31 Mart 2013 Pazar



SURİYE KŪSTŪRDŪ SURİYE BARIŞTIRDI

RADİKAL İKİ / 31.3.2013

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Obama aracılığıyla Başbakan Erdoğan’ı arayarak Türkiye’den özür dilemesinin, 21 Mart’taki Öcalan’ın tarihi mektubunun arkasından gelmesi, iki olayın birbiriyle bağlantılı olarak ele alınmasına neden oldu. Bunu bir tesadüf olarak kabul etmek gerekir. Ancak iki olay bölgedeki gelişmeler çerçevesinde ele alınınca doğal olarak özrün ötesinde anlam taşıyor.
İsrail’in Türkiye’den ya da Netanyahu’nun Erdoğan’dan özür dilemesinin kimin hanesi yazılacağı ise neredene bakıldığına bağlı.Özür Amerikalıların tarafından Obama’nın hanesine yazılırken,Türkiye’de Başbakan Erdoğan’ın başarısı İsrail’deyse Netanyahu’nunakıllı bir manevrası olarak değerlendiriliyor. Her ne olursa olsun bu özür Türkiye ve Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler için önemli.İkincisi, özür, İsrail’in uluslar arası alanda kural tanımazlığını, saldırganlığını kabul etmesidir. Üçüncüsü ise özür Türkiye’deki İsrail ve ABD kompleksinin giderilmesi açısından anlamlı. Sonuçta insani ve siyasi açıdan Türkiye istediği noktaya ulaştı. Ancak, herkes kendini kazançlı görüyor.

OBAMA, ERDOĞAN, NETANYAHU
Obama’nın eski Netanyahu hükümetiyle arası iyi değildi; Obama eski hükümeti deyim yerindeyse ‘umursamadı’, İran konusunda taktiksel görüş farklılıkları vardı. Bu açıdan Tel Aviv-Washington ilişkileri soğuk yaşandı. Bölgedeki yeni sorunların ışığında Türkiye ile İsrail arasındaki soğukluk ABD açısından handikap olarak görüldü. Obama, İsrail’in yalnızlığını Türkiye’yle gidermek isterken, Türkiye’yi de ileriye yönelik olarak bağladı. Malatya Kürecik ile sınıra yerleştirilen Patriotlar’ı da bu bağlamda değerlendirmek mümkün.
Başbakan Netanyahu’ya gelince. Netanyahu’nun“Türkiye’ye yönelik özrün arkasında Suriye meselesi yatıyor” sözleri kendi kamuoyundan gelecek tepkileri engellemeye yönelik gibi görünse de gerçeklik payı büyük. Özellikle, Esad rejimi sonrası ortaya çıkacak manzaranın tahmin edilmemesi, özellikle radikal grupların Suriye’deki varlığı,Suriye savaşının Lübnan’a yansımasıyla Hizbullah’ın alacağı pozisyon İsrail yönetimi için birer soru işareti. İsrail Esad gibi ‘bildik’ bir düşmandan bilmediği ‘düşmanlara’ karşı tedbir alıyor. Türkiye bu iş için uygun bir partner. Yeni gelişme farklı açılardan Esad rejiminemuhalif iki ülkeyi “bir araya” getiriyor. Çünkü İsrail’in Suriye’den sonraki hesabı İran üzerine olduğu biliniyor. ABD Başkanı Obama ise İran konusunda daha temkinli hatta İsrail’i frenler vaziyette. Amerika’nın İran gibi bir sorunla, çatışma düzeyinde uğraşma niyeti ve gücü yok. Bu nedenle İsrail’in bölgedeki yalnızını gidermenin tek yolu Türkiye’yle yakınlaşmak. Yani Obama yönetimi iki ülkeyi yaklaştırırken, Türkiye’yi hem İran hem de İsrail’e karşı denge unsuru olarak kullanmak isteyecekİsrail ise Suriye’yi Türkiye ile birliktesandviç taktiğiyle’ sıkıştıracağını düşünüyor. Radikal gruplardansaTürkiye denetiminde Müslüman Kardeşler yönetimine razı olduğu söylenebilir.  Ancak Türkiye’nin İsraile yakın görünerek bölgedeyapacağı politikanın sıkıntı yaratacağı muhakkak. Ayrıca İsrail’de Türkiye’deki sevinç kastedilerek mealen şunlar söyleniyor: “Hizbullah ve Hamas da bize karşı zafer kazandığını iddia etmişti. Ama öyle olmadı.”    

