27 Ekim 2013 Pazar


DÜNYA BİZE DÜŞMAN MI?

Radikal İKİ/ 26.10.2013

 
Türkiye uzun süredir hiç alışkın olmadığı kadar dış politika eksenli tartışmalara sahne olurken nereden bakıldığına bağlı olarak bu durum farklı değerlendiriliyor. Bu durum Türkiye’nin dünya artan öneminden rahatsız olanların ‘oyunları” olarak değerlendirildiği gibi, son dönem Türk dış politikasının savrulmasından kaynaklanan yalpalamaya bağlayanlar var. Bu farklı bakış açılarının ne hepsi doğru ne de yanlış; abartılı bir hükümet savunuculuğu kadar karşıtlık da söz konusu. Çünkü Türkiye’nin içinden geçtiği dönemde herhangi bir meseleyi aklı selim içinde değerlendirmek mümkün değil. ‘Yeniden ortadan bölünmüş’ bir ülke olarak Türkiye’de herkes kendi cephesini koruma derdinde,  cephesinin ‘askeri’ gibi davranıyor.

Suriye meselesindeki bölgeyi bilmemekten kaynaklanan, yanlış ve hesapsız politikanın Türkiye’nin dengesini bozduğu aşikar. Ancak, Gezi olayları nedeniyle ortaya atılan komplo teorilerine bağlı olarak dünyanın topyekun ‘Türkiye’yi hedefe aldığı’ tezini sürdüren hükümetin bir dönem hatta hala ulusalcıların savunduğu biçimde amorf bir ‘bağımsızlıkçı’ söyleme yöneldiği görünüyor. Evet, Türkiye çevresiyle sorun yaşıyor, yeri geliyor Şangay Beşlisi’ne katılma fikrini ortaya atıyor, NATO’ya posta koyuyor. Ama tüm bunlar yapılırken sanki yüksek sesle tribünlere oynanarak ülkenin içi tahkim edilmeye çalışılıyor. Yani bildiğimiz ‘dış düşman’ tezi işleniyor. Bunların son örneği MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef aldığı ve İsrail kaynaklı olduğu iddia edilen haberler.

Yapılan tartışmalara dışarıdan bakan birisi ‘bütün dünyanın Türkiye’ye yüklendiği’ hissine kapılabilir. Oysa dünyanın hiçbir ülkesinde bir ya da iki gazete çıkan haber üzerine günlerce gündem oluşturulmaz ya da kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaz. En azından ‘büyük’ ülke iddiası taşıyanlar, kendine güvenenler bunu böyle yapmaz. Hele bu iddiaların doğru olmadığı söyleniyorsa haberler kaale bile alınmaz.

Türkiye’nin son dönem dış politikası (doğru ya da yanlış) doğal olarak bazı ülkeleri rahatsız etmekle. Bu nedenle farklı açılardan Türkiye yüklenildiği doğru. Zaten uluslararası politikada bunların olması da normal, dünya tarihi bunların örnekleriyle dolu.  Diğer yandan dış politikada hükümetin iddialı olarak yola çıktığı konuların elinden kayıp gitmesinin yarattığı bir sinir bozukluğu da söz konusu. Ancak, konunun günlerce gündemde tutulması, Türkiye’ye topyekün bir komplo kurulduğu havası da sanki bizzat içeride ‘yaratılıyor’ gibi. Bu yaratılan havadan alıştığımız tarza mağduriyet çıkarmaya çalışanlar kadar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleneksel refleksi olan ‘dış düşman’ yaklaşımının da kullananlar da var.

KAPASİTE AŞIMI!

