11 Şubat 2016 Perşembe

BEŞ YILIN ARDINDAN: BİR GAZETECİ OLARAK ARAP AYAKLANMALARINA BAKMAK 26 ocak 2016/ http://bianet.org/bianet/siyaset/171479-mete-cubukcu-ayaklanmalarin-5-yilini-anlatti
‘Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki genç ‘işsizliğe’ Bahreyn’in başkenti Manama’da bulunan İnci Meydanı’ndaki gösterici kadın ‘eşit temsil edilememeye, Tunus’taki köylü yoksulluğa, Derra’daki gençler düşüncelerini özgürce dile getirememeye, Filistin’de bildiri dağıtanlar ‘hem yönetimlerine hem de İsrail işgaline isyan ederken, farklı taleplerle yola çıkanların birleştiği nokta rejimlerin değişmesiydi.’
Tam beş yıl önce Ortadoğu’da alışılagelmiş tüm gerçeklikler yıkılmış ve korku duvarı aşılmıştı; artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Tunus’tan yayılan ateş Mısır’a, Libya’ya, Körfez Krallıklarına, Afrika’nın küçük devletlerine ulaşırken dillerde tek bir slogan vardı: ‘Halk rejimin devrilmesini istiyor.'
2011 yılında ‘Ortadoğu’nun insanları, gençleri, kadınları, emekçileri, laikleri, liberalleri, milliyetçileri ayaklandı’ diyordu yıllardır bölgeyi takip eden gazeteci Mete Çubukçu, ayaklanmaların hemen ardından  yazdığı Yıkılsın Bu Düzen kitabında, toplumun her kesimi başkaldırıyor, ayaklanmalar yeni bir miladı temsil ediyordu.
Geçen beş yılın ardından bölgenin değişen dinamikleri, Mısır’da otoriterliğin yeniden tesis edilmesini, Türkiye’nin durumunu, karşı-devrim dalgasını ve bir gazeteci olarak ayaklanmaların yazılmasını bölgeye hakim olan Mete Çubukçu’nun kendisinden dinledik.

Bir gazeteci olarak Arap Ayaklanmaları’na bakmak

Arap Ayaklanmaları’na gazeteci olarak tanık olmak önemliydi. Bir bölgede yer yerinden oynuyor ve yeni bir dönemin geldiğini hissediyorsunuz. Sonucunun ne olacağını bilemiyorsunuz ama süreç gazetecilik açısından önemli.
Yıllardır takip ettiğim bölgede hep sorguladığım, gerçekleşmesini beklediğim ama nasıl olacağını tam tahmin edemediğim olaylar zinciri gelişti. Yani bölgede rejimlerin böyle gitmeyeceği ortadaydı. Diktatörlükler, monarşiler, baskıcı rejimlerin de bir ömrü olduğunu biliyordum. Beklediğim ama zamanını tahmin edemediğim patlama da beş yıl önce gerçekleşti.
Diktatörlükler yıkılıyor, baskıcı rejimler devriliyor, demokrasi şarkıları söyleniyordu.
Kadınlar, erkekler, her sınıftan kitleler, gençler heyecan, beklenti ve umutlarını görünce tabii beni heyecanlandıran bir süreçti, korku duvarı yıkılıyordu. Günbegün orada izledik; önce Tahrir sonrasında Adeviye Meydanı’nda. Tabii ki Libya, Tunus, Suriye. Ayaklanmaların farklı bölümlerinde bütün bu ülkelerde bulundum.