Türkiye ve İsrail’in kopuşunda Suriye kilit rol oynamıştı, şimdi yeni başlangıcın anahtarı yine Suriye oldu. Hatırlanacağı gibi İsrail ile Suriye, Türkiye’nin arabuluculuğunda barışmak için son aşamaya gelmişken İsrail’in Gazze’ye saldırısı sonucu ipler kopmuştu. Türkiye o dönem Suriye ile dosttu. Şimdi durum değişti. Bu kez iki ülke Suriye’deki rejim ‘karşıtlığında’ buluştu, hatta İsrail buna mecbur kaldı. İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi önemli olmakla birlikte tüm bunlardan bağımsız olarak düşünülemezAncak, bu durumun bir özgüven patlamasına dönüşmemesi gerekiyor. Türkiye açısından şu anki durumtoz pembe göstermek, Suriye-Irak-İran üçgenindeki sorunları görmezden gelmek, sıfır sorun politikasının hala başarılı olduğunu söylemek gerçekçi değil. Zaten, Kürt sorunun çözümü için atılan adımlarla, İsrail meselesinde gelinen nokta tüm bu sorunlardan bağımsız değil gibi.  
Öte yandan, Kürt meselesinin çözümü gibi insani bir sorunda olduğu gibi İsrail’le atılan adımda İsrail’in özrü Türkiye’yi şampiyon yaparanlayışı hala benzer durumlara nasıl yaklaşıldığını gösteriyor. Geçmişte Irak’ın işgalinden pay kapma yarışındakiler, Irak Kürtleriylesırf ekonomik nedenlerle barışmaya çalışanlar olduğu gibi şimdi dedaha ne olduğunu anlamadan İsrail’le yeni enerji koridordu kurarak, buradan nemalanma derdindeler. Oysa, Türkiye’den özür dilenmesi önemli olmakla birlikte İsrail’in Filistin konusunda neler yapacağı, Hamas konusunda hangi noktada duracağı belli değil. Hele her şeye ekonomi penceresinden bakanları önce Gazze’deki 1.5 milyon insanın yeniden nasıl ayağa kalkacağını hesaplaması gerekir. 500 bin İsraillituristti hemen yarın Türkiye’ye bekleyenlerin Filistin’deki sorunla ilgili olmadıkları ortada. İsrail-Türkiye yakınlaşması bölgeyi düzene sokmaktan çok İsrail’in yeniden masaya oturtarak işgali durdurması ve 1967 sınırlarında bir Filistin devletine geri dönmesi ama hepsinden önemlisi Filistinli grupların aralarındaki sorunları halletmesi üzerine yoğunlaşmalı.
Hamas’tan gelen demeçler Türkiye’nin bu zaferini kutlar yönünde olmakla birlikte çok memnun olmadıkları tahmin edilebilir. Çünkü bundan sonra Hamas’ın silahlı mücadelesini sona erdirmesi, İsrail’itanıması ve kendi varoluşunu yeniden düzenlemesini zorunlu kılabilir.Şartlar arasında bulunan Gazze ablukasının nasıl kalkacağı ise büyük soru işaretidir. Özür önemli ama sonrası meçhul gibi.

.

25 Mart 2013 Pazartesi




BARIŞI KİM DENETLEYECEK?