Birkaç yıl öncesinde bölgenin elitleri arasında ve sokaklarında itibar gören, belli çıkarlar çerçevesinde olsa da yumuşak yaklaşımıyla bölge haklarının teveccühünü kazanan Türkiye, özellikle Suriye meselesinden sonra bu algısını yitirdi. Türkiye artık Sünni hattı bölgede ihdas etmek isteyen bir ülke olarak algılanıyor. Yine aynı meselede ABD ile birlikte hareket etse de ABD’den daha hevesli bir Suriye politikası izleyen Türkiye’nin tezleri giderek daha az taraftar buluyor. Artık diplomasi masası zorlanıyor. Suriye’de bölgeyi ve bölge dengelerini bilmemekten kaynaklanan bu sonuç Mısır’daki askeri darbe ile birleşince Türkiye’nin hareket alanını iyice küçüldü. Bu cümleden, sıranın Türkiye’de olduğu ve dünyanın böyle bir komplo içinde olduğu sonucu çıkmasın. Ancak, Türkiye Arap ayaklanmaları ile henüz tam değişmeyen ‘düzen’i iyi okuyamadı. Acele etti ve bu acelecilik kendisini bağladı. Bugün bölgede kalan ‘tek kale’ Hamas da zor durumda. Birkaç yıl önce İran’la yürütülen nükleer müzakerelerin ana ülkelerinden biri Türkiye’ydi. Hatta kendini riske ederek ama doğru bir tavır olarak BM güvenlik konseyinde olumsuz oy kullanarak birçok ülkeyi kızdırdı. Süreçte söz sahibi oldu, görüşmeler İstanbul’da yapıldı. Daha sonra Suriye meselesi ile İran’la mesafe açıldı yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yumuşak geçiş politikası değerlendiremedi. Yani Türkiye’nin o cephede de ismi pek geçmez oldu. Yani aynı anda birçok yerde politika uygulamak Türkiye’nin kapasitesini aştı.

AMERİKAN İSTİHBARATI GİBİ!

20 Ekim 2013 Pazar


BARIŞ SÜRECİ OYALAMAYA GELMEZ!