Araplar da ayaklanır

Arap ayaklanmalarına baktığımızda kitapta da altını çizdiğim gibi başlangıcının belli ama nereye uzandığı belli olmayan, henüz tamamlanmamış bir süreç görüyoruz. 2011 yılında da bu böyleydi. Biraz da 1848 ayaklanmalarına benziyordu: Özgürlük, demokrasi, refah toplumu, şeffaf toplum, özgür düşünce, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, ekonomik olarak daha eşit paylaşım.
Herkesin kalkışma amacı belli noktalarda örtüşüyordu ama ulaştıkları noktalarda farklı sonuçlar çıkarmaya başladılar. 2011 yılında başlayan ruh halinin bir kısmı hayal kırıklıkları içerip aynı heyecanı taşımasa bile o ruh halinin yeniden yaşanacağına dair işaretler var.
Özellikle Mısır önemlidir ve bütün bu gidişatta belirleyicidir. Ne zaman ki orada, ayaklanmanın öznelerinin oluşturduğu toplumsal mutabakatın dağıldığını hissettim, bu işin farklı bir noktaya gittiğini, farklı sonuçlanacağını gördüm ve yazdım. Zaten Yıkılsın Bu Düzen adlı kitabım da bizim de içinde bulunduğumuz coğrafyadaki insanların büyük umutlarla ayaklanarak, sonucunu çok da düşünmeden harekete geçtikleri bir süreci ele aldım. Tıpkı 1848 ayaklanmaları gibi. Tarih böyledir zaten sonucu tahmin ettiğiniz gibi çıkmayabilir ama bir yol açılır ve oradan yürünür. Her şeye rağmen bu yürüyüş devam edecek diye düşünüyorum.
Mısır Ayaklanması 25 Ocak’ta başladı. O süreçten ve Kasım’da gerçekleşen seçimlerde, orduya karşı ayaklanmada, başkanlık seçimlerinde, cuntanın yönetime geldiği günden ve Rabia Meydan’ı direnişine kadarki süreci bizzat takip ettim.

Arap Ayaklanmaları kitle hareketleridir

Ortadoğu coğrafyası, oryantalist bakış açısı ile tepeden bakılan, önyargılı yaklaşılan, sözüm ona ‘kendi başına demokratikleşemeyen’ küçümsenen insanların bulunduğu bölge olarak ele alındı yıllarca. Ayaklanmalar bu anlayışı ters yüz etti. Çünkü bu yaklaşımlar objektif olmaktan çok yılların birikimi sonucu ortaya çıkmış algılardı.
Evet, bu coğrafya da bu algıyı besledi belli noktalarda ama yeni kuşaklar, orta sınıf talepleri, işçi sınıfının desteği, İslamcı hareketlerin güçlü olması ve tabii ki küreselleşme denilen olgu göz önüne alınınca iç dinamik patladı. Zaten Arap ayaklanmaları ilk çıkış noktası olarak iç dinamiklerin ve kitlelerin eseridir, sonradan işin için içine farklı uluslararası, bölgesel güçler girmişlerdir ama temelde Arap ayaklanmaları bir kitle hareketidir. Ama, örgütsel bir yapısı, bir liderliği, bir programı gibi klasik anlamda örgütlenme modeli olmadığı için kolay dağılmıştır. Ya da bazılarının iddia ettiği gibi yeni dönemin örgütlenme biçimi budur ve esnek, ucu açık bir örgütlenme biçimi ile mücadele ile yola çıkılmıştı diyebiliriz.
Şunlar konuşulmuştur ve doğrudur. Özellikle Mısır’da twitter ve facebook aracılığı ile yeni araçlar ile yeni direniş biçimleri örgütlenmiştir. Ama eğer sağlam, inanmış bir kitle yoksa sosyal medya üzerinden örgütlenmeniz mümkün değildir. Bu nedenle sosyal medya kitlelerin tepkileri ve kararlığı üzerine inşa edilen ara yöntemlerden biridir. Yoksa tak başına sosyal medya hiçbir şey ifade etmez. Mısır’da ayaklananlar hem çatışıp hem de kendilerini farklı alanlarda var ettiler. Bu açıdan bugün ciddi bir hayal kırıklığının yanında bu hareketin geride bıraktığı çok ciddi tecrübeler var.

Yeni duvarlar nasıl aşılacak?