RADİKAL İKİ/ 24.3.2013


Yol haritası işliyor. Öcalan 21 Mart sonrasında sürecin devamı için “ silah meselesini hızla ve zaman kaybetmeden bir tek can dahi yitirilmeden çözmek istiyorum. Bütün bunların pratikleşmesi için yüce bir iradeyi temsil eden parlamentonun ve siyasi partilerin sunacağı desteği çok değerli buluyorum. Geri çekilmenin hızla gerçekleşmesi ve barışın kalıcı hale gelmesi için ümit ediyorum ki, parlamento da aynı hızla üzerine düşen tarihi misyonun gereğini yapacaktır” dedi. Parlamento böyle bir görevi üstlenir mi bilinmez ama meclis içi ya da dışından bir oluşumun sürecin bundan sonraki adımlarını denetleme, gözetleme görevi yüklenmesi zorunlu gibi. Bu denetleme sadece silahların susup, çekilmenin gerçekleşmesi sırasında değil daha sonraki her adım için geçerli. Bunun ancak “üçüncü taraflar” gerçekleştirebilir. Üçüncü taraf Türkiye içinden ya da dışından olabilir. Şu anki gidişat denetim mekanizmasının dışarıdan olmayacağını gösteriyor. 

Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay da üçüncü taraflar konusunda hazırlık yapıldığını ima ediyor. Atalay, “Her şeyi değerlendiriyoruz. Biz kendimiz de çalışıyoruz. Ortada analizler var. Ama vermiş olduğumuz bir karar yok. Bütün bunlar gündemde olan konular, akil adamlar gibi. Parlamentoyu bilgilendirme de gündeme gelebilir. Ama henüz karar verilmiş değil” diyor.

Üçüncü taraf ya da taraflar ileriye yönelik güven arttırıcı adımlar açısından önemli. Çünkü devlet ve PKK’nın yıllardır süren görüşme süreçlerinde en büyük engelin tarafların birbirine olan güvensizliği olduğu biliniyor. Bu güvensizlikte taraflar haklı olmakla birlikte varolan süreçte durumun değişmesi gerekiyor. Şimdi, Öcalan’ın talebi ile hayata geçen ilk adımın karşılığı. Bu adımların somut karşılığı olan, inandırıcılık taşıyan ve süreci bir sonraki aşamaya taşıyacak nitelikle olması gerekir.

Uzun yıllara yayılmış, topluma farklı anlamlarda nüfuz etmiş, her kesimde farklı travmalar yaratmış bu savaşta silahların susmasının ardından çok daha karmaşık süreç bekliyor bizleri.
Zaten son adımın atılmasına yani nihai barışa kadar onlarca sıkıntılı noktanın yaşanacağı da bir vaka. Bunları dile getirmek, sürece karşı çıkmak değil, bizzat süreci desteklemek, bu zaman içinde karşılaşılacak sıkıntılar karşısında hazırlıklı olmak anlamına geliyor. Gerçek barışa ulaşabilmek için de sorunu her yönüyle ele almak, ‘riskleri’ ortaya koymak gerekmekte.

Barış süreci kimsenin tekelinde olmamalı ve sürecin bekası için ‘şeytanın vukatlığına’ da ihtiyaç olduğu bilinmeli. Bu nedenle, sağlıklı bir gidişat için nelerle karşılaşacağımızı bilmek, dünyadaki örneklere bakmak gerek. Dünyadaki hiçbir örnek bir diğerine birebir benzemese de, aynısının uygulanması mümkün olmasa da, alınacak dersler olduğu muhakkak.