Radikal İKİ/ 20.10.2013
Demokratikleşme paketine KCK’dan Ekim ayı başında bir değerlendirme geldi. Malum beklentilerin karşılanmaması üzerine yaşanan hayal kırklığı, ‘ortada süreç kalmadı’ şeklinde özetlendi. Hatta paket Qundır yani kabak olarak nitelendirildi. Bu noktadan sonra gözler tabii ki Abdullah Öcalan’a, Öcalan’ın 15 Ekim’de BDP heyetiyle görüşmesine çevrildi. Bazı çevreler, uzak ihtimal olsa da ateşkesin sona ermesi ihtimalini konuşurken İmralı’dan böyle bir karar çıkmayacağı biliniyordu.
Demokratikleşme paketi Kürtlerin asıl ve asli haklarını-beklentilerini karşılamazken, demokratikleşme paketinden bağımsız olarak süreçle ilgili birçok soru işaretleri söz konusu. Bu soru işaretleri hem Kürt siyasi hareketi hem Kürtler hem de Türkiye için geçerli. İlk soru işareti, sürecin başından bu yana bir türlü açıklığa kavuşmayan -adını ister diyalog ister ham müzakere koyalım- görüşmelerin içeriği, şekli ve gidişatıyla ilgili. Bir diğeri bazı noktalar net olsa da kimin hangi zeminde kiminle görüştüğü ve görüşen tarafların inisiyatif kullanma marjının ne olduğu.
ÖCALAN-BDP-KANDİL
Kürt siyasi ve silahlı hareketini İmralı’da Öcalan’ın temsil ettiği, inisiyatifin onda olduğu biliniyor. Ama hükümet ya da devleti kimin temsil ettiği, bu temsiliyetin garantisi hala muğlâk. Öcalan, İmralı’da devlet-hükümet adına MİT’le görüşüyor. Yıllardır siyasi zeminde politika yapmadığı savıyla eleştirilen BDP milletvekilleri belki de hiç olmadığı kadar siyasal zemini kullanıyor. BDP’liler hükümet ya da Adalet Bakanlığı’nın ‘kotası’ dahilinde Öcalan’la heyetler halinde buluşuyor. Gerektiği zaman Adalet bakanı ile bir araya geliyor, Öcalan’ın taleplerini bakanlığa iletiyor. Bu arada Kandil’in görüşleri alınıyor. Tüm bunlar kamuoyuna açık bir biçimde gerçekleşiyor. Ancak, süreç ilerlerken, hükümet BDP’ye yükleniyor, BDP hükümetin süreç konusunda ayak sürüdüğünü söylüyor. Hükümet de kendisini eleştiren vekilleri İmralı heyetinden eliyor. Eğer görüşmeler devam edecek olursa yakında BDP’den adaya gidebilecek milletvekili kalmayacak gibi. Bir yandan BDP’nin siyasi zeminde çözüm için çalışması, meclis çatısı altında politika yapması istenirken bunu sessiz sedasız, eleştiri yönetmeden yapmaları isteniyor. Ya da söylenmek istenen şu: ‘Siz bu işe fazla karışmayın. Biz liderinizle süreci yürütüyoruz’. Hatta, BDP’li vekillerin eleştirel tavrının devamı halinde yakında Adalet Bakanıyla bile görüşemeyeceğini ima edilmesi de işi giderek tuhaflaştırmış durumda. Şöyle bir hava var sanki: Öcalan MİT’le daha iyi anlaşıyor. BDP ise Kandil’le birlikte süreci zorlaştırıyor. Oysa öyle değil. Görülen o ki MİT’in yaptığı görüşmeler hükümet tarafından pek kabul görmüyor.
SÜREÇ DENETLENMELİ
Baştan beri söylediğimiz üzere, benzer süreçlerde örneğini gördüğümüz, tarafları karşılıklı olarak denetleyebilecek, atılan ya da atılmayan adımlarla ilgili tarafları sorumlu tutabilecek üçüncü bir mekanizmanın olmaması en büyük hadikap. Kimin ne taahhütte bulunup neyi yerine getirmediği bilinmiyor. Çünkü, başından bu yana üç aşamalı plan konusunda hükümet ve BDP kanadının benzer şeyler söylediği, hükümete yakın gazetecilerin üç aşamalı planı tarih vererek en ince ayrıntısına kadar yazdıkları biliniyor. Son İmralı görüşmesinden önce hükümete yakın kaynakların artık üç aşamalı plandan söz etmemesi hükümetin de süreci yavaşlattığının bir göstergesi.  Çünkü sözünü ettiğimiz yazarlar hükümete ve dolayısıyla bu bilgilere yakın isimler.
BDP heyetinin her seferinde tırpanlanması, hatta son görüşmede Öcalan’ın ‘belki bir daha buraya gelemeyeceksiniz’ demesi sanki ilk günlerin umutlarını kıracak gibi görünüyor. Gelinen noktada süreç sadece hükümetin tek başına yürütebileceği bir noktadan çıkmış durumda. Devlet-hükümetin tek başına olma isteği aslında tipik devlet anlayışının tezahürü. Yani, ‘lideri ikna edersek diğerlerine ihtiyaç kalmaz’ anlayışı. Ancak, şimdiye kadar Öcalan-BDP ve Kandil’in major meselelerde farklı düşünmediği biliniyor. Üstelik sorun sadece bir istihbarat örgütünü yürütebileceğinden çok daha ağır ve kapsamlı. Sorun sadece bir güvenlik sorunu değil çünkü.
.
SİLAHA GERİ DÖNÜLEMEZ
Kandil yeniden silahlı bir geri dönüş yapmayacak ama Öcalan’ın son görüşmede söylediği gibi ‘farklı yöntemler’ denenecektir. Bu yöntemlerin yasal siyaset içinde kalması halinde hükümeti zorlayacağı kuvvetle muhtemel. Çünkü diyalog süreci başladığında sağlanması gereken tek şeyin karşılıklı güven olduğu biliniyor. Sürecin başlangıcında daha yüksek olan ‘karşılıklı güven çıtası’ aşağılara düşmüş durumda. Üstelik BDP ve Kandil’den sonra Öcalan’ın sözleri de demokratikleşme paketinden artık bir şey beklenmediğini ortaya koyarken BDP’yi yerel yönetimler aracılığıyla yeni politikalar oluşturmaya zorlayacaktır.
Türkiye yaklaşık 10 aydır insanların ölmediği bir ülke. Enseyi karartmadan bu süreci devam ettirmek ve silahları kesinlikle kullanmamak gerekiyor. Süreç tahminlerden çok fazla uzayabilir. Ama kimin Türkiye için barış istediği, kimin bu süreci sadece siyasi bir çıkar için kullandığı, oyaladığı yakın zamanda ortaya çıkacaktır. Kimse bu durumda bile 21 Mart öncesi dönüleceğini sanmamalı, ateşkesin bozulacağını düşünmemeli. Kesin olan tek şey artık geriye dönüşün olmadığı ve olmayacağı. Çünkü süreçten geri dönen taraf bu işin altından kalkamaz. Ama hükümetin seçimler sonuçlanmadan, Suriye meselesi netlik kazanmadan fazla yol almayacağı da görülüyor. Ancak Türkiye ve Kürtleri çok bekletmemek gerekiyor.

