23 Mayıs 2014 Cuma




SANDIK BİRLEŞTİRMİYOR, BÖLÜYOR!


22.05.2014


Irak’ta Meclis seçimleri 2010’dan çok farklı sonuç vermedi. Oylar Nuri el Maliki’nin üçüncü kez başbakan olacağını gösteriyor. Maliki’nin Kanun Devleti bloğu 2010 yılında olduğu gibi seçimlerden birinci sırada çıktı, sandalye sayasını 3 tane arttırdı, ama çoğunluğu sağlayabilmiş değil. Bu durumda tek başına hükümeti kuramıyor. 328 milletvekilinin bulunduğu Irak meclisinde 165 sayısını tutturması gerekiyor.
Maliki’nin kendisi gibi Şii olan Mukteda Es Sadr ve El Hekim’in gruplarıyla hükümeti kurması mümkün.
Genel olarak Sünni gruplar oy kaybetti. Sünni Araplar, 13 partinin ittifakıyla Birleşikler Hareketi Koalisyonuyla girdikleri önceki genel seçimde 91 sandalye kazanarak seçim birincisi olmuştu. Şimdi daha zayıflar
Irak Türkmen Cephesi'nin (ITC) bütün çabalarına rağmen Türkmenlerin, seçime katılımı düşük oldu. Türkmen listeler, yine istedikleri sonucu elde edemediler. Türkmenler bu kez de ITC listesinden değil farklı listelerden seçimlere girmeyi tercih ederek 10 milletvekili çıkardılar. Bu da Türkmenlerin Irak’taki genel eğilim tersine kendi etnik kökeni değil farklı köken ve mezhep listelerinden seçimlere girmeyi tercih ettiklerini gösteriyor. Çünkü Türkmenler ancak bu şekilde seçimlerde birkaç fazla sandalye kazanabiliyor.

Yani seçim sonuçları, Türkmenler açısından, sayıları, güçleri ve etkileri anlamında yıllardır süren tartışmayı devam ettirecek gibi.

Kürtler ise üçüncü sırada ve üçüncü güç olarak seçimden çıktılar. 2010 ile karşılaştırıldığında oylarını arttırdı ve yine anahtar konuma yükseldiler. Irak Meclisinde 57 olan sandalye sayısını 62’ye yükselttiler. Kürtler arasında Barzani’nin KDP’si birinci sıradaki yerini korukken geçen seçimde Goran Haraketi karşısında güç kaybeden Talabani’nin KYB’sinin yeniden toparlandığı görülüyor. KYB sandalye sayısını 14’ten 21’e yükseltti. Kerkük’te birinci parti oldu. 

Irak seçimleri Amerikan işgali sonrası ülkedeki bölünmeyi bir kez daha gösterdi. Irak’ta seçmenin kahir ekseriyeti oylarını siyasi, ideolojik ya da ekonomik eğilimlerine göre değil mezhebi ve etnik kökenine göre kullandı, kullanıyor. Bir önceki seçimler de aynısı olmuştu: Bundan sonra da Irak’ta farklı bir manzaranın ortaya çıkması zor. Bu durum ülkeni fiilen ve ruhen bölündüğü bir kez daha göstermesi açısından önemli.

Tüm bunlar bir araya gelince Irak’ta koalisyondan başka bir çare görünmüyor. Bu koalisyonu Şiilerin kurması mümkün ama ülkedeki dengeler açısından Maliki Kürtleri yanına alabilir. Bu tabii ki bu durum Maliki hükümeti ile Kürtler arasında uzun süredir devam eden gerilimin azalmasına bağlı. Hükümetin, Kürtlerin her yıl bütçeden alması gereken yüzde 13’lük payı hala vermediği biliniyor. Hepsinden öte Kürtler Maliki’nin demokrasinin asgari kurallarını yerine getirmediği, Irak’ı, Anayasa’da yazıldığı üzere federatif bir şekilde yönetmediği yönünde eleştiriyor.

Eğer Maliki uzlaşmaya gitmez ve Kürtleri yeniden kazanmazsa, Kürtlerin ‘kendi yolunu çizmesi’ daha da hızlanabilir.
Bir diğer tehlike ise Sünnilerin durumu. Sünniler Saddam rejimi devrildikten sonra kendilerini dışlanmış hissediyor. Sünni bölgelerindeki direniş, terör eylemleri ve El kaide unsurlarının güçlenmesinin bir nedeni de bu. Sünnileri Irak’taki sistemin, denklemin içinde dahil etmeden ülkede istikrar ve güvenliğin sağlanması zor görünüyor.