ETA denetleniyor

ETA 43 yılın ardından Ekim 2011’de silah bırakacağını açıkladı. Aynı yılın Ocak ayında ateşkes ilan eden örgütün siyasal sürece çekilmesi için de uluslararası bir konferans düzenlendi. Lokkari ve Uluslararası Temas Grubu’nun girişimiyle düzenlenen konferansa, BM eski Genel Sektereti Kofi Annan, İngiltere eski Başbakanı Tony Blair, IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein’in lideri Gerry Adams ve Norveç Başbakanı Harlem Bruntkland katılmıştı. konferansa katılan isimler ve temsil düzeyleri, işin ne kadar ciddiye alındığını da gösteriyordu. İspanya’daki sorunun çözümü için, benzer bir sorunu yaşayan isimler seçilmişti. Bask barışı için İngiltere ve Kuzey İrlanda’dan bir zamanların düşmanı ama sonrasında İrlanda barışı için aynı masaya oturan Blair ve Adams bir araya gelmişti. Yani İspanyollar ve ETA, benzer bir sorunu çözen iki ismi kendilerine garantör seçmişti.
Bu konferans İspanya’daki barış sürecine uluslararası açıdan destek anlamı taşırken, ETA’nın aldığı kararı daha ‘meşru’ hale getiriyor, en önemlisi süreci üçüncü tarafların garantisi altına alıyor. Yani iki taraflı bir kontrol ve yaptırım mekanizması işliyor. ETA’yı, aldığı kararı hayata geçirmesi için zorlarken süreci de koruma altına alıyordu. Aynı zamanda anlaşmanın hayata geçeceği konusunda İspanyol hükümetine karşı da sorumluluk taşıyor. Uluslararası kurul sürecin sekteye uğraması halinde devreye girerek yeniden rayına sokmaya çalıştığı gibi uygulamayı da bizzat denetliyordu.
Nitekim öyle de oldu. Çünkü Norveç o tarihten sonra aralarında askeri kanat sorumlusu olmak üzere örgütün üç önemli ismine yerleşim izni, diplomatik dokunulmazlık verdi. Aradan geçen süre içinde ETA’nın silah bırakma konusundaki nihai adımı atmaması üzerine Uluslararası Denetleme Kurulu hareket geçti ve Eylül ayına kadar örgütün karara uymaması halinde uluslararası korumayı kaldırma kararı aldı. Tabii ki bu süre sonunda Norveç’teki üç ETA liderine sağladığı ‘korumayı’ da kaldıracağını açıkladı. Ancak bu arada ETA’nın üç isminin sırra kadem basarak, kaybolduğunu da söylemek gerekiyor.

Bahçede çiçek toplamak

Şimdi uluslararası kurul, ETA’nın taahhütünü yerine getirmemesi nedeniyle hem kendi hem de İspanya hükümeti nezdindeki inandırıcılığını yitirmemek için harekete geçti. Çünkü Türkiye’deki algı bu tür durumlarda üçüncü tarafların söz konusu örgüt ya da örgütler lehine çalıştığı yönünde. Oysa Norveç örneğinde olduğu gibi bu algının yanlış olduğu ortada. Çünkü üçüncü taraflar, uluslararası açıdan inandırıcı olmak, barış süreçlerine katkılarını devam ettirmek ve benzer olaylarda yeniden rol alabilmek için ‘kurallara’ azami biçimde uyguluyor. Kurallar ise hiçbir tarafa yakın olmamayı gerektiriyor. Türkiye’de yaşanan bazı handikaplara rağmen herkes görüşmelere halel gelmemesi için elinden geleni yapıyor; doğrusu da bu zaten. ETA ve IRA örnekleri, Türkiye’deki sorunla karşılaştırdığında bir yorumcunun söylediği gibi ‘bahçede çiçek toplamaya’ benziyor. 

Bu benzetme Türkiye’deki durumun ne kadar zor ve karmaşık olduğunu gösteriyor.  Çünkü Türkiye’deki Kürt/PKK sorunu sadece kayıplar bağlamında değil, sorunun yarattığı sosyal ve toplumsal etkileri açısından diğerlerinden çok daha katmanlı, çözümü uzun yıllara yayılması gereken bir süreç. Bu nedenle süreç belli bir noktaya kadar Öcalan ve devlet arasında devam edecektir. Belli bir noktadan sonra ulusal ya da uluslararası bir denetleme yapısına ihtiyaç duyulacaktır. Bu yapı tarafların birbirine güvenini sağlamakla kalmayıp, tarafları bir diğerine karşı sorumlu hale getirecektir. Çünkü, çözümün uygulamaya geçirilmesi silahların susmasından daha sorunlu olabilir.