13 Ekim 2013 Pazar


 12.10.2013 - 12:6
 

Suriye’deki savaş bitmeden bölgede yapılanma mümkün değil

Ortadoğu’daki El Kaide’nin yapılanmasını, Suriye’de neler olduğunu, Pakistan Türkiye benzetmesini, Rojava’da yaşananları, Mısır’ın bölgeye etkisini ve Türkiye’nin Ortadoğu’da almış olduğu pozisyonu bölgeye en hâkim gazetecilerden Mete Çubukçu’yla konuştuk.

Suriye’deki savaş bitmeden  bölgede yapılanma  mümkün değil
Okuyucu Modunu Aç
Yazıyı Büyüt: 

EMRAH TEMİZKAN @emrahtemizkan

Ortadoğu’da alınan pozisyon son dönemlerde ülkelerin politikalarını epey etkilemiştir ancak son dönemde Mısır ve Suriye’de yaşananlar dünyanın siyasi iklimini önemli ölçüde etkiliyor. Ortadoğu’daki El Kaide’nin yapılanmasını, Suriye’de neler olduğunu, Pakistan Türkiye benzetmesini, Rojava’da yaşananları, Mısır’ın bölgeye etkisini ve Türkiye’nin Ortadoğu’da almış olduğu pozisyonu bölgeye en hâkim gazetecilerden Mete Çubukçu’yla konuştuk.

»Suriye’deki iç savaş nereye evrilecek? Esad nasıl bir rol izleyecek?
Gelinen noktada Esad rejiminin kolay bitmeyeceği görüldü ama eskisi gibi olmayacağı da ortada. Bölünme yaşanırken ülkenin diğer tarafına hakim olması ya da eski rejimi devam ettirmesi mümkün değil. Açıkçası ne olacağını bilmiyoruz. Durum daha kanlı ve intikam dolu bir yola girdi. Suriye halkı başta Esad rejimine doğal ve beklenen bir biçimde karşı çıktı. İlerleyen evrelerde örgütler ve ülkeler bazında Suriye’ye el atmayan kimse kalmadı. En son kimyasal silahın kullanılmasıyla dünya harekete geçti ama birden herkes durdu. Kimyasal silah diye ayağa kalkıldığında yüzbinlerce insan zaten ölmüştü. Kimyasal silah kullanılmadan ölümler meşruymuş gibi davranıldı. Kimyasal silah kullanımının hesabı çok da fazla sorulmadı. Bunu Suriye’ye müdahale anlamında söylemiyorum ama bu da bir şekilde geçiştirildİ. Kime karşı kullanırsan kullan insan hakları ihlalidir, savaş suçudur. Bu tablo içinde içeride savaşan güçler dahil herkes her türlü yöntemi kullanmaya başladı. O zamanlar El Kaide yerine cihatçılar olarak konuyordu bunun ismi mobilize hareket eden ve bir takım ülkelerin yardımıyla dolaşan bu silahlı güçlerin bir süre sonra, işi  Suriye’nin özgürleşmesinden başka bir yere çevireceğini düşünüyorduk. Bunun doğrulanması için yaşanması gereken somut şeyler şu anda oluyor. Bunun ismi konuluyor artık, El Kaide ya da uzantılı bir takım örgütler.

