ifade, örgütlenme özgürlüğü, ekonomik olarak daha eşit paylaşımdı. Bu konuda Tunus’ta görece başarı sağlandı, diğer ülkelerin hemen hepsinde baskılar arttı, darbe oldu, iç savaşlar yaşanıyor. Tunus dahil hepsi ekonomik olarak daha da geriye gitti. Ayaklanmalar, çıkış noktası olarak iç dinamiklerin ve kitlelerin eseriydi. Sonradan işin içine emperyalist, bölgesel alt emperyalist hayal içinde olan güçler girdi.

Ama yine de bu durum Arap ayaklanmalarının bir kitle hareketi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hareketler, örgütsel bir yapısı, bir liderliği, bir programı gibi klasik anlamda örgütlenme modeli olmadığı için kolay dağıldı. (Ya da bazılarının iddia ettiği gibi yeni dönemin örgütlenme biçimi buydu.) Mısır’da, Tahrir’de sokağa çıkan farklı insanlar belli noktalarda uzlaşarak beraber yürümeyi amaçlıyorlardı ama İhvan hareketi (kendi içinde de tartıştığı üzere) acele etti. İhvan,  tecrübesi olmadığı alanda, hızlı bir şekilde, ayaklanmanın uzlaşma koşullarını kenara iterek; Mısır gibi, askerin çok etkili olduğu, uluslararası anlamda müdahalenin olabileceği bir ülkede kısa sürede birçok şeyi bir arada halletmeye çalıştı. Üstelik ayaklanmada birlikte hareket ettikleri güçlerle de bir noktadan yollarını ayırdı. Cunta hem İhvanı hem de muhalefeti tuzağa düşürdü. Muhalefetin de İhvan karşıtlığı üzerinden orduya verdiği destek de affedilebilir değildi. Her devrim gibi cunta da İhvan karşıtı muhalif kesimi ezmekte gecikmedi. Bugün Mısır cezaevlerinde sadece İhvan üyeleri değil demokratik hak talep eden binlerce kişi yatmakta ve durum eskisine göre daha da kötüye gitmekte.
2- Süreç bundan sonra nasıl gelişir?
5 yılın sonunda Libya, Yemen ve Suriye’de yaşanan iç savaşlar 5 yıl önce beklenen gelişmeler değildi. Ama askeri müdahale ve kışkırtılan iç savaşlar nedeniyle özellikle IŞİD, El Kaide ve cihatçı radikal örgütlerin varlıkları arttı. Buna bağlı olarak terör eylemleri en üst noktaya çıktı. Arap ayaklanmalarının 5. yılındaki en büyük etkisi bölgede kaybolan düzen ve yıkılan devlet yapılarının bıraktığı boşluğu terör örgütlerinin doldurmasıdır.
5. yıl önce başlayan süreç sadece bölgeyi değil Avrupa’yı da etkiledi ve etkileyecek. Yani yeni dönemde terör ve güvenlik konuları belirleyici olacak. Mülteci akını ile birlikte Avrupa’da da sağ politikalar giderek artacak. Bu da ayaklanmaların sadece bölgemizle sınırlı kalmadığını gösteriyor. Mülteciler ve İŞİD terörü sonuçlardan bazıları.
3- Başlangıçtaki görünüm ve algı neydi, sonra nasıl değişti?
Ortadoğu coğrafyası, oryantalist bakış açısı ile tepeden bakılan, önyargılı yaklaşılan, küçümsenen bölge olarak ele alındı yıllarca. Ayaklanmalar bu anlayışı ters yüz etti. 
Emperyalist ülkeler, diktatörlerle hareket etmemeye karar vermişti belki ama bölgesel çıkar ve denge adına yine eski ayarlarına döndüler, Mısır’da cuntayı desteklediler, Libya’da askeri müdahalede bulundular, Suriye’nin durum zaten ortada. Kirli bir savaş, neredeyse herkesin elini soktuğu, içinde Suriyelilerin olmadığı bir savaş. Ama, mesela Suudi Arabistan gibi ülkeler de Arap ayaklanmalarını bastırmak için elinden geleni yaparken, Mısır’daki cunta rejimine destek verdi. Çünkü onların sorunu da Müslüman Kardeşler hareketini bastırmaktı. Ama Suriye’de cihatçıları desteklediler, destekliyorlar.
Ayaklanmalar sürecinde belirleyici iki ülke var: Mısır ve Suriye. Ortadoğu'da bu eskiden de böyleydi bugün de aynı. Durum böyle olduğu için Suriye meselesi tüm bölgeyi derinden etkiledi. Suriye’deki baskıcı ve diktatörlük rejimi kabul edilebilir bir durum olmamasına rağmen bu şekilde yıkılmayacağı baştan belliydi. Ortadoğu’yu, tarihi bilmeyenler Suriye’yi ve Suriye’de olabilecekleri tahlil edemediler.