Seçimler, sandık tabii ki önemli. Ama Irak gibi insanların etnik ve mezhebi kökenlere göre hareket ettiği, oy kullandığı bir ülkede seçimler, tarafları bir araya getirmekten çok uzaklaştırıyor.

Sorun tabii ki seçimlerde değil, Irak’ın geldiği nokta ve demokrasi anlayışı ve işleyişinde.




11 Mayıs 2014 Pazar


KÜRTLERE HAKSIZLIK MI YAPILIYOR?

T24/9.05.2014
 
Barış süreciyle birlikte siyasal Kürt hareketinin Türkiye’nin sıcak gündeminden geri çekildiği, hükümetin yanında konumlanmasa da, ‘kendi gündemine’ yoğunlaştığı, kitlesel olaylarda yer almadığı eleştirileri söz konusu.

Mehmet Altan’ın t24 sitesinde yazdığı ‘Batı’da faşizm Doğu’da Özerklik mi?’ yazısı da geçen yıl Gezi olaylarından beri daha alçak sesle sürdürülen bir tartışmayı alevlendirdi.

Peki, bu eleştirilerde haklılık payı var mı? 

Bir anekdot ve bir aktarımla devam edelim: Gezi sürecinin ilk günleri yabancı bir gazeteciye mülakat veriyorum. İnsanların neden medyayı eleştirdiğini soruyor. “Şiddet uygulanıyor ve bu şiddeti medyada göremiyorlar. Haklılar. Yalnız bu arada Kürtlere de bir özür borçları var” diyerek şöyle devam etmiştim. “ Medya 30 yıldır Kürtlerin başına geleni göstermiyor kimse de bundan sıkıntı duymuyordu. Ne zaman ki insanlar batıda kitlesel olarak devletin somut şiddetiyle karşılaştı, o vakit medyanın daha önce de benzer durumları görmediğini fark etti.”

Aynı dönemlerde İrfan Aktan Express Dergisi’nde (mealen) Gezi sırasında Tarlabaşı’nda polis tarafından sıkıştırılan “şimdi şuradan Kürtler çıkıp gelse çok sevineceğim” diyen gencin beklentisini aktarıyordu.
 
 Bu ülkenin insanları çok acılar çektiler, şiddete maruz kaldılar, öldürüldü, sürüldü. Bu nedenle kimin daha fazla acı çektiğini yarıştırıp kategorik olarak Kürt-Türk ya da Kürtler-solcular-islamcılar ayrımı yapmanın bir yararı yok. Ama tüm bunlar da 30 yıldır Kürtlerin maruz kaldığı uygulamaları da hafifletmez.

Şu anda siyasal ve silahlı Kürt hareketinin konumunu eleştirebilir, yanlış bulabilir, barış sürecinde hataları vardır vs. denilebilir. Ama ‘Kürtler nerede? Neden kitlesel eylemlere destek vermiyor?’ ya da “hükümetin yanında hizalandılar” demek haksızlık olur.
Kürtler, barış süreciyle birlikte, belki de birkaç yüzyıllık yok sayma sürecinin başka bir noktaya evirildiğinin, Türkiye barışına uzanan bir yolda ilerlendiğinin farkında.

Kürt hareketi doğal olarak bu yolda tarihsel bir zihin altı ve tecrübeyle daha dikkatli, sabırlı ve temkinli ilerlemeye çalışıyor. Bunu da her şeye rağmen yapmıyor; AKP hükümetini eleştirmekten kaçınmıyor, sokakta yerini alıyor. Bir yandan barış süreci adımını genişletmek için sonuna kadar zorluyor, masadan kalkmak, ilk geri adım atan olmak istemiyor. AKP’nin bu konudaki samimimiyetini test ederek yol almaya çalışıyorlar.

Kürtlerin tarihine bakınca, ne kadar ince eleyip sık dokumak zorunda olduklarını, kime ne zaman güvenip güvenmeyeceklerini, uzun yıllar sonra ilk kez inisiyatifi ele aldıklarını, Ortadoğu’daki gelişmeler açısından nasıl anahtar bir konuma geldiklerini biliyorlar. Ve tabii ki süreci kendi açılarından en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar. Ama bu sadece kendi açılarından değil Türkiye için de çok önemli. Bu AKP’yle oturulan masada hiçbir şey elde etmeden sonuna kadar kalacakları anlamına gelmiyor.