ÜLKELERİN GRUPLARI BURADA ÖRGÜTLENDİ
»Nerede kırıldı peki?

Bir takım mevziler kazanıp, sadece Esad’a karşı savaşmayıp, bulundukları bölgelerde kendi ideolojilerine göre yaşam alanı oluşturmaya başladılar. Bildik savaş yöntemlerini uygulamaya başladılar. Başlarda destek gördükleri ülkelere karşı kendi istekleri doğrultusunda seslerini yükseltmeye başladılar. 20 yıl öncesinin dünyasında yaşamıyoruz artık, hele de Ortadoğu bu süreçte epey değişikliğe uğradı. Ortadoğu’yu biraz bilenler bu tür savaşların nereye evrilebileceğini görebiliyor. Rusya, Amerika gibi ülkeler farklı cephelerde olsalar da El Kaide ve benzeri unsurların karşıtlığında birleşiyorlar. Bu nedenle Suriye’nin özgürlük savaşına kimin ne kadar destek verdiği, ahlaki olduğu, çıkarlarını koruduğu birbirine karışmış durumda.

»Türkiye burada nasıl konumlanıyor? Siz de Türkiye’nin suskunluğuna dikkat çektiniz son yazınızda.
Şu ya da bu nedenden dolayı Türkiye’deki medya da çok fazla yazılıp çizilmedi ama iki buçuk yıldır sınırlarda nasıl bir yapılanma olduğunu, sınırdan geçen silahları Batı basınında okuyoruz. Hangi ülkenin hangi gruplara yakın olduğu biliniyor. Türkiye, Esad rejimini kısa sürede tamamen yıkma üzerine bir plan kurdu. Bunun olmayacağı baştan belliydi. Türkiye, cumhuriyet tarihinde ilk kez komşu ülkelerin gruplarını kendi ülkesinde örgütledi. Siyasi ve askeri karargahları burada konuşlandı. Bir takım askeri yapılanmaların sınırdan geçmesine Türkiye yol verdi. Bunu herkes kabul ediyor. Önlem alınmaya başlandı ama bunun nedeni mülteci akımı değil, sınırların denetimsiz olması. Afganistan savaşından Irak’a kadar bu geçişler resmi elde olmadı. Müteahhit adı altında sivil askeri yapılanmalar silah ticaretini yaptılar. Bu her yerde böyle olmuştur. Suriye’nin rejime karşı unsurları desteklendi. Suriye’deki iç savaş bitse bile buradaki mezhebi kırılmayı onarmak çok zor olabilir.

KOMŞU ÜLKELERDE EYLEMLER YAPABİLİR
»Reyhanlı saldırısı hakkında Türkiye’de halen kafalar karışık. Ortadoğu’da nasıl yankılandı Reyhanlı? Size neler anlatıyorlar bölgede?

Herkes baktığı yere ve kendi ideolojisine göre yorumluyor. Tıpkı Türkiye gibi. El Kaide bağlantısını da rejim bağlantısını da söyleyenler var. Kimsenin elinde net bir kanıt yok ama. Reyhanlı’dan bağımsız olarak şunu söyleyebilirim, iki yıl öncesine göre Türkiye’den gelen bir gazetecinin algılanması çok farklılaştı. Kimi yerler tehlikeli olmaya başladı. Hükümete bakış değişti, dolayısıyla bu gazeteciye de yansıdı.