İnsanların büyük umutlarla ayaklanarak, sonucunu çok da düşünmeden harekete geçtikleri bir süreç yaşandı, tıpkı 1848 ayaklanmaları gibi. Tarih böyledir zaten. Sonuç tahmin ettiğiniz gibi çıkmayabilir ama bir yol açılır ve oradan yürünür. Her şeye rağmen bu yürüyüş devam edecektir.
Fotoğraf: Goran Tomasevic/REUTERS
4- Türkiye nasıl etkilendi?
Ayaklanmalar başladığında Türkiye’nin müthiş bir imajı vardı. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kahire konuşması çok önemliydi ve bölgeye yeni bir açılım getiriyordu. Konuşma aslında Arap ayaklanmalarının ruhunu yansıtan bir konuşmaydı. O konuşmanın ardından ABD, Türkiye’nin bölgede önemli bir rol oynayacağının altını çizdi. Fakat bu kısa sürdü. Bu Türkiye’nin rol model olma özelliğini de öne çıkarıyordu. Bu rol modellik; demokratik, seküler, bir ayağı Avrupa Birliği’nde, NATO’da, bir ayağı Ortadoğu’da Müslüman çoğunluğun oluşturduğu bir ülkeydi. Ama sanırım bu rol modellik yanlış anlaşıldı. Aradan gecen beş yılda benim o dönem çok rahatlıkla gazetecilik yaptığım yerlerin bazılarına gidemiyoruz; gitsek de neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Arap ayaklanmalarının başlangıcındaki "yıldız ülke" imajı şimdi farklı bir yerde. Demek bir yanlışlık var.
5- Tüm bu sürecin sonunda Türkiye'nin payına düşenleri bir muhasebe eder misiniz?
Ortadoğu çok kadim bir coğrafya ve tecrübe gerektirir. Ortadoğu’da sadece din üzerinden yürüyemezsiniz, sadece mezhep üzerinden sadece örgütler ve partiler üzerinden, sadece sekülerizm üzerinden yürüyemezsiniz, bunların hepsinin karışımı olması lazım. Bunlardan birini çıkardığınız zaman eksik olur, nitekim de bu oldu. Ayıca bölge hala geçmişte rol oynayan emperyal güçlerin çok kolay vazgeçebilecekleri bir yer değil. Bölgede Suudi Arabistan gibi demokratik düzenlerin karşıtları (Mısır da Müslüman Kardeşler'in devrilmesini nasıl desteklediklerini hatırlayalım) Mısır gibi askeri düzenler oldukça bölgede demokratik güçlerin harekete geçmesi zaman alacaktır. Üstelik, radikal İslami örgütler yeni bir evreye girmiştir bölgede. 
Türkiye, bölgenin güçlü bir ülkesi olarak kendine has özellikleriyle (ama kesinlikle mezhep üzerinden değil) yürümesi gerekir. 
6- Bir beyaz sayfa açmak mümkün olsaydı, Türkiye nasıl bir politika izlemeliydi?
Arap ayaklanmalarında o düzenleri bir şekilde yıkmak için yola çıkıldı. Fakat böyle mi olması lazımdı? Libya için bir gelecek var mı? Esad rejimi zalim, devrilmesi gerekiyordu ama böyle mi? Belki de tarihin bu noktasının böyle sert olması gerekiyor. Fakat bölge değişiyor ve en önemlisi Hristiyan nüfus gittikçe azalıyor. Sürgün baskı ve öldürme harekâtlarıyla azalan Hristiyanların olmadığı bir Ortadoğu, eski bir Ortadoğu olmayacaktır. Mezhepçilik kışkırtılıyor. Etnik yapılar öne çıkmaya çalışıyor. 
Türkiye Batı aleminin bir üyesi, yüzünü Batı'ya çevirmiş ve geleceğinde belirleyici olacak bir coğrafyada AB ve NATO içinde bir ülke. Ortadoğu'nun önemli bir gücü yani bir ayağı Avrupa'da diğeri Ortadoğu'da. demokratik, seküler müslüman bir ülke. Sert değil yumuşak gücüyle bölgede takdir toplayan ve örnek gösterilen bir ülke. Tarihiyle bölgeye yakın, tarihi ile bölgeyi yaşamış bir ülke. Kimse bölgede bir kurtarıcı beklemiyor. Kendi güçleri ile geleceklerini belirlemek istiyor. İşte tüm bunlar Türkiye'yi hala öne çıkaran özellikler. Suriye, Mısır, Tunus'da birçok kişi için Türkiye bu yüzden özgün bir ülke. Yani Türkiye'yi işte bu iki coğrafya sentezi örnek hale getiriyor. Diğerlerinden zaten bol miktarda mevcut bölgede. 