SABIR VE TEMKİN

Çatışmasızlık süreci önemli ancak Kürt hareketinin barış sürecinin gidişatından çok memnun olduğunu göstermez. Sürecin hangi aşamada; diyalog mu müzakere mi olduğu henüz belli değil. Gazeteciler ya da akil insanların İmralı’ya gitme düşüncesi olumlu olmakla birlikte, bu görüşme ancak, süreci Öcalan’ın ağızından dinlemek, kamuoyuna duyurmak ya da kamuoyunu yumuşatmanın ötesinde somut bir adım sayılmaz.
Tabii ki Öcalan’la siyasi temsilciler dışındaki görüşmeler koşulların giderek değiştiğinin ama hala hedeflenen noktaya gelinmediğinin işaretidir. Bilindigi gibi Öcalan’ın müzakere aşaması ve çeşitli komisyonlar kurulması ile gazeteci/akil insan görüşmesi farklı şeyler. Bu da hükümetin hala ara formüllerle süreci devam ettirdiğinin göstergesi.

Bu aşamada Kürt siyasal ve silahlı hareketine neden harekete geçmediklerini sorgulamak haksızlık, Kürt hareketinin bu tavrıyla hükümetin elini güçlendirdiği tezi de yanılgı gibi görünüyor.

Üstüne üstlük, 30 yıllık bir savaş ve bu savaşın travmasını yaşamış Kürtlerin yeniden savaşmaya başlaması bir olasılık olmakla birlikte, varolan ulusal ve uluslararası koşulların kendi lehlerine olduğu biliniyor. Velev ki Kürtler de bu süreçte pragmatik davranıyor. Bu kadar pragmatizme de hakları var. Ama Kürt hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlamayacağını ve sadece ‘kendi yolunu’ çizdiği eleştirileri haksızlık.

Çünkü barış sürecinde yol alınmadığı takdirde, demokratik özerkliğin hayata geçirilme süreciyle birlikte kentlerde pasif direnişten başlayarak hiç istemediğimiz silahlı çatışmaya varacak görüntülerle karşılaşabiliriz.
Bu olasılığa meydan vermemek ama hükümeti de bu konuda elini çabuk tutmaması, ipe un sermemesi ve barış sürecini Cumhurbaşkanlığı, genel secimler diyerek sürüncemeye bırakmaması için baskı yapmak gerekecektir.

Bu ülkede “muhaliflere” yapılanlar farklılıklar göstermiyor. Tuzak “milliyetçi” yaklaşımlardadır. Hem Türkler hem de Kürtler açısından. Yani “Türkiye demokratikleşirken Kürtler özgürleşecek-Kürtler özgürleşirken Türkiye demokratikleşecek” şeklinde sloganlaştırabileceğimiz durumda, birisi diğerinin önüne koyulmayacak kadar önemli. Her ikisi de birbirine mündemiçtir.  

KÜRTLERE HAKSIZLIK MI YAPILIYOR?

T24/9.05.2014
 
Barış süreciyle birlikte siyasal Kürt hareketinin Türkiye’nin sıcak gündeminden geri çekildiği, hükümetin yanında konumlanmasa da, ‘kendi gündemine’ yoğunlaştığı, kitlesel olaylarda yer almadığı eleştirileri söz konusu.

Mehmet Altan’ın t24 sitesinde yazdığı ‘Batı’da faşizm Doğu’da Özerklik mi?’ yazısı da geçen yıl Gezi olaylarından beri daha alçak sesle sürdürülen bir tartışmayı alevlendirdi.

Peki, bu eleştirilerde haklılık payı var mı? 

Bir anekdot ve bir aktarımla devam edelim: Gezi sürecinin ilk günleri yabancı bir gazeteciye mülakat veriyorum. İnsanların neden medyayı eleştirdiğini soruyor. “Şiddet uygulanıyor ve bu şiddeti medyada göremiyorlar. Haklılar. Yalnız bu arada Kürtlere de bir özür borçları var” diyerek şöyle devam etmiştim. “ Medya 30 yıldır Kürtlerin başına geleni göstermiyor kimse de bundan sıkıntı duymuyordu. Ne zaman ki insanlar batıda kitlesel olarak devletin somut şiddetiyle karşılaştı, o vakit medyanın daha önce de benzer durumları görmediğini fark etti.”

Aynı dönemlerde İrfan Aktan Express Dergisi’nde (mealen) Gezi sırasında Tarlabaşı’nda polis tarafından sıkıştırılan “şimdi şuradan Kürtler çıkıp gelse çok sevineceğim” diyen gencin beklentisini aktarıyordu.
 
 Bu ülkenin insanları çok acılar çektiler, şiddete maruz kaldılar, öldürüldü, sürüldü. Bu nedenle kimin daha fazla acı çektiğini yarıştırıp kategorik olarak Kürt-Türk ya da Kürtler-solcular-islamcılar ayrımı yapmanın bir yararı yok. Ama tüm bunlar da 30 yıldır Kürtlerin maruz kaldığı uygulamaları da hafifletmez.