»Pasaport programı için geçen hafta Pakistan’a gittiniz. Son günlerde Ortadoğu ile ilgili süregelen tartışmalarda Türkiye- Suriye ilişkisi zamanındaki Pakistan-Afganistan ilişkisine benzetiliyor. Türkiye’nin Suriye politikası denildiği gibi kendisine zarar verecek mi sizce?
Toplumsal yapılar çok daha farklı buraya göre ama sonuç olarak aynı noktaya gelinebiliniyor. Mültecilerin burada olması, sınırların denetimsizliği benzer unsurlar. Eğer Suriye’de bu durum devam edecek olursa bu örgütler kendilerine yaşama alanı bulacaklar ve sıkıştıkları hallerde komşu ülkelerle farklı ilişkiler kuracaklar. Baskı görürlerse komşu ülkelerde eylemler yapabilirler. Canlı bomba örnekleri gibi.

EL KAİDE’YE KARŞI KÜRTLER VE PYD
»El Kaide yapılanması nasıl?

30 yıllık süreçte benim tecrübelerim tek bir El Kaide olmadığı yönünde. Zaten Bin Ladin öldürülmeden önce de dağılmış durumdaydı. Yapılanmalar ideolojik olarak merkezi ama pratikte bir kısmı daha milliyetçi fikirlerle hareket ediyor. Pakistan’da birisi El Kaide’yi şöyle tarif etti: Deveyi çadıra sokarsan sana girecek yer kalmaz diyor. Bunu söyleyen o dönem Taliban’ın istihbaratının başındaki adam.

»Rojava’da neler oluyor? Mücadele nereye doğru gidiyor?
Rojava benim çok önem verdiğim bir konu. Türkiye’deki çözüm süreciyle çok bağlantılı. Kabul etmek gerekir ki; Suriye’de Kürtler ya özerk bölge, ya federatif yapı, ya da farklı bir yapıda Suriyeli taraflarla yan yana yaşayacaklar. Kürtlerin kazanımlarını geri çevirmek mümkün değil. Rojava’nın artık bir realite olduğunu herkes kabul etmeli. El Kaide ile savaşacak belki de onlara karşı çıkacak tek güç Kürtler ve PYD’dir. Suriyeli Kürtler çok farklı bir Suriye tahayyülü ile hareket ediyor. Neredeyse tek laik grup. Daha demokratik, daha özgürlükçü bir bakışları var. Orada bir PKK yapılanması var. İki bin PKK’linin oraya geçtiğini biliyorum savaşmak için. Abdullah Öcalan’ın Suriye’deki Kürtler üzerinde etkisi olduğu biliniyor.
***

Ayaklanma durumu bir ruh hali

»Ortadoğu’nun en sıcak noktalarından biri şu anda Mısır. Darbenin 100. gününde yine bir katliam yaşandı. Mısır’ı nasıl günler bekliyor?
Mısır’daki durumun adını koymak lazım. Bunun adı darbe. Durum ne olursa olsun asker yönetime el koymuştur. Kim olursa olsun Mısır’da katliam yaşanmıştır. Mısır, halk ayaklanmasında bölgede önemli bir rol model olduğu gibi darbeyle de tersine bir etki yarattı. Suudi Arabistan, Suriye gibi rejimler bundan etkilendi. Ayaklanma durumu bir ruh hali. Bu devam edecek. Darbenin bunu engellenmesi çok zor. Ayrıca insanların silahlanmasını ve çeşitli örgütlerin etkinliğini arttıran bir şey. Müslüman Kardeşler’in de sayısız hatası var. Belki darbe olmasaydı halk ayaklanması gibi durumlar yaşanacaktı. İhvan’ı Müslüman Kardeşler’i eleştirmek başka, darbeye karşı olmak başka. Suriye’deki iç savaş bitmeden bölgede bırakın istikrarı, herhangi bir net yapılanma mümkün gözükmüyor.