5’inci yılında Arap ayaklanmaları: Umut ve hayal kırıklığı


Neredeyse tüm aşamaları dahil Arap ayaklanmalarına bir gazeteci olarak tanık olmak önemliydi. Yıllardır takip ettiğim bölgede gerçekleşmesini beklediğim ama nasıl olacağını tam tahmin edemediğim bir olaylar zinciri baş göstermişti. Diktatörlükler, baskıcı rejimler devriliyor, demokrasi şarkıları söyleniyordu. Kadınlar, erkekler, gençler, her sınıftan kitleler, heyecan, beklenti içindeydi.
Peki, beş yıl önce ne bekleniyordu, bugün durum ne?
Arap ayaklanmalarının hem genel, hem her ülkeye özgü sonuçları oldu.
– Yola çıkış şiarı; özgürlük, demokrasi, refah toplumu, şeffaf toplum, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, daha eşit ekonomik paylaşımdı. Bu alanlarda Tunus’ta görece başarı sağlandı ama diğer ülkelerin hemen hepsinde baskılar arttı, darbe oldu, iç savaşlar yaşanıyor.
– Ayaklanmalar çıkış noktası olarak iç dinamiklerin ve kitlelerin eseriydi. Sonradan işin içine emperyalist, bölgesel, alt emperyalist hayal içinde olan güçler girdi. Yine de bu durum Arap ayaklanmalarının bir kitle hareketi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
–  Örgütsel bir yapı, bir liderli, bir programı gibi klasik unsurlar olmadığı için ayaklanma hareketleri kolay dağıldı (Ya da bazılarının iddia ettiği gibi yeni dönemin örgütlenme biçimi buydu).
– Özellikle Mısır’da twitter ve facebook aracılığıyla, yeni araçlarla yeni direniş biçimleri örgütlenmişti. Ama eğer inanmış ve gevşek de olsa örgütlü bir kitle yoksa sosyal medya üzerinden örgütlenmeniz mümkün değil. Bu nedenle sosyal medya sadece kitlelerin tepkilerini ve kararlılığını ileriye taşıyabilecek bir mecraydı. Mısır’da ayaklananlar hem çatışıp hem de kendilerini farklı alanlarda var ettiler. Bu açıdan bugün ciddi bir hayal kırıklığının yanında bu hareketin geride bıraktığı çok ciddi tecrübeler var.
– İnsanların büyük umutlarla ayaklanarak, sonucunu çok da düşünmeden harekete geçtikleri bir süreç yaşandı, tıpkı 1848 ayaklanmaları gibi. Tarih böyledir zaten. Sonuç tahmin ettiğiniz gibi çıkmayabilir ama bir yol açılır ve oradan yürünür. Her şeye rağmen bu yürüyüş devam edecektir.
– Ortadoğu, oryantalist bakış açısıyla tepeden bakılan, önyargılı yaklaşılan, küçümsenen bir bölgeydi yıllarca. Ayaklanmalar bu anlayışı ters yüz etti.
– Korku duvarı aşıldı ama yeni konulan duvarların nasıl aşılacağına dair net bir tablo yok ortada. 2011’de olanlar düzen değişikliği değil, bir takım yöneticileri değiştirmeyle sonuçlandı. Tunus’ta gençler‘Bu devrim bizim devrimimiz değil’ diyecekti.
– Genel anlamda ayaklanma yaşanan tüm ülkeler ayrı ayrı incelenmeli. Tunus örneğin, görece başarılı bir örnek ama Tunus’un başarısı bir uzlaşma sayesinde gerçekleşti. Mısır’da Müslüman Kardeşler’in tecrübesizliği ve cuntanın ‘tezgah’ıyla kotarılan darbe sonucunda ortaya çıkan durum, Tunus’ta ortak bir zeminde buluşmayı getirdi.
– Mısır’da, Tahrir’de sokağa çıkan farklı insanlar belli noktalarda uzlaşarak beraber yürümeyi amaçlıyorlardı ama İhvan hareketi (kendi içinde de tartıştığı üzere) acele etti. İhvan, çok tecrübesi olmadığı alanda, hızlı bir şekilde, ayaklanmanın uzlaşma koşullarını kenara iterek; Mısır gibi, askerin çok etkili olduğu, uluslararası anlamda müdahalenin olabileceği, demokratik kültürün az olduğu bir ülkede kısa sürede birçok şeyi bir arada halletmeye çalıştı. Üstelik ayaklanmada birlikte hareket ettikleri güçleri de bir noktadan sonra dışladı.
Muhalefetin İhvan karşıtlığı üzerinden orduya verdiği destek de affedilebilir değildi. Her devrim gibi cunta da İhvan karşıtı muhalif kesimi ezmekte gecikmedi, Bugün Mısır cezaevlerinde sadece İhvan üyeleri değil demokratik hak talep eden binlerce kişi yatmakta ve durum eskisine göre daha da kötüye gitmekte.
– Emperyalist ülkeler, diktatörlerle hareket etmemeye karar vermişti belki ama bölgesel çıkar ve denge adına yine eski ayarlarına döndüler. Mısır’da cuntayı desteklediler, Libya’da askeri müdahalede bulundular, Suriye’nin durumu zaten ortada. Ama, mesela Suudi Arabistan gibi ülkeler de Arap ayaklanmalarını bastırmak için elinden geleni yaparken Mısır’daki cunta rejimine destek verdi. Çünkü onların da sorunu da Müslüman kardeşler hareketini bastırmaktı. Ama Suriye’de cihatçıları desteklediler, destekliyorlar.
– Ayaklanmalar sürecinde belirleyici iki ülke var: Mısır ve Suriye. Ortadoğu’da bu eskiden de böyleydi, bugün de aynı. Durum böyle olduğu için Suriye meselesi tüm bölgeyi derinden etkiledi. Suriye’deki baskıcı ve diktatörlük rejimi kabul edilebilir bir durum olmamasına rağmen bu şekilde yıkılmayacağı baştan belliydi.
– Ortadoğu’yu, tarihi bilmeyenler Suriye’yi ve Suriye’de olabilecekleri tahlil edemedi. Çünkü Ortadoğu’ya ‘tersine oryantalizm’le yaklaşanların oryantalistlerden farkı olmadığı ortaya çıktı.
– 5’nci yılda bölgede sadece dinsel, sadece mezhepsel, sadece örgütsel, sadece seküler, sadece çizgide yürümenin çözüm getirmediği ortaya çıktı. Ortadoğu’nun tüm bunların toplamı olduğu anlaşılmalı.
– Beş yılın sonunda Libya, Yemen ve Suriye’de yaşanan iç savaşlar beş yıl önce beklenen gelişmeler değildi. Ama askeri müdahale ve kışkırtılan iç savaşlar nedeniyle özellikle IŞİD, El Kaide ve cihatçı radikal örgütlerin varlıkları arttı. Buna bağlı olarak terör eylemleri en üst noktaya çıktı. Arap ayaklanmalarının 5’nci yılındaki en büyük etkisi bölgede kaybolan düzen ve yıkılan devlet yapılarının bıraktığı boşluğu terör örgütlerinin doldurması.
– Beş yıl önce başlayan süreç sadece bölgeyi değil Avrupa’yı da etkiledi ve etkileyecek. Yani yeni dönemde terör ve güvenlik konuları belirleyici olacak. Mülteci akınıyla birlikte Avrupa’da da sağ politikalar giderek artacak. Bu da ayaklanmaların etkisinin sadece bölgemizle sınırlı kalmadığını gösteriyor.
Arap ayaklanmaları sonuç itibariyle (şimdilik) başarısız oldu.
Ama bu yolun kapandığı anlamına gelmiyor. Yeni sınırlar çizilir mi? Bunu zaman gösterecek ama bu süreç ister istemez,  kimlikleri/mezhepleri kışkırtarak üzerinden yürünecek uzun bir yolu gösteriyor ki bu da yanlış bir yol olacak.