Korku duvarı aşıldı ama yeni konulan duvarların nasıl aşılacağına dair net bir tablo ve hareket yok çünkü insanları hayal kırıklığına uğratacak farklı gerekçeler ve farklı olaylar gerçekleşti. Arap Ayaklanmaları hem özel hem de geneldi. Ama bahar değil ayaklanmaydı çünkü bahar beraberinde kışa mı döndü kavramsallaşmasını getiriyordu.
Arap Ayaklanmaları çıkış itibari ile bazı noktalarının belli olduğu ama varacağı yerin belli olmadığı, bu bölümün henüz tamamlanmadığı bir süreç, bir devrim değil. 2011 yılında devrimin koşulları oluşmamıştı ama bu önemli bir aşamaydı. Gerçekleşen düzen değişikliği değil, bir takım yöneticileri değiştirme çabasıydı. Tunus’ta gençler bana ‘bu devrim bizim devrimimiz değil’ demişti. Tıpkı Şahların Şahı kitabını yazan Polonyalı gazeteci Ryszard Kapuscinski’in İran devriminin ilk günleri anlatışı gibi. Tabii ki bu bir benzetmedir: Yıllarca devrim için mücadele edenlerden bazıları kutlamalara katılmazlar. Sorulduğunda “bir sonraki devrimi bekliyoruz” derler

Başarının ölçütü toplumsal uzlaşma

Genel anlamda ayaklanma yaşanan tüm ülkeler ayrı ayrı incelenmeli. Bugün Arap Ayaklanmaları’nı genel cümleler ile tanımlayamıyoruz. Ben tüm sürecin “bir proje”, “bir komplo” vb. yaklaşımlarla açılanacağı kanaatinde değilim. Çünkü öyle değil. İnsanların gücü, kitlelerin gücüne inanmak lazım. Evet sonraki aşamalarda birçok farklı unsur işin içine karşı ve sabote etti süreci. Bu da bir realite.
Tunus örneğin, görece başarılı bir örnek ama Tunus’un başarısı bir uzlaşma sayesinde gerçekleşti. Bu uzlaşma nereden çıktı? Mısır’da başarısızlığın nedenlerinden biri Müslüman Kardeşler’in tecrübesizliği, cuntanın “tezgâhı” ile sonuçlanan darbe sonucunda ortaya çıkan durum, Tunus’ta ortak bir zeminde buluşmayı getirdi.  Nahda hareketinin ortak zeminde buluşması sonucunda ortaya çıktı.

Mısır’daki başarısızlık siyasal İslam’ın

Mısır’da, Tahrir’de sokağa çıkan farklı insanların ortak bir buluşma amacı vardı, belli noktalarda uzlaşarak beraber yürümeyi amaçlıyorlardı ama İhvan hareketi kendi içinde de tartıştığı üzere bana göre çok acele etti. İhvan, çok tecrübesi olmadığı alanda çok iddialı, hızlı bir şekilde ayaklanmanın ortak uzlaşma koşullarını kenara iterek Mısır gibi, askerin çok etkili olduğu, uluslararası anlamda müdahalenin kolayca olabileceği, ortak demokratik uzlaşma kültürünün az olduğu bir ülkede kısa sürece birçok şeyi bir arada halletmeye çalıştı. Üstelik ayaklanmada birlikte hareket ettikleri güçleri de bir noktadan sonra dışladı.
Ben bunu siyasal İslam’ın başarısızlığı olarak nitelendiriyorum.
Her ülkenin kendi koşulları var ama Mısır’daki başarısızlığının nedeni toplumsal uzlaşmada İhvan hareketinin ayaklanan kesimleri dışlaması ve yolda kendi başına hareket etmesi ile gerçekleşti. Tunus’ta Nahda hareketi bunun böyle gitmeyeceğini gördü.
Ardından dış dinamiklerin de nereye varacağını bilemediği, kontrol edemeyecekleri alanda müdahale ettikleri bir durum ortaya çıktı. Emperyalist ülkeler, diktatörlere hareket etmemeye karar vermişti belki ama önlerini görmemeye başlayınca yine eski ayarlarına döndüler, cuntayı desteklediler, Libya’da askeri müdahalede bulundular, Suriye’nin durum zaten ortada. Ama, mesela Suudi Arabistan gibi ülkeler de Arap ayaklanmalarının baş düşmanları ve Mısır’daki cunta rejimini baş destekçisi olarak ortaya çıktı. Çünkü onların da derdi Müslüman kardeşler hareketini bastırmaktı. Çünkü Suudiler demokrasinin telaffuzundan bile korkan bir yapıdır. Ama Müslüman kardeşler gibi bir hareketi ezmeye çalışırken, Selefleri ve radikal cihatçı örgütleri destekleyebilirler, tıpkı Suriye’de olduğu gibi. Ama şunu söylemek gerek: Bölgede artık kimse bu tür ayaklanmalardan muaf değil, Suudiler dahil olmak üzere.