6 Ekim 2013 Pazar


EL KAİDE 'SAHİBİNİ' VURUR

Radikal İKİ / 5.10.2013


Suriye’deki iç savaşın göründüğü gibi kolay bitmeyeceği sonunda anlaşıldı. Savaşın başladığı 2011’in Mart’ında 6 ay içinde Esad yönetiminin devrileceği, muhaliflerin Şam’a gireceği iddiaları arşivlerde duruyor. Artık Suriye’de diye bir ülkeden söz etmek zor. Gelinen noktada ne Esad yönetimi ne de muhalifler hayalini kurdukları Suriye’ye sahip olacaklar.Ayaklanmanın başladığında Suriye’nin farklı bir ülke ve direnç noktası olduğu, Esad rejiminin sonuna kadar, hatta ülkeyi yıkma pahasına direneceğini, farklı ülkelerin çıkar çatışmasına sahne olacağı ve bu savaşın vekalet savaşına dönüşeceğini söyleyenler haklı çıktı. Üstelik son günlerdeki gelişmeler bu vekalet savaşında bazı ülkelerin görmezden gelinemeyeceğini de ortaya çıkardı.

İRANSIZ OLMAZ!

Esad rejimi ayaklanmanın başından itibaren ne kadar zalim olabileceğini gösterdi. Bu biliniyordu. Ancak uygulanan siyasetler, Türkiye dahil her ülkenin muhalefeti kendi yanına çekme çabası, rejimi yıkma adına Suriye’ye, bir süre sonra büyük sorun yaratacak radikal İslamcı grupların girmesine göz yumulması bu ülkeyi giderek bataklık haline getirdi. Bu bataklık artık herkesi içine çekebilir ya da bu bataklıktan kimse tek başına kurtulamaz.

Suriye’deki savaş o kadar gayri insani hale gelmiş durumdaki ki vekalet ve paylaşım savaşı karşısında, insanların kimyasal silahla öldürülmesine bile pazarlık konusu haline gelebiliyor. Oysa baştan itibaren belli olan bir yanda Amerika, Suudi Arabistan, Türkiye Katar diğer yanda Rusya ve İran’ın olmadığı bir denklemin çözüm getirmeyeceğiydi. Öyle de oldu. Hatta ilk cephede, birlikte davranıyor gibi görünseler de Türkiye ile Suudi Arabistan ve Katar’ın Mısır darbesinden sonra arası açıldı. Hatta bu üç ülke muhalifler üzerinde etkili olmak için kıyasıya bir mücadele ederken, bazıları El kaide unsurlarını da destekledi.  Başlangıçta Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeleri bir araya getirense İran’ı denklem dışında tutma çabasıydı.

Oysa İran yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile şaşırtıcı bir çıkış hem BM Genel kurulunda yumuşak bir tablo çizdi hem de Obama ile telefonda görüşerek İslam devriminden bu yana bir ilki gerçekleştirdi. Bu görüşmede İran’ın nükleer çalışmaları öncelikliydi ama konuşulmasa bile bölgede Suriye bazlı gelişmelerin etkisi olduğu söylenebilir. Ruhani İran diplomasisini kıvrak ve elastiki geleneği ile yaptığı manevra sonucu bölgede öne çıktı. Tüm bunları Suriye’deki gelişmelerden bağımsız düşünmek pek mümkün değil.. Çünkü Suriye İran için bir varoluş savaşı anlamına geliyor. Suriye’nin tamamen düşmesi (çünkü ülke yarı yarıya bölünmüş durumda) sonucu gözlerin tamamen İran’a çevrileceği asıl hedefin İran olduğunu biliniyor. Ruhani’nin bu girişimi İran’ı yeniden uluslararası sahneye döndürdü. Washington ise şimdilik Suriye üzerinden İran formülünden vazgeçmiş gibi görünüyor. Artık Rusya-İran bloğu olmadan Suriye sorunun masada dahi olsa çözülmesi zor.