http://medyascope.tv/2016/01/26/mete-cubukcu-ile-arap-bahari-hayal-kirikliginin-5-yili/
BEŞ YILIN ARDINDAN: BİR GAZETECİ OLARAK ARAP AYAKLANMALARINA BAKMAK 26 ocak 2016/ http://bianet.org/bianet/siyaset/171479-mete-cubukcu-ayaklanmalarin-5-yilini-anlatti
‘Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki genç ‘işsizliğe’ Bahreyn’in başkenti Manama’da bulunan İnci Meydanı’ndaki gösterici kadın ‘eşit temsil edilememeye, Tunus’taki köylü yoksulluğa, Derra’daki gençler düşüncelerini özgürce dile getirememeye, Filistin’de bildiri dağıtanlar ‘hem yönetimlerine hem de İsrail işgaline isyan ederken, farklı taleplerle yola çıkanların birleştiği nokta rejimlerin değişmesiydi.’
Tam beş yıl önce Ortadoğu’da alışılagelmiş tüm gerçeklikler yıkılmış ve korku duvarı aşılmıştı; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Tunus’tan yayılan ateş Mısır’a, Libya’ya, Körfez Krallıklarına, Afrika’nın küçük devletlerine ulaşırken dillerde tek bir slogan vardı: ‘Halk rejimin devrilmesini istiyor.'
2011 yılında ‘Ortadoğu’nun insanları, gençleri, kadınları, emekçileri, laikleri, liberalleri, milliyetçileri ayaklandı’ diyordu yıllardır bölgeyi takip eden gazeteci Mete Çubukçu, ayaklanmaların hemen ardından  yazdığı Yıkılsın Bu Düzen kitabında, toplumun her kesimi başkaldırıyor, ayaklanmalar yeni bir miladı temsil ediyordu.
Geçen beş yılın ardından bölgenin değişen dinamikleri, Mısır’da otoriterliğin yeniden tesis edilmesini, Türkiye’nin durumunu, karşı-devrim dalgasını ve bir gazeteci olarak ayaklanmaların yazılmasını bölgeye hakim olan Mete Çubukçu’nun kendisinden dinledik.