22 Mart 2013 Cuma



Yeni Bir Dönem Başlarken

T24/ 21.3. 2013


Türkiye tarihinin en çoşkulu, en kalabalık ve en önemli Nevruzuydu. 2013 Nevruzuyla bir dönem kapandı. Daha önce de eylemsizlik, sınır dışına çıkma kararı alınmış ve uygulanmıştı. Ancak bu kez daha ileri bir adım atılarak tarihi bir karar verildi: Silahlı mücadele dönemi sona ermiştir.
Bu durum sınır dışına çekilme ve eylemsizliği aşan bir paradigma ve siyaset değişikliği. Yani PKK'nın stratejik anlamda bütün siyasetini değiştireceğini gōsteriyor. Önemli Çūnku artık bir donem kapanıyor. Alışkanlıklar, ezberlerin değişmesi gerekiyor
 1999 geri çekilme süreci ve 2009 yol harıtasına bakıldığında Öcalan'ın o dönem söylediklerini revıze edip daha genel daha kapsayıcı daha makul bir şekilde kaleme aldığı görūlūyor.
Mektup beklentilerin ilerisinde net ve açık. Öcalan'ın bildik ağdalı retoriğinden uzakta.
Birlik analizini, ortak vatan vurgusu, Çanakkale, 1920 Meclisi'ne atıf yapması ve tabii ki bin yıllık İslam ortaklığı. Diğer yandan Kürtlere mücadele ederek bu noktaya geldik mesajı. Yani 'kazan kazan' formülü ya da herkesin birlikte kazanacağının Altın'ın çizilmesi. Farklı anlamlarda ortaklaşa milli ve dini çağrışımlar mevcut. Bir diğeri de hellalleşme yani zor da olsa yaşanları geride bırakma
Mektupta Türkiye içinde bir çözüm talebi; ayrı devletin ,bölünmenin talebinin olmadığı görülüyor
Bu kapsamlı mektupta tabii ki teknik ayrıntıların yer alması beklenmemeli. Yani çekilmenin nasıl olacağı, tarih zamanlama, denetleme vb konular boyle bir mektupta yer almazdı.
Mektupta yer almayan ama önemsesen konu ise süreci Meclis taraından ve aklı adamlar grubunca denetlenmesi. Meclis kısmı daha önemli tabii ki
Sonuç olarak bundan sonraki süreç önemli olmakla birlikte artık bir donem kapanmıştır. Yeni donem ve yeni Türkiye'yi zaman gösterecek. Ancak, kesin olan bu yeni donemde herkesin ezberini bozmak zorunda kalacak olması. Diyarbakır'da umutlar bir ay öncesine göre daha yeşermiş soru işaretleri azalmış durumda. Uzun yolun başlangıcındayız.