Şu anda siyasal ve silahlı Kürt hareketinin konumunu eleştirebilir, yanlış bulabilir, barış sürecinde hataları vardır vs. denilebilir. Ama ‘Kürtler nerede? Neden kitlesel eylemlere destek vermiyor?’ ya da “hükümetin yanında hizalandılar” demek haksızlık olur.
Kürtler, barış süreciyle birlikte, belki de birkaç yüzyıllık yok sayma sürecinin başka bir noktaya evirildiğinin, Türkiye barışına uzanan bir yolda ilerlendiğinin farkında.

Kürt hareketi doğal olarak bu yolda tarihsel bir zihin altı ve tecrübeyle daha dikkatli, sabırlı ve temkinli ilerlemeye çalışıyor. Bunu da her şeye rağmen yapmıyor; AKP hükümetini eleştirmekten kaçınmıyor, sokakta yerini alıyor. Bir yandan barış süreci adımını genişletmek için sonuna kadar zorluyor, masadan kalkmak, ilk geri adım atan olmak istemiyor. AKP’nin bu konudaki samimimiyetini test ederek yol almaya çalışıyorlar.

Kürtlerin tarihine bakınca, ne kadar ince eleyip sık dokumak zorunda olduklarını, kime ne zaman güvenip güvenmeyeceklerini, uzun yıllar sonra ilk kez inisiyatifi ele aldıklarını, Ortadoğu’daki gelişmeler açısından nasıl anahtar bir konuma geldiklerini biliyorlar. Ve tabii ki süreci kendi açılarından en iyi şekilde değerlendirmek istiyorlar. Ama bu sadece kendi açılarından değil Türkiye için de çok önemli. Bu AKP’yle oturulan masada hiçbir şey elde etmeden sonuna kadar kalacakları anlamına gelmiyor.

SABIR VE TEMKİN

Çatışmasızlık süreci önemli ancak Kürt hareketinin barış sürecinin gidişatından çok memnun olduğunu göstermez. Sürecin hangi aşamada; diyalog mu müzakere mi olduğu henüz belli değil. Gazeteciler ya da akil insanların İmralı’ya gitme düşüncesi olumlu olmakla birlikte, bu görüşme ancak, süreci Öcalan’ın ağızından dinlemek, kamuoyuna duyurmak ya da kamuoyunu yumuşatmanın ötesinde somut bir adım sayılmaz.
Tabii ki Öcalan’la siyasi temsilciler dışındaki görüşmeler koşulların giderek değiştiğinin ama hala hedeflenen noktaya gelinmediğinin işaretidir. Bilindigi gibi Öcalan’ın müzakere aşaması ve çeşitli komisyonlar kurulması ile gazeteci/akil insan görüşmesi farklı şeyler. Bu da hükümetin hala ara formüllerle süreci devam ettirdiğinin göstergesi.

Bu aşamada Kürt siyasal ve silahlı hareketine neden harekete geçmediklerini sorgulamak haksızlık, Kürt hareketinin bu tavrıyla hükümetin elini güçlendirdiği tezi de yanılgı gibi görünüyor.

Üstüne üstlük, 30 yıllık bir savaş ve bu savaşın travmasını yaşamış Kürtlerin yeniden savaşmaya başlaması bir olasılık olmakla birlikte, varolan ulusal ve uluslararası koşulların kendi lehlerine olduğu biliniyor. Velev ki Kürtler de bu süreçte pragmatik davranıyor. Bu kadar pragmatizme de hakları var. Ama Kürt hareketinin Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı sağlamayacağını ve sadece ‘kendi yolunu’ çizdiği eleştirileri haksızlık.

Çünkü barış sürecinde yol alınmadığı takdirde, demokratik özerkliğin hayata geçirilme süreciyle birlikte kentlerde pasif direnişten başlayarak hiç istemediğimiz silahlı çatışmaya varacak görüntülerle karşılaşabiliriz.
Bu olasılığa meydan vermemek ama hükümeti de bu konuda elini çabuk tutmaması, ipe un sermemesi ve barış sürecini Cumhurbaşkanlığı, genel secimler diyerek sürüncemeye bırakmaması için baskı yapmak gerekecektir.

Bu ülkede “muhaliflere” yapılanlar farklılıklar göstermiyor. Tuzak “milliyetçi” yaklaşımlardadır. Hem Türkler hem de Kürtler açısından. Yani “Türkiye demokratikleşirken Kürtler özgürleşecek-Kürtler özgürleşirken Türkiye demokratikleşecek” şeklinde sloganlaştırabileceğimiz durumda, birisi diğerinin önüne koyulmayacak kadar önemli. Her ikisi de birbirine mündemiçtir.