Bir gazeteci olarak Arap Ayaklanmaları’na bakmak

Arap Ayaklanmaları’na gazeteci olarak tanık olmak önemliydi. Bir bölgede yer yerinden oynuyor ve yeni bir dönemin geldiğini hissediyorsunuz. Sonucunun ne olacağını bilemiyorsunuz ama süreç gazetecilik açısından önemli.
Yıllardır takip ettiğim bölgede hep sorguladığım, gerçekleşmesini beklediğim ama nasıl olacağını tam tahmin edemediğim olaylar zinciri gelişti. Yani bölgede rejimlerin böyle gitmeyeceği ortadaydı. Diktatörlükler, monarşiler, baskıcı rejimlerin de bir ömrü olduğunu biliyordum. Beklediğim ama zamanını tahmin edemediğim patlama da beş yıl önce gerçekleşti.
Diktatörlükler yıkılıyor, baskıcı rejimler devriliyor, demokrasi şarkıları söyleniyordu.
Kadınlar, erkekler, her sınıftan kitleler, gençler heyecan, beklenti ve umutlarını görünce tabii beni heyecanlandıran bir süreçti, korku duvarı yıkılıyordu. Günbegün orada izledik; önce Tahrir sonrasında Adeviye Meydanı’nda. Tabii ki Libya, Tunus, Suriye. Ayaklanmaların farklı bölümlerinde bütün bu ülkelerde bulundum.

Araplar da ayaklanır

Arap ayaklanmalarına baktığımızda kitapta da altını çizdiğim gibi başlangıcının belli ama nereye uzandığı belli olmayan, henüz tamamlanmamış bir süreç görüyoruz. 2011 yılında da bu böyleydi. Biraz da 1848 ayaklanmalarına benziyordu: Özgürlük, demokrasi, refah toplumu, şeffaf toplum, özgür düşünce, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ekonomik olarak daha eşit paylaşım.
Herkesin kalkışma amacı belli noktalarda örtüşüyordu ama ulaştıkları noktalarda farklı sonuçlar çıkarmaya başladılar. 2011 yılında başlayan ruh halinin bir kısmı hayal kırıklıkları içerip aynı heyecanı taşımasa bile o ruh halinin yeniden yaşanacağına dair işaretler var.
Özellikle Mısır önemlidir ve bütün bu gidişatta belirleyicidir. Ne zaman ki orada, ayaklanmanın öznelerinin oluşturduğu toplumsal mutabakatın dağıldığını hissettim, bu işin farklı bir noktaya gittiğini, farklı sonuçlanacağını gördüm ve yazdım. Zaten Yıkılsın Bu Düzen adlı kitabım da bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyadaki insanların büyük umutlarla ayaklanarak, sonucunu çok da düşünmeden harekete geçtikleri bir süreci ele aldım. Tıpkı 1848 ayaklanmaları gibi. Tarih böyledir zaten sonucu tahmin ettiğiniz gibi çıkmayabilir ama bir yol açılır ve oradan yürünür. Her şeye rağmen bu yürüyüş devam edecek diye düşünüyorum.
Mısır Ayaklanması 25 Ocak’ta başladı. O süreçten ve Kasım’da gerçekleşen seçimlerde, orduya karşı ayaklanmada, başkanlık seçimlerinde, cuntanın yönetime geldiği günden ve Rabia Meydan’ı direnişine kadarki süreci bizzat takip ettim.

Arap Ayaklanmaları kitle hareketleridir

Ortadoğu coğrafyası, oryantalist bakış açısı ile tepeden bakılan, önyargılı yaklaşılan, sözüm ona ‘kendi başına demokratikleşemeyen’ küçümsenen insanların bulunduğu bölge olarak ele alındı yıllarca. Ayaklanmalar bu anlayışı ters yüz etti. Çünkü bu yaklaşımlar objektif olmaktan çok yılların birikimi sonucu ortaya çıkmış algılardı.
Evet, bu coğrafya da bu algıyı besledi belli noktalarda ama yeni kuşaklar, orta sınıf talepleri, işçi sınıfının desteği, İslamcı hareketlerin güçlü olması ve tabii ki küreselleşme denilen olgu göz önüne alınınca iç dinamik patladı. Zaten Arap ayaklanmaları ilk çıkış noktası olarak iç dinamiklerin ve kitlelerin eseridir, sonradan işin için içine farklı uluslararası, bölgesel güçler girmişlerdir ama temelde Arap ayaklanmaları bir kitle hareketidir. Ama, örgütsel bir yapısı, bir liderliği, bir programı gibi klasik anlamda örgütlenme modeli olmadığı için kolay dağılmıştır. Ya da bazılarının iddia ettiği gibi yeni dönemin örgütlenme biçimi budur ve esnek, ucu açık bir örgütlenme biçimi ile mücadele ile yola çıkılmıştı diyebiliriz.
Şunlar konuşulmuştur ve doğrudur. Özellikle Mısır’da twitter ve facebook aracılığı ile yeni araçlar ile yeni direniş biçimleri örgütlenmiştir. Ama eğer sağlam, inanmış bir kitle yoksa sosyal medya üzerinden örgütlenmeniz mümkün değildir. Bu nedenle sosyal medya kitlelerin tepkileri ve kararlığı üzerine inşa edilen ara yöntemlerden biridir. Yoksa tak başına sosyal medya hiçbir şey ifade etmez. Mısır’da ayaklananlar hem çatışıp hem de kendilerini farklı alanlarda var ettiler. Bu açıdan bugün ciddi bir hayal kırıklığının yanında bu hareketin geride bıraktığı çok ciddi tecrübeler var.

Yeni duvarlar nasıl aşılacak?

Korku duvarı aşıldı ama yeni konulan duvarların nasıl aşılacağına dair net bir tablo ve hareket yok çünkü insanları hayal kırıklığına uğratacak farklı gerekçeler ve farklı olaylar gerçekleşti. Arap Ayaklanmaları hem özel hem de geneldi. Ama bahar değil ayaklanmaydı çünkü bahar beraberinde kışa mı döndü kavramsallaşmasını getiriyordu.
Arap Ayaklanmaları çıkış itibari ile bazı noktalarının belli olduğu ama varacağı yerin belli olmadığı, bu bölümün henüz tamamlanmadığı bir süreç, bir devrim değil. 2011 yılında devrimin koşulları oluşmamıştı ama bu önemli bir aşamaydı. Gerçekleşen düzen değişikliği değil, bir takım yöneticileri değiştirme çabasıydı. Tunus’ta gençler bana ‘bu devrim bizim devrimimiz değil’ demişti. Tıpkı Şahların Şahı kitabını yazan Polonyalı gazeteci Ryszard Kapuscinski’in İran devriminin ilk günleri anlatışı gibi. Tabii ki bu bir benzetmedir: Yıllarca devrim için mücadele edenlerden bazıları kutlamalara katılmazlar. Sorulduğunda “bir sonraki devrimi bekliyoruz” derler

Başarının ölçütü toplumsal uzlaşma

Genel anlamda ayaklanma yaşanan tüm ülkeler ayrı ayrı incelenmeli. Bugün Arap Ayaklanmaları’nı genel cümleler ile tanımlayamıyoruz. Ben tüm sürecin “bir proje”, “bir komplo” vb. yaklaşımlarla açılanacağı kanaatinde değilim. Çünkü öyle değil. İnsanların gücü, kitlelerin gücüne inanmak lazım. Evet sonraki aşamalarda birçok farklı unsur işin içine karşı ve sabote etti süreci. Bu da bir realite.
Tunus örneğin, görece başarılı bir örnek ama Tunus’un başarısı bir uzlaşma sayesinde gerçekleşti. Bu uzlaşma nereden çıktı? Mısır’da başarısızlığın nedenlerinden biri Müslüman Kardeşler’in tecrübesizliği, cuntanın “tezgâhı” ile sonuçlanan darbe sonucunda ortaya çıkan durum, Tunus’ta ortak bir zeminde buluşmayı getirdi.  Nahda hareketinin ortak zeminde buluşması sonucunda ortaya çıktı.

Mısır’daki başarısızlık siyasal İslam’ın

Mısır’da, Tahrir’de sokağa çıkan farklı insanların ortak bir buluşma amacı vardı, belli noktalarda uzlaşarak beraber yürümeyi amaçlıyorlardı ama İhvan hareketi kendi içinde de tartıştığı üzere bana göre çok acele etti. İhvan, çok tecrübesi olmadığı alanda çok iddialı, hızlı bir şekilde ayaklanmanın ortak uzlaşma koşullarını kenara iterek Mısır gibi, askerin çok etkili olduğu, uluslararası anlamda müdahalenin kolayca olabileceği, ortak demokratik uzlaşma kültürünün az olduğu bir ülkede kısa sürece birçok şeyi bir arada halletmeye çalıştı. Üstelik ayaklanmada birlikte hareket ettikleri güçleri de bir noktadan sonra dışladı.
Ben bunu siyasal İslam’ın başarısızlığı olarak nitelendiriyorum.
Her ülkenin kendi koşulları var ama Mısır’daki başarısızlığının nedeni toplumsal uzlaşmada İhvan hareketinin ayaklanan kesimleri dışlaması ve yolda kendi başına hareket etmesi ile gerçekleşti. Tunus’ta Nahda hareketi bunun böyle gitmeyeceğini gördü.
Ardından dış dinamiklerin de nereye varacağını bilemediği, kontrol edemeyecekleri alanda müdahale ettikleri bir durum ortaya çıktı. Emperyalist ülkeler, diktatörlere hareket etmemeye karar vermişti belki ama önlerini görmemeye başlayınca yine eski ayarlarına döndüler, cuntayı desteklediler, Libya’da askeri müdahalede bulundular, Suriye’nin durum zaten ortada. Ama, mesela Suudi Arabistan gibi ülkeler de Arap ayaklanmalarının baş düşmanları ve Mısır’daki cunta rejimini baş destekçisi olarak ortaya çıktı. Çünkü onların da derdi Müslüman kardeşler hareketini bastırmaktı. Çünkü Suudiler demokrasinin telaffuzundan bile korkan bir yapıdır. Ama Müslüman kardeşler gibi bir hareketi ezmeye çalışırken, Selefleri ve radikal cihatçı örgütleri destekleyebilirler, tıpkı Suriye’de olduğu gibi. Ama şunu söylemek gerek: Bölgede artık kimse bu tür ayaklanmalardan muaf değil, Suudiler dahil olmak üzere.

Ayaklanmalarda belirleyici ülkeler: Suriye ve Mısır

Burada daha demokratik bir yapının hayata geçeceğini Batı anlaşmıştı bu yüzden köstek olmadılar destek verdiler.
Ama ne zaman İslami hareketlerin farklı yönlere gidebileceğini ve kendi çıkarları ile örtüşmediğini gördüler duruma müdahale ettiler.
Arap Ayaklanmaları sürecinde belirleyici iki ülke var Mısır ve Suriye. Bu eskiden de böyleydi bugün de böyle. Durum böyle olduğu için Suriye meselesi tüm bölgeyi derinden etkiledi. Kolay çözülecek bir sorun değildi. Ortadoğu’yu, tarihi bilmeyenler Suriye’yi ve Suriye’de olabilecekleri tahlil edemediler. Çünkü maalesef memleketimizde Ortadoğu’yu bildiğini sananlar arasında bölgeye “tersine oryantalizm” mantığı ile yaklaşır, sadece niyet üzerinden yola çıkar ve yanılır. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi. Suriye’deki baskıcı ve diktatörlük rejimi kabul edilebilir bir durum değildir ve tabii ki yıkılmalıdır ama bu şekilde olmayacağı ortaya çıkmıştır. Çünkü Suriye bir Libya değildir ve Arap dünyasındaki etkisi farklıdır. Bunlar söylemiştik demek de bir anlam ifade etmiyor bu saatten sonra.
Libya ve Tunus’ta olan şey Arap dünyasını derinden etkilemez çünkü ondan uzaktır, Arap coğrafyasını domine edemez. Arap Ayaklanmaları’nın başarılı ya da başarısız olması Mısır ve Suriye’ye bağlıdır.  Evet, başarısız olundu ama bu yolun kapandığı anlamına gelmiyor. Fakat bu kadar kanlı olması gerekmiyordu.
Tunus, Mısır’dan daha yumuşaktı daha az belirleyici ve küçük. Biraz da toplumların karakterinden geliyor. Tunuslular Mısır ve Libya’yı gördükten sonra “biz böyle bir ülke mi istiyoruz” sorusunu sordu. Libya’da dış müdahale ülkenin tanınmaz hale getirip, Tunus’u ürküttü. Tunus’ta El kaide, IŞİD gibi yapılara açık bir ülke. Libya da zaten kaybedilmiş bir ülke maalesef böyle bir tehdit vardı. Bunu riske etmek istemediler.

İç dinamikler belirleyici

Ben iç dinamiklere inanan bir insanım. Dış dinamikler önemlidir ama tarihi iç dinamikler yazar.
Mısır’da eğer darbe olmasaydı Mursi seçim ile gitmek zorunda kalacaktı ama buna bile izin vermeden darbe fırsatını kaçırmadı ordu; çünkü niyeti oydu başından beri zaten.
Kasım 2011’de orduya karşı ayaklanma büyürken İhvan içinde tartışma vardı. Parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde edebileceklerini biliyorlardı. Bir kısmı ülkeyi yönetmek ya da iktidara gelmek için erken olduğunu, tecrübesiz olduklarını ve bir süre daha parlamentoda muhalefette kalmak istedi. Bir kısmı ise ‘hayır güç elimizde, halk arkamızda, biz yönetebiliriz’ dedi. Muhalefet, anayasanın hazırlanması sürecinde İhvan’ın ordu ile yakın durmasına karşı çıkıyordu.
Kasım’da 2. Tahrir Ayaklanması’nda meydanda gençler, askerlerle çatışıyordu ve asker çok sertti. İnsanlar ölüyordu, yoğun gözaltılar vardı. İhvan ise alanı bırakmış seçim çalışması yapıyordu. Oysa Mısır ordusu, ülkenin en güçlü teşkilatı olarak İhvan’ı tuzağa düşürdü.
Muhalefetin de İhvan karşıtlığı üzerinden orduya verdiği destek de çok affedilebilir değildi. Çünkü her devrim gibi cunta da o muhalif kesimi ezmekte gecikmedi

Suudi Arabistan ve karşı-devrim

Arap Ayaklanmaları’nın karşısında olan ve kösteklemeye çalışan ülkelerin başında Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri geliyor. Zaten demokrasi ile ilgileri olmayan bu ülkeler ayaklanmayı kendilerine bir tehdit olarak gördü. Çünkü ne istiyordu ayaklanmalar seçim, sandık, demokratik haklar... Bunlar sonuçta teokratik ülkelerde, kaba tabirle şeriatçı dediğimiz ülkelerde, tüm varoluşlarını petrol geliri ile doğan halkı ile patronaj ilişkisinde olan anti-demokratik rejimler... Suudi Arabistan demokratikleşmeyi ve İhvan Hareketini kendine bir tehdit olarak görüyordu bu yüzden Selefiler'i destekliyordu.
Körfez ülkeleri ise bunu bir mezhep ayaklanması olarak gördü. Fakat Bahreyn’de kim demokratik haklar için ayağa kalkacak tabi ülkenin ezilenleri Şiiler. Bahreyn’deki ayaklanma Şii kimliği üzerine değil bayağı demokratik bir ayaklanmaydı, dolayısıyla müdahaleye uğradı.
Yemen’de ise aktörler daha farklıydı, ülke gelişmişliği açısından. Suudi Arabistan Mısır cuntasına sonuna kadar destek verdi, ABD desteğini de unutmamak lazım.

Türkiye ve ayaklanmalar

Ayaklanmalar başladığında Türkiye’nin müthiş bir imajı vardı.  Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kahire konuşması çok önemliydi ve bölgeye yeni bir açılım getiriyordu. Konuşma aslında o Arap Ayaklanmaları’nın ruhunu yansıtan bir konuşmaydı. O konuşmanın ardından ABD, Türkiye’nin bölgede önemli bir rol oynayacağının altını çizdi. Fakat bu kısa sürdü.
Bu Türkiye’nin rol model olma özelliğini de öne çıkarıyordu. Bu rol modellik; demokratik, seküler, bir ayağı Avrupa Birliği’nde, NATO’da, bir ayağı Ortadoğu’da Müslüman çoğunluğun oluşturduğu bir ülkeydi. Ama sanırım bu rol maddelik yanlış anlaşıldı. Aradan gecen beş yılda benim o dönem çok rahatlıkla gazetecilik yaptığım yerlerin bazılarına gidemiyoruz; gitsek de neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
Ortadoğu çok kadim bir coğrafya, bir rol model olmak çok uzun yıllar ve tecrübeler gerektirir. Ortadoğu’da sadece din üzerinden yürüyemezsiniz, sadece mezhep üzerinden sadece örgütler ve partiler üzerinden, sadece sekülerizm üzerinden yürüyemezsiniz, bunların hepsinin karışımı olması lazım. Bunlardan birini çıkardığınız zaman kaybedersiniz, nitekim de bu oldu.

Tarihin sert noktası

O düzenler bir şekilde çatırdayacaktı fakat böyle mi olması lazımdı? Libya bunun için mi ayaklandık diyor? Esad rejimi zalim, devrilmesi gerekiyordu ama böyle mi? Belki de tarihin bir noktasının böyle sert olması gerekiyor. Birçok hata vardı muhalefeti birden silahlandırmak gibi. Fakat bölge değişiyor ve en önemlisi Hristiyan nüfus gittikçe azalıyor. Sürgün baskı ve öldürme harekâtlarıyla azalan Hristiyanların olmadığı bir Ortadoğu, eski bir Ortadoğu olmayacaktır.
Kitabının girişindeki mottolardan biriyle bitirelim söyleşimizi. Ayaklanmanın ilk ayları. Şam’ın kenar mahallerinden Duma. Bir kadına soruyorum, “Şii mi Sünni misiniz” diye, kadın yanıt veriyor: “Eskiden biz bu soruyu sormazdık. Ben de utanıyorum.”