EL KAİDE GERÇEĞİ

Türkiye’ye gelince. Türkiye hem hükümet nezdinde hem de medya açısından Suriye meselesinde daha düşük bir görüntü çiziyor . Artık sabah-akşam Suriye açıklaması duymuyoruz. Bu nedensiz değil. Türkiye’nin Suriye konusundaki iştahı sona ermese de kendi politikası ile Suriye’deki rejimi deviremeyeceğini anladı. Ama asıl önemlisi sınırlardan yol verilen bazı unsurların ‘bumerang etkisi’ yapabileceğini farkına vardı. Batılı medya organlarına göre bu unsurlar El Kaide bağlantılı El Nusra cephesi ve Irak-Şam İslam Devleti adındaki El kaide bağlantılı örgütler. Çünkü tecrübeler bu tür örgütlerin zaman içinde ‘sahibini’ vurduğunu gösteriyor. Tıpkı yıllar önce kuruluşunda rol oynayan Amerika, Pakistan ve Suudi Arabistan’ı vuran El kaide gibi.

Türkiye uzun süre bu örgütlerle ilgili net açıklama yapmaktan kaçındı. Ancak işin rengi El kaide bağlantılı yapıların Suriye muhalefetiyle çatışmaya başlaması ve Suriye silahı muhalefetinden bazı örgütlerin  El Kaide’ye katılmaya karar vermesiyle değişti. Yani Suriye muhalefetini güçlendirmek için her yolun mübah olmadığı ortaya çıktı. Çünkü ISID adlı örgütü Türkiye karşısında bulunan Azaz kasabasını ele geçirdi. Halep’e 30 km mesafede bulunan Azaz şehri, ihtiyaçların Türkiye’den sağlanması için kullanılan güzergâhın üzerinde bulunduğu için muhalefet açısından önem taşıyor.

YOL VERMENİN BEDELİ

 El Kaide’nin Azaz’ı ele geçirmesi üzerine Türkiye’deki sınır kapıları kapatıldı. Bu bir başlangıç oldu. Tabii ki tam bu sırada Nijerya’daki El Kaide baskını, Pakistan’ı Peşawer kentinde bir kiliseye yönelik El Kaide saldırısı dünyanın tepkisini çekince, Suriye’deki El Kaideciler daha görünür hale geldi. İşte bu sırada dolayı bir açıklamayı Başbakan Erdoğan’dan duyduk. 'El Kaide gibi örgütler maalesef İslam’la terör ismini yan yana getiriyor. Bunlar İslam'a en büyük zararı vermiştir" dedi.

Batılı gazetelerini iddialarına göre Türkiye önceleri, Esad’a karşı etkin bir grup olması hasebiyle, El Nusra’ya karşı biraz hoşgörüyle bakmış olsalar da, artık o dönemin kapandığı anlaşılıyor. Çünkü muhalefete giden silah ve finansmanın büyük kısmına bu örgütler el koyuyor.  Türkiye’nin çelişkisi ise muhalifleri silahlandırmak isterken El Kaideyi silahlandırmış olması. Bilinçli ya da değil ama bir vaka. Amerika’nın her şeye rağmen Suriye’den uzak durma nedeni de bu.   Dolayısıyla bu örgütler nedeniyle muhalefeti silahlandırmak eskisi gibi kolay da değil. bu arada Suriye’deki El Kaide’nin tepkisi de gecikmedi tabii ki. Türkiye’nin sınır kapılarını kapatması sonrası Türkiye ve Türk hükümetini hedef alan intihar saldırılı düzenleyebilecekleri belirttiler. Yani bumareng etkisinin ilk ipuçları verilmişti.
Suriye 2.5 yıldır Türkiye, bölge ve emperyal güçler için turnusol kağıdı olmaya devam ediyor. Suriye meselesi,Kimin neyi amaçladığı, kimi ne kadarını başarabileceği, kimin Ortadoğu’yu tanıyıp tanımadığını ortaya koyuyor.  Türkiye’nin en azından Suriye konusunda El kaide’ye mesafe koyması gecikmiş olsa da yerinde bir adım. Umarız devam eder. Çünkü El Kaide'ye 'yol vermenin' maalesef bir karşılığı oluyor.