19 Mart 2013 Salı



GÜVEN ARTTIRICI ADIMLARA İHTİYAÇ VAR
Mete Çubukçu

T24/ 19.3.2013

Bu Yıl Nevroz ateşinin farklı bir anlamı var. Belki de uzun yıllardan sonra ilk kez gerçek anlamına daha uygun bir içerik kazanacak; barışın doğuşu kutlanacak. Yazının başlığındaki gibi bu yıl Nevroz ateşi yakıldığında yıllardır süren asıl ateş kesilecek, silahlar susacak.
Muhtemelen yüz binlerce kişi Diyarbakır’da barış umuduyla bir araya gelecek, yıllardır barış için atılan sloganların gerçekleşmesini isteyecek.
Çeşitli çekincilere rağmen bu seferki ‘irade’nin ve isteğin güçlü olduğu ortada. Bu da en azından kısa ve orta vade için umut verici. Benzer sorunlardan yola çıkarsak uzun vadeyi görmek için henüz vakit erken ancak önemli olan ilk adımların atılması. Ardından karşılıklı güvenin sağlanması ya da ‘güven arttırıcı adımların” atılması sonları süreç ilerleyecek.
Buradaki anahtar ‘güven arttırıcı adımlardır’. Sürecin bekası adına içi en çok doldurulması gereken cümle de bu olmalı. Güven arttırıcı adımların, ateşin kesilmesi ile paralele olarak devreye girmesi ilmek ilmek işlenmesi gerekiyor. Sözünü ettiklerimiz demokratik ve herkesin eşitlendiği bir anayasa ile seçim barajının düzenlendiği, yerel yönetimlerin yeniden yapılandığı bir sürecin hemen devreye sokulmasıdır. KCK davası önemli olmakla birlikte artık ilerisine geçmek gerekmektedir.
Bu tabii ki ‘al-ver’ ilişkisi düzeyinde indirgenmeden genel bir anlayış, bir mutabakat olarak içselleştirilmelidir. Daha basit bir anlatımla her seferinde daha ileri adımlar atılarak karşılıklı güvenin arttırılması ve kısa vadede  ‘güven’ sorunun ortadan kalkması gerekmektedir.  Kürt siyasi hareketi, BDP’den, PKK’ya ve oradan Avrupa’ya kadar Öcalan’ın çizdiği haritaya uyacaklarını söylüyor ancak kendi rezervlerini de dile getiriyorlar. Devletin de çeşitli tereddütleri yok değil. Ayrıca, sürecin basit bir ‘barış-başkanlık’ ikilemine sıkıştırılmayacak kadar önemli olduğu da biliniyor.
Devletin de Öcalan ve Kürt siyasi hareketinin de bu kez daha dikkatli olması başlangıç olarak umut veriyor. Aradaki yol kazaları önemli değil ve bundan sonra da yaşanacak.
Umarız 21 Mart Nevroz günü ateş, yeni bir Türkiye için, sadece bugün değil ebedi bir barış için yakılır. Yine umarız ki bugün barış diyenler yarın geri dönüş yapmaz;barışın sadece kendi tekellerinde olduğunu sanan ‘konjonktürel barışçılar’ saf değiştirmez.
30 yıl sonra daha demokratik, eşit yurttaşlık temelinde, halk ve hakların eşitlendiği, herkesin kendini kendisi gibi yaşadığı ve hepsinden önemlisi ölümlerin olmadığı bir Türkiye için önemli bir noktadayız.
Öyle olmasını diliyoruz.

11 Mart 2013 Pazartesi



PKK'NIN DESTEĞİ VE REZERVLERİ 

RADİKAL İKİ/ 10.03.2013

Ortalık yine toz duman. Nedeni İmralı’daki görüşme tutanaklarının yayınlanması. Tutanaklar gazetede yayınlanabilir. Bunda bir beis yok.  Asıl önemlisi karşılıklı olarak güven ortamının sarsılmaması. Tutanaklar, Öcalan’ın kendi kitlesine ‘teslim olmadığını’ göstermeyi amaçladığı şeklinde okunabileceği gibi, bazı noktalarda hükümetle aynı şeyleri düşündüğü şeklinde de okunabilir. Bir diğer okuma ise hükümeti zor duruma düşürmek olabilir. Yani herkes kendine lehine veya aleyhine anlamlar çıkarabilir bundan. Olan biteni ‘provokasyon’ değil ‘yol kazası’ olarak değerlendirmek daha uygun.

YOLA DEVAM

Ancak olan olmuştur. Bu durumdan dersler çıkarıp tartışmayı çok uzatmamak gerekir.  Tartışmanın uzaması bizi işin özünden yani esastan uzaklaştırıyor. Buradaki esas silahların susması ve ‘barış’ giden yolun açılmasıdır. Barışa giden yolda birçok tartışma, görüş ayrılığı olabileceği gibi herkes aynı düşünmeyecektir. Önemli olan Türkiye’de barışın sağlanabileceğine yönelik inancın kaybolmaması  Gerektiğinde eleştirmek ama barış inancını korumak esas olmalı. Herkes zor bir süreçte yol almaya çalışıyor. Hükümet risk alıyor, Öcalan ‘barış için adım attığını’ söylüyor. PKK itiraz etmeyeceğini söylüyor. Ancak her kesim için zor bir dönem, dikenli bir yol.    
Bu tür durumlarda bilinçli/bilinçsiz yol kazaları olacaktır. Önemli olan karşılıklı olarak ‘barış’ iradesinin devam etmesi ki şimdilik tarafların geri adım attığına dair bir emare yok. Hükümet, BDP, PKK tutanakların ortaya çıkmasından hoşnut değil. O vakit bundan sonra çok daha dikkatli olmak gerekiyor. Tabii ki karşılıklı olarak hala şüpheler hala güvensizlikler söz konusu. BDP/PKK daha somut adımlar beklerken hükümet de çok zor bir misyon yüklenmiş durumda

MASADA KALMAK  
Örnek verelim: İngiliz hükümeti ile IRA’nın yasal kolu ayılan Sinn Fein temsilcileri masada müzakereye devam ederken Londra’da bir bomba patlar. İngiliz tarafı ‘bu şartlarda görüşmeleri sürdüremeyiz’ der. Görüşmeler askıya alınır ama ipler kopmaz bir süre sonra taraflar yeniden masada buluşur.
Bir başka örnek yine İngiltere’den İRA ile görüşme sürecinde. Görüşmeleri Muhafazakâr Parti’den Başbakan John Major başlatır ama yıllar sonra sonucu Tony Blair alır. Yani Blair, muhafazakâr rakibinin başlattığı bir sürece sırtını dönmez, bunu sorun etmez. Beri yandan IRA cephesi adına Sinn Fein de silahlı mücadelenin tamamıyla karşısındadır, bu tavrından hiç vazgeçmez, IRA’yı uyarır. Ama karşılığında somut adımlar da atılır. Bizde de karşılıklı olarak somut adımların sözde kalmaması, bir an önce atılması gerekiyor.

21 MART BEKLENTİSİ

Henüz yolun başındayız. Gazeteciler, yazalar, siyasiler kullandığı dile dikkat etmeli. Medya bir anda tavır değiştirmemeli. Unutmayalım ki 2011 Haziran’ındaki Silvan saldırısı ile duran, durdurulan süreç sonrasındaki 1.5 yıl içinde 1500’den fazla insan hayatını kaybetti.   Bunu bir kez daha düşünmek gerek.
Şimdi Kandil’den Avrupa’dan gelecek yanıtlar bekleniyor. Bu mektuplar Öcalan’ın eline ulaşacak ve yeni bir görüşme gerçekleşecek. Muhtemelen her iki kanat da çekincelerini belirterek Öcalan’a destek verecek. Eylemsizlik ya da ateşkes kararı 21 Mart yani Nevroz’a yetiştirilmeye çalışılıyor ama gecikebilir. Önemli olan sürecin işliyor olması.  

4 Mart 2013 Pazartesi



ÖCALAN NE DEMEK İSTİYOR?

1 MART 2003/ MİLLİYET 


Abdullah Öcalan’ın İmralı Adası’nda 3 BDP milletvekili ile yaptığı görüşmenin dökümünün Milliyet gazetesinde yayınlanması önemli bir gazetecilik olayı. Ama onda da öte metinde görüşme sürecindeki trafiği, bu trafikte yaşanan diyalogları görmek tüm açıklığı ile görmek. Öncelikle söylenmesi gereken şey sürecin şimdiye kadar şeffaf bir biçimde yürütülüyor olması. Kaflarda haklı/haksız birçok şüphenin dolaştığı şu günlerde bu yöntemin kamuoyundaki birçok soruya da açıklık getirmesi açısından önemli. Ancak, şeffaflık barış sürecinin selameti açısından gerekli önemli olmakla birlikte sürecin en ince ayrıntısıyla bilmek gereksiz. Dünya örnekleri de bize görüşmelerin böyle yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Çünkü bu zorlu bir yolda en küçük detaylar gereksiz tartışmalara neden olup olumlu gelişmeleri akamete uğratabilir.

İmralı’daki görüşmenin tutanakları ise başlayan süreçte Abdullah Öcalan’ın kararlığını, örgüt üzerindeki etkisini, tümüyle olmasa da değişen paradigmasını ve taleplerini ortaya koyuyor. Şimdiye kadar net olan şu:  Abdullah Öcalan ‘barış’a adım atmak için karar vermiş durumda. Bu yolda kendi örgütünü, kendine yakın Kürt kamuoyunu iknaya çalışıyor. Ancak, farklı kesimlerden haklı tepkiler de alacaktır.   Hükümetin çözüm yolunda ciddi bir adım attığı gerçeğini göz ardı etmeden Öcalan’ın da PKK/BDP/Avrupa üzerinde sözü geçen tek kişi olduğu ortada. “PKK’nın kendisini bir ağabey bir baba gibi gördüğü” tanımlaması bunu gösteriyor. Ancak, Öcalan ‘tek adam’ olmanın rahatlığı/rahatsızlığı içinde olduğu da fark ediliyor. Kendince riskleri sıralıyor çözümün başarılması gerektiğini söylüyor. Bu konuda kurduğu cümlelerde hem örgüte hem de devlete gönderme var. Kendi örgütü ve kitlesinden destek isterken zorluk çıkarılmasını istemiyor   sanki. BDP milletvekillerine “ben sorumluluk üstlenmem. Süreç başarısız olursa Apo öldü diyeceksiniz. Ben yokum. BDP ve PKK’nın beni kullanmasına izin vermem” diyerek net tavrını koyuyor. Ayrıca bu süreçte BDP’nin daha aktif ve gayretli olmasını istiyor hem de PKK’da çatlak seslerin çıkmaması, muhtemel ayrık otlarının temizlenmesi ya da provokasyonlara izin verilmemesi mesajını veriyor.
Bu mesajı tersten okursak, burada devlete bir tehdit/ikaz olduğunu görebiliriz. Çünkü Öcalan devlet ya da PKK tarafından boşa çıkarılmak istemiyor. Bunun çok riskli olduğunu da görüyor. Ama anlaşıldığı kadarıyla şu an için durum bu noktada değil. Bugüne kadar en önemli sorun ‘güven’ meselesiydi. Tarafların birbirine güvenmesi her türlü adımı kadük bırakıyordu. Bu güven tamamen kazanılmış değil belki ama tutanaklardan şu ana kadar karşılıklı güvenin sağlanmış olduğu görülüyor ki en ciddi aşamalardan birisi bu.
Öcalan Kandil’deki kadrolarda, Avrupa’daki karamsarlığı sezmiş. Çünkü örgütün ezberi bozulmuş durumda. Şimdi onların karamsarlığını gidermeye çalışıyor. Kandil ve Avrupa’ya gönderilen heyetlerin misyonu da bu. “Ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız” sözleri de bu paradigma değişikliğinin kanıtı. Kolay değil 1984’ten beri değişikliklere gitse de ideolojik ve kadro omurgasını hala koruyan bir örgüt PKK. Böyle bir örgütün zihni ve  davranış kodlarını bir anda değiştirmesi kolay değil. Öcalan da bunun biliyor. PKK’ya “yeni döneme hazırlanın” derken PKK’nın yetersiz kaldığı yerlerde devreye gireceğini açıklıyor. 

Çözüm sürecinin en önemli aşaması, eylemsizlik, ölümlerin durması ve sınır ötesine çekilme. Bu süreç sağlıklı işlerse İrlanda örneğinde olduğu gibi bir ‘normalleşme’ süreci yaşanabilir. Normalleşme buradaki anahtar kavram. İnsanların daha sağlıklı düşündüğü, siyasal ve demokratik alanın açılması gerektiği ve silah üzerinden konuşulmayan bir dönem.  Örneğin, Avrupa Yerel Yönetim Şartı PKK için çıtanın çok düşürülmesi anlamına gelse bile Öcalan uzlaşma zeminin ve anayasal bir düzenleme açısından bu adımı makul görüyor. Yani Öcalan önceki tezlerine göre, daha gerçekçi ve makul talepler üzerinden yürüyor.

“Çekilirsek gerilla biter düşüncesine katılmıyorum Suriye, Kandil ve İran da binlerce var” cümlesiyle de PKK kadrolarını bir anda boşlukta bırakmak istemez bir tavır içinde.  Bu noktada eski alışkanlığı nüksederken, devlete hala elimde kozlar var mesajını vermek ister gibi. Öcalan’ın görüşme tutanakları barış konusunun genel hatlarıyla görüşüldüğünü zaman gidişata göre detayların ele alacağını gösteriyor.