Ayaklanmalarda belirleyici ülkeler: Suriye ve Mısır

Burada daha demokratik bir yapının hayata geçeceğini Batı anlaşmıştı bu yüzden köstek olmadılar destek verdiler.
Ama ne zaman İslami hareketlerin farklı yönlere gidebileceğini ve kendi çıkarları ile örtüşmediğini gördüler duruma müdahale ettiler.
Arap Ayaklanmaları sürecinde belirleyici iki ülke var Mısır ve Suriye. Bu eskiden de böyleydi bugün de böyle. Durum böyle olduğu için Suriye meselesi tüm bölgeyi derinden etkiledi. Kolay çözülecek bir sorun değildi. Ortadoğu’yu, tarihi bilmeyenler Suriye’yi ve Suriye’de olabilecekleri tahlil edemediler. Çünkü maalesef memleketimizde Ortadoğu’yu bildiğini sananlar arasında bölgeye “tersine oryantalizm” mantığı ile yaklaşır, sadece niyet üzerinden yola çıkar ve yanılır. Tıpkı Suriye’de olduğu gibi. Suriye’deki baskıcı ve diktatörlük rejimi kabul edilebilir bir durum değildir ve tabii ki yıkılmalıdır ama bu şekilde olmayacağı ortaya çıkmıştır. Çünkü Suriye bir Libya değildir ve Arap dünyasındaki etkisi farklıdır. Bunlar söylemiştik demek de bir anlam ifade etmiyor bu saatten sonra.
Libya ve Tunus’ta olan şey Arap dünyasını derinden etkilemez çünkü ondan uzaktır, Arap coğrafyasını domine edemez. Arap Ayaklanmaları’nın başarılı ya da başarısız olması Mısır ve Suriye’ye bağlıdır.  Evet, başarısız olundu ama bu yolun kapandığı anlamına gelmiyor. Fakat bu kadar kanlı olması gerekmiyordu.
Tunus, Mısır’dan daha yumuşaktı daha az belirleyici ve küçük. Biraz da toplumların karakterinden geliyor. Tunuslular Mısır ve Libya’yı gördükten sonra “biz böyle bir ülke mi istiyoruz” sorusunu sordu. Libya’da dış müdahale ülkenin tanınmaz hale getirip, Tunus’u ürküttü. Tunus’ta El kaide, IŞİD gibi yapılara açık bir ülke. Libya da zaten kaybedilmiş bir ülke maalesef böyle bir tehdit vardı. Bunu riske etmek istemediler.

İç dinamikler belirleyici

Ben iç dinamiklere inanan bir insanım. Dış dinamikler önemlidir ama tarihi iç dinamikler yazar.
Mısır’da eğer darbe olmasaydı Mursi seçim ile gitmek zorunda kalacaktı ama buna bile izin vermeden darbe fırsatını kaçırmadı ordu; çünkü niyeti oydu başından beri zaten.
Kasım 2011’de orduya karşı ayaklanma büyürken İhvan içinde tartışma vardı. Parlamento seçimlerinde çoğunluğu elde edebileceklerini biliyorlardı. Bir kısmı ülkeyi yönetmek ya da iktidara gelmek için erken olduğunu, tecrübesiz olduklarını ve bir süre daha parlamentoda muhalefette kalmak istedi. Bir kısmı ise ‘hayır güç elimizde, halk arkamızda, biz yönetebiliriz’ dedi. Muhalefet, anayasanın hazırlanması sürecinde İhvan’ın ordu ile yakın durmasına karşı çıkıyordu.
Kasım’da 2. Tahrir Ayaklanması’nda meydanda gençler, askerlerle çatışıyordu ve asker çok sertti. İnsanlar ölüyordu, yoğun gözaltılar vardı. İhvan ise alanı bırakmış seçim çalışması yapıyordu. Oysa Mısır ordusu, ülkenin en güçlü teşkilatı olarak İhvan’ı tuzağa düşürdü.
Muhalefetin de İhvan karşıtlığı üzerinden orduya verdiği destek de çok affedilebilir değildi. Çünkü her devrim gibi cunta da o muhalif kesimi ezmekte gecikmedi

Suudi Arabistan ve karşı-devrim

Arap Ayaklanmaları’nın karşısında olan ve kösteklemeye çalışan ülkelerin başında Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri geliyor. Zaten demokrasi ile ilgileri olmayan bu ülkeler ayaklanmayı kendilerine bir tehdit olarak gördü. Çünkü ne istiyordu ayaklanmalar seçim, sandık, demokratik haklar... Bunlar sonuçta teokratik ülkelerde, kaba tabirle şeriatçı dediğimiz ülkelerde, tüm varoluşlarını petrol geliri ile doğan halkı ile patronaj ilişkisinde olan anti-demokratik rejimler... Suudi Arabistan demokratikleşmeyi ve İhvan Hareketini kendine bir tehdit olarak görüyordu bu yüzden Selefiler'i destekliyordu.
Körfez ülkeleri ise bunu bir mezhep ayaklanması olarak gördü. Fakat Bahreyn’de kim demokratik haklar için ayağa kalkacak tabi ülkenin ezilenleri Şiiler. Bahreyn’deki ayaklanma Şii kimliği üzerine değil bayağı demokratik bir ayaklanmaydı, dolayısıyla müdahaleye uğradı.
Yemen’de ise aktörler daha farklıydı, ülke gelişmişliği açısından. Suudi Arabistan Mısır cuntasına sonuna kadar destek verdi, ABD desteğini de unutmamak lazım.

Türkiye ve ayaklanmalar

Ayaklanmalar başladığında Türkiye’nin müthiş bir imajı vardı.  Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kahire konuşması çok önemliydi ve bölgeye yeni bir açılım getiriyordu. Konuşma aslında o Arap Ayaklanmaları’nın ruhunu yansıtan bir konuşmaydı. O konuşmanın ardından ABD, Türkiye’nin bölgede önemli bir rol oynayacağının altını çizdi. Fakat bu kısa sürdü.
Bu Türkiye’nin rol model olma özelliğini de öne çıkarıyordu. Bu rol modellik; demokratik, seküler, bir ayağı Avrupa Birliği’nde, NATO’da, bir ayağı Ortadoğu’da Müslüman çoğunluğun oluşturduğu bir ülkeydi. Ama sanırım bu rol maddelik yanlış anlaşıldı. Aradan gecen beş yılda benim o dönem çok rahatlıkla gazetecilik yaptığım yerlerin bazılarına gidemiyoruz; gitsek de neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz.
Ortadoğu çok kadim bir coğrafya, bir rol model olmak çok uzun yıllar ve tecrübeler gerektirir. Ortadoğu’da sadece din üzerinden yürüyemezsiniz, sadece mezhep üzerinden sadece örgütler ve partiler üzerinden, sadece sekülerizm üzerinden yürüyemezsiniz, bunların hepsinin karışımı olması lazım. Bunlardan birini çıkardığınız zaman kaybedersiniz, nitekim de bu oldu.

Tarihin sert noktası

O düzenler bir şekilde çatırdayacaktı fakat böyle mi olması lazımdı? Libya bunun için mi ayaklandık diyor? Esad rejimi zalim, devrilmesi gerekiyordu ama böyle mi? Belki de tarihin bir noktasının böyle sert olması gerekiyor. Birçok hata vardı muhalefeti birden silahlandırmak gibi. Fakat bölge değişiyor ve en önemlisi Hristiyan nüfus gittikçe azalıyor. Sürgün baskı ve öldürme harekâtlarıyla azalan Hristiyanların olmadığı bir Ortadoğu, eski bir Ortadoğu olmayacaktır.
Kitabının girişindeki mottolardan biriyle bitirelim söyleşimizi. Ayaklanmanın ilk ayları. Şam’ın kenar mahallerinden Duma. Bir kadına soruyorum, “Şii mi Sünni misiniz” diye, kadın yanıt veriyor: “Eskiden biz bu soruyu sormazdık. Ben de utanıyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder