19 Ağustos 2014 Salı


PKK VE YPG’nin IŞİD karşısındaki gücü bölgedeki dengeleri değiştiriyor

19.08.2014

Suriye'de IŞİD'in panzehrinin PYD/YPG olduğunu uzun süredir söyleniyor, söylüyoruz. Alandaki gelişmeler de bu konudaki öngörüleri doğrulamış gibi.  

Suriye'de uzun süredir IŞİD’a direnen, IŞİD'in savaş taktiklerini çözen yine YPG oldu.  Irak'taki IŞİD yürüyüşü ve sonrasındaki Ezidi katliamını takip eden süreçte, Şengal bölgesinde durumu kontrol altına alan ve ciddi bir tahliye operasyonu gerçekleştirmesinde YPG'nin Suriye'deki IŞİD’le savaşta edindiği tecrübenin büyük payı var.

PYD, Suriye’de PKK ile aynı kökten gelen parti. Silahlı kanadı ise YPG.

IŞİD’i çözen YPG oldu

Irak ve Suriye ordusundan ele geçirdiği silahlarla nizami bir ordunun donanımına sahip olan IŞİD aynı zamanda gerilla savaşı da yapabiliyor. PYD’nin silahlı kanadı YPG'nin Suriye'deki tecrübesi, verdiği gerilla savaşının IŞİD'e karşı avantaj sağladığı bu kez daha  ortaya çıktı.


PKK da devrede

Kandil'den aşağıya inerek Mahmur ve çevresinde savaşan PKK'lılar için de aynı durum geçerli. Silahlar eşit olmasa hem YPG hem de PKK, IŞİD karşısında direniyor; IŞİD’de eşit koşullarda gerilla savaşı bilen güçler karşısında tutunamıyor, tutunamadığı noktada halk desteğini kaybediyor. Her ne kadar Amerikan hava bombardımanı IŞİD’e ciddi darbe vuruyor olsa da, bu örgütle düzenli ordu taktiği ile savaşmak pek sonuç getirmiyor. Bu nedenle PKK’nın gerilla taktikleri ve sızma harekâtları Irak’ta önemli hale geliyor.  

IŞİD'in Suriye ve Irak'ta aldığı desteğin bir kısmı dönemsel çıkar ilişkisi olmakla birlikte büyük oranda etrafa saldığı korkuya dayanıyor. (İŞİD korku ve terörü yöntem olarak kullanarak askeri gücünü ikiye katlıyor)


Batı ve Türkiye PYD’yi, PKK’yı  yeniden değerlendirecek

En önemlisi, birkaç yıldır IŞİD'e karşı savaşıyor olmasına rağmen Batı tarafından görülmeyen PYD/YPG örgütlenmesinin artık kale alınacak duruma gelmiş olması. Irak'taki bu operasyon sonrası PYD'nin  Suriye'de, PKK'nın da Irak'ta yeniden değerlendirileceğini söyleyebiliriz.  

Bu anlamda Şengal Dağı’nda Amerikalı uzmanların HPG ya da YPG savaşları ile görüntü vermesi de şaşırtıcı değil. Şengal Dağı Ezidilerin tahliye operasyonu Batı nezdinde YPG’nin kredisini arttırmış durumda. Ayrıca, Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani'nin PKK militanlarının Mahmur'u korumak için aşağıya inmelerine izin vermesi, aynı fotoğraf       karesinde poz vermesiyle birlikte bazı eski anlayışlar, şimdilik bile olsa, kırılmış gibi görünüyor. Özellikle Kürt Bölgesel Yönetimi bundan sonra Rojava’da PYD ile yeni bir ilişki düzeyi başlatacaktır.

Türkiye ve PYD

Batı ve Türkiye Suriye savaşının başlangıcından bu yana PYD ile mesafeli ilişki kurarak ya da ilişki kurmayarak, bu yapılanmayı Suriye muhalefeti içinde görmedi. Ancak, Suriye muhalefeti büyük oranda çökerken PYD ayakta kaldı. YPG’nin Suriye’de IŞİD’e karşı verdiği mücadele, Şengal operasyonundan sonra daha görünür hale geldi.

PKK ile görüşüp PYD’ye uzak durmak çelişkili

Bugüne kadar Rojava politikasını KDP ile yürütmeye çalışan PYD’ye uzak duran Türkiye de, muhtemelen Suriye’de muhaliflerle olan politikasını artık gözden geçirecek, IŞİD’e karşı Kürtlerin mücadelesini görmezden gelmeyecektir.  Öte yandan Türkiye’de PKK ile görüşen ‘devletin’ Suriye’de PYD’ye uzak durması zaten çelişkili ve anlamsız.

Üstelik Rojava Kürtleri yıllar önce Türkiye’den göçen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının akrabaları.

Irak ve Suriye'de olanlar bölgede Kürtler ve farklı Kürt partilerinin yeniden yükselişinin işareti olduğu kadar Suriye ve Irak'ta hem Bölgesel Yönetim hem de Rojava Kürtleri açısından kendi aralarında da yeni ilişkiler anlamına geliyor.

Durum Kürt Bölgesel Yönetimini aşar

Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye'nin, PYD’yle, politikasını revize etmesi kaçınılmaz gibi. PKK liderliği ile zaten görüşen ‘devletin organları’, PYD ile ilişkilerini de Suriye bağlamında yeniden değerlendirecektir.   


Türkiye, Irak ve Suriye’de olanları göz önüne alarak, her iki coğrafyadaki olumsuzlukları avantaja çevirebilir. Zaten son gelişmelerle birlikte sadece Kürt Bölgesel Yönetimi ile Suriye ve Irak’taki politikaların belirlenemeyeceği ortaya çıktı.


14 Ağustos 2014 Perşembe




AMERİKAN BOMBARDIMANI IŞİD’İ DURDURAMAZ, BU ÇÖZÜM GEÇİCİDİR.

11.08.1014/ diken.com

ABD Başkanı Obama, Irak’taki son durumu ve IŞİD’i işaret ederek “ bu sorunu haftalar içinde çözeceğimizi sanmıyorum” derken haklıydı. Geriye dönüp bakıldığında Irak’ın bu duruma gelmesinde başrolü oynayan Amerika’nın, bu ülkeden çekilmesinin ardından geride bir enkaz ve demokrasi “müsveddesi” kalmıştı.

IŞİD’in bu bozuk yapının üzerinden yürüdüğü ve ülkeyi en zayıf noktası olan Sünni bölgesinden vurduğu ortada. Ama hakkını teslim etmek gerekir ki IŞİD’in bugünkü duruma gelmesindeki büyük katkıyı Suriye’deki iç savaş sağladı. Nasıl mı?


IŞİD’E YOL VERİLİNCE

Çünkü ABD, merkezi hükümet ve Sünni bölgesi 2007’de, o dönemki El Kaide tandanslı hareketleri geriletmişti. Suriye’deki savaşta dünyanın dört bir yanından gelen binlerce kişiye göz yumularak ‘yol verilmesi’ ve bunlardan medet umulmasına, Irak’ta başbakan Maliki politikalarının IŞİD’e ‘dolaylı katkısı’ eklenince durum bu noktaya geldi.

El Kaide’nin türevi olan IŞİD ve cihatçı mantıktaki diğer muhalif gruplar (gerçi Suriye’de cihatçı mantık dışında çok fazla grup kalmadı. ÖSO’nun ne durumda olduğu belli değil) Suriye’de kontrolden çıkan bölgeleri ele geçirdikten, kendi katı, geri anlayışlarını baskı ve terör yoluyla uyguladıktan sonra Irak’a yönelme imkanı buldu. Bir parantez açarsak asıl El Kaide yani Zarkavi’nin lideri olduğu merkez belli bir bölgeyi ele geçirmek için uğraşmıyor, ‘düşmanı’ farklı coğrafyalarda yıpratmayı amaçlıyor. IŞİD ise şiddet politikaları çerçevesinde belirli bir bölgeyi ele geçirmek amacında. Klasik ve modern anlamları içeren karma bir ordu kurarak ile kontrol sağlıyor.


IŞİD’in arkasında dönemsel çıkarlar nedeniyle bazı ülkelerin olduğu, göz yumulduğu doğruluk payı taşısa da bu tür yapıların bir süre sonra kontrolden çıktığı 30 yıldır bilinen bir gerçek. Bu nedenle İŞID’ın yöntemlerinden kısa vadede medet umanlar bir süre sonra kaybediyor. Suriye’de IŞİD’e ‘yol veren’ bildik ülkeler, Irak’ta Sünni Arapları aynı akıbet bekliyor.

BİR SELEFİ DEVLETİ PEKÂLÂ MÜMKÜN

İŞID Irak harekâtıyla aslında tüm bölgenin dengesini sarstı. Irak’ta Selefi Vahabi anlayışın kök salabileceği, hatta orta bölgede bir Selefi devletin kurulabileceği hiç de göz ardı edilmemeli.

IŞİD’in ilerlemeye çalıştığı coğrafyaya bakarsak, çoğunun itilaflı bölgeler olduğunu görülür. Bu bölgeler Irak merkezi yönetiminin denetimi ama Kürt Yönetiminin sınırları içinde, statüleri hala belli değil. Mahmur, Sincar, Kerkük bunların arasında.

IŞİD’İN ASKERİ BİR AKLI VAR

İtilaflı bölgelerin statüsü Irak anayasasının 140. Maddesine göre yapılacak referandum sonucu belirlenecek.  IŞİD ve Sünni Araplar bu bölgeleri ele geçirip, fiili durum yaratarak elini güçlendirmek ve kendi bölgesini katarak Sünni Arapların sınırlarını genişletmek, su ve petrol kaynaklarına yönelmek niyetinde. Askeri olarak taktiklerine, hangi bölge ve hedeflere yöneldiklerine bakıldığında, bunun arkasında bir askeri aklın olduğu görülüyor. Yani bir grup ya da gruplar koalisyonu söz konusu; Irak’ta Sünni Araplar ve eski Baascılar gibi. 


İŞİD ile Sünni Arapların bu birlikteliği ne kadar götürecekleri ise belirsiz. Ama Sünni Arapların şu haliyle IŞİD olmadan tek başlarına hareket edebilme güçleri yok. Eğer Sünni Araplarla Kürtler ve Şii Araplar Bağdat’ta yeni bir yapılanma için bir araya gelirse ancak İŞİD’le mücadele edebilir. Aksi halde Sünni Araplar da İŞİD’den kolay kolay kurtulamayacak.


PEŞMERGELERE DERS!
Suriye’nin üçte, Irak’ın dörtte birini elinde tutan IŞİD, Musul baskını ile ele geçirdiği ağır ve komplike silahları Amerikan bombardımanı dışında durdurulması pek kolay görünmüyordu. Nitekim öyle oldu.

Bu durum nerdeyse 20 yıldır savaşmayan Peşmergeler için de bir ders niteliğinde. Dağda savaşmakla Irak’ın düz arazisinde, üstelik farklı taktiklerle, savaşı lehine çevirebilen IŞİD güçleri karşısında tutunması mümkün değildi. Silahları demode, eğitimsiz Peşmerge güçleri, Amerikan bombardımanı, PYD ve PKK ile belli bölgelerde birlikte verdiği mücadeleyle IŞİD’i şimdilik geriletti. Çünkü Erbil’in düşmesi Irak’ın düşmesi demektir. Bu çok mümkün görünmemekle birlikte mevcut atmosferin halk arasında yarattığı panik, Iraklı Kürtler açısından bir kez daha düşünülmesi gereken bir nokta; üstelik kısa süre öncesine kadar Bağımsız Kürdistan’dan bahsedildiğini düşünecek olursak.
Bir hayalden gerçeğe dönüşmeye başlayan Bağımsız Kürdistan fikrinin yine ertelenmek zorunda kalınacağı, Kürt bölgesinin koşullarının buna hazır olmadığı bu vesileyle görüldü. Kimilerinin deyimiyle AVM’si olan ama ordusu olmayan bir ülkenin kendini koruması mümkün değildi.

VAROLUŞSAL BİR SAVAŞ

Diğer yandan bu durum uzun süredir, farklı gerekçelerle rakip olan  Kürt grupları, Hoşyar Zebari’nin deyimiyle “varoluşsal” savaşta bir araya getirdi. Suriye’de PYD ile alan mücadelesine giren KDP, Sincar dağlarındaki Ezidileri kurtarmak için YPG’ye ya da Mahmur’da  savaşmaya gelen PKK’lılara ihtiyacı olduğunu anladı.

Dolayısıyla Türkiye’nin KDP’nin bu işbirliğine ses çıkarmadığı/çıkaramadığını da ekleyelim. Kürtler arasındaki bu askeri dayanışmanın siyasi olarak da devam edeceği kuşkulu olsa da, bölgede bundan böyle Kürt grupların kısır, küçük çıkarlar için mücadele ederken bir kez düşünmeleri gerekebilecek. Yani bölgede Peşmerge prestij kaybederken, ortada bir Peşmerge Bakanlığı olsa bile KDP, KYB ve Goran hareketinin birlikte hareket etmediği, modern bir ordunun çok uzağında olduğu görüldü. Bundan sonrası için Kürt partiler tek başlarına hareket edemeyeceklerini gördüler; durumdan ne kadar ders çıkacakları ise kendi sorunları.

GÜVENLİK PAMUK İPLİĞİNE BAĞLIYMIŞ

Bir diğer nokta ise yine Kürdistan Bölgesel yönetiminin ileriyi göremeyerek İŞİD’in Maliki’yi meşgul edeceğini düşünmesiydi. Sünni Arapların desteğindeki IŞİD Kürtleri yanılttı. Bu saldırıya kadar Irak’ın en güvenlikli, en zengin ve en kurumsal yapısı Kürt bölgesi olmakla birlikte, “en güvenlikli’ kısmının pamuk ipliğine bağlı olduğu ortaya çıktı. Zenginliğin tehlikeye girmemesi için de Amerika devreye girdi.

Ama görüldü ki artık Irak Kürt bölgesi de artık Irak’ın genelindeki kaos ve belirsizlikten muaf değil. Bu durum ve IŞİD tehdidi Türkiye dahil tüm bölge ülkelerine ileriye yönelik değerlendirmesi gereken bir durum, ciddi bir tehlike. Çünkü, IŞİD sadece Amerikan bombardımanı ile durdurulacak bir hareket değil; bombardıman sadece onları geriletebilir.

Kendi Kürtleriyle barışmaya çalışan Türkiye'yse, bu niyeti hızlı bir şekilde hayata geçirip en kısa zamanda özellikle Suriye ve Iraklı Kürtlerle yeni bir siyasal zeminde buluşmalıdır. Çünkü bölgenin fotoğrafı giderek değişiyor.


6 Ağustos 2014 Çarşamba




KÜRTLER IŞİD'İ DURDURABİLİR. PEKİ, YA TÜRKİYE?

6.08.2014/ diken.com


Önümüzdeki harita IŞİD ya da yeni ismiyle İD (İslam Devleti) güçlerinin neleri hesapladığını, atacağı bir sonraki adımda neyi amaçladığını gösteriyor.
Musul’u alan IŞİD, Irak Kürdistan’ı sınırına paralel olarak kimi zaman Kürt bölgesini de içine alan bir şekilde kuzeye doğru yol alıyor. Bu hat üzerindeki Sincar/Şengal ve Zummar’ı hedef alması nedensiz değil.

Bu iki kasabayı tamamen ele geçirebilirse kendi deyimleriyle “üçgene varacaklar”. Sözü edilen üçgen ise Irak, Suriye ve Türkiye sınırlarının kesiştiği bölge.

Tek durdurmaya çalışan Kürtler.

Böyle bir durumda IŞİD durdurulmaz Irak Kürt Bölgesi değil, Rojava ama daha da önemlisi Türkiye’ye bir başka noktadan daha komşu olacak.

Sincar/Şengal’de ilerleyen IŞİD’den kaçan binlerce kişi; Türkmen, Ezidi, Hristiyanların feryatları ortada. Bu tekfirci/ cihatçı unsurlar kendi dışındakilere hayat hakkı tanımıyorlar; Müslüman olmanız da önemli değil.
Giderek yayılıyorlar, bu arada İŞID’den yararlanan, Irak ve Suriye’deki kavgada alan kapmak isteyen çeteciler, geri plana itilen siyasi güçler de bu durumdan yararlanıyor.

Irak işgali, Suriye’deki iç savaşın körüklenmesinin bir sonucu olarak yaşam alanı bulan, özellikle Şam rejimini devirmek için her yolu mubah sayanların sessizliğinden yararlanan bu hareketi Irak ve Suriye’de Kürtler durdurmaya çalışıyor.

Irak Kürdistan Bölgesi IŞİD’i kendi sınırları dışında tutmaya çalışırken ciddi tehdit altında. Peşmerge güçleri direnemedikleri noktaları terk ediyor. Çünkü silah üstünlüğü IŞİD’de ve ağır silahlara sahipler.

Kürtler birlikte mücadele verebilir mi?

Sincar/Şengal bölgesini saldıran İŞİD’e karşı Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin “peşmergeye saldırı emri “ vermesi Rojava’da savaşan YPG’nin bölgeye desteğe gitmesi ve  KCK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan’ın “Şengal’e müdahale edeceğiz” açıklaması, şu haliyle Kürtlerin İŞİD’e karşı mücadele edeceklerini gösteriyor

Ancak bu noktada KDP-KYB ile YPG-PKK’nın varoluşsal çelişkisi bir kez daha ortaya çıkıyor.

IŞİD’e karşı Kürtler güç birliği yapacak mı, yoksa liderlik mücadelesi acısından askeri olarak zayıf kalmak uğruna diğer grupların desteği ret mi edilecek?

Kürtler arasında hala tam bir uzlaşma yok

Her halükarda Kürtler IŞİD’in durdurulmaması durumunda bölgenin ve kendi geleceklerinin tehlikeye gireceğini biliyorlar. Irak Kürdistan yönetimi ile PKK’nın “ortak düşmana” karşı henüz bir uzlaşmaya varmadıkları anlaşılıyor.

Ama IŞİD tehdidinin bir varoluş savaşına olduğunun farkına varılmazsa, kendi aralarındaki iktidar mücadelesinin ortaya çıkardığı güç bölünmesi Kürtler için dezavantaj yaratabilir.

Öte yandan IŞİD tehdidi farklı bölgelerdeki Kürtler açısından birleştirici bir işlev görebilir.

Zaten bölgede IŞİD'le mücadele eden tek güç neredeyse sadece Irak ve Suriye'deki Kürtler. Bu nedenle sadece bu konu çercevesinde bile birlik olmaları çok önemli.

Olanların Türkiye’de barış süreci ve dağdan inişlerin planlandığı bir döneme denk gelmesi de durumu daha karmaşık hale getirmiş durumda.

Bu işin askeri tarafı. İnsani yanı ise giderek daha vahim hale gelmekte.
IŞİD’den kaçan Türkmenler ve Ezidiler bir yandan katliam korkusu yaşanıyor diğer yandan dağlarda ayakta kalmaya çalışıyor.

Hasılı, Kürtler birleşik bir güçle IŞİD'i durdurabilirler.


Türkiye için sorular

Türkiye’nin durumu nasıl değerlendirdiği ise hala soru işareti.

-Suriye sınırında Türkiye’ye komşu olan IŞID, Türkiye-Suriye-Irak 
sınır üçgeninde de komşu olması halinde ne olacak?

-Türkiye için PKK/YPG mi yoksa IŞİD mi daha yakın tehlike oluşturmakta?

-“Düşmanı düşmana” kırdırıp ayakta kalanla mı politika oluşturulacak?

-Böylesi bir durum barış sürecini nasıl etkileyecek? İşin uzamasına yol açacak mı?


IŞİD, Türkiye için yakın tehdit

Bu nedenle IŞİD’i küçümseyen harcıâlem ve düzensiz bir hareket olarak görüp, umursamayanları, daha ileri giderek ses çıkarmayanları bir kez daha uyarmak gerekiyor.

Bu hareket bir süre sonra türevlerini ortaya çıkarıp, Suriye ve Irak’tan sonra başka alanlarda da güçlenme potansiyeline sahip.
Üstelik IŞİD bizim de içinde yaşadığımız coğrafyada sadece silahlı olarak değil zihni, ideolojik olarak giderek mümbit bir arazi buluyor.



3 Ağustos 2014 Pazar


ÖLDÜREREK BİTİREMEZLER
 
3.08.2014
 
                                         "Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!"
                                                                                         Mahmud Derviş
 
 
Kökünü kazımak! Bu motto İsrail’in Filistin topraklarına saldırısının temelini oluşturur. İsrail ‘kökünü kazımaktan’ söz ederken tarihsel ve insani açıdan işgal ettiği toprakların Filistin halkının olmadığını, o topraklarda bir daha kök salmaması gerektiğini iddia ederek önüne geleni yakıp yıkar. Dün tüm Filistin topraklarında olduğu gibi bugün de Gazze’de aynısını yapmaktadır.

Gazze’yi kuşatan, fütursuzca insanları bombalayan, çaresizlik içinde kaçanları sıkıştırıp öldüren mantığın amacı budur. İsrail, kara operasyonu başlattığında önce sınır bölgelerindeki narenciye bahçelerini zeytin ağaçlarını tahrip eder. Batı Şeria’da bu davranış Yahudi Yerleşim birimleri inşa edilip işgal derinleştirilirken gerçekleşir. Zeytin ağaçları çok derinlere kök salar, eskilere dayanır; o toprağa ait olmanın göstergesidir. İsrail bu ağaçları sökerek Filistin halkının umudunu kırmayı, geçmişini yok etmeyi hedefler; kadınlar, yaşlıları ağaçlara sarılarılar. Aslında korumak istedikleri sadece ağaçlar değil kök saldıkları topraklar ve tarihleridir.

Gazze saldırısının artık sadece bahçeler evlerle sınırlı kalmayıp okullar, hastaneler ve camilerle devam etmesi ise Filistinlilere korku salarak, ‘hiç kimse sizi koruyamaz’ nobranlığı ile da davranmaktır. Film her seferinde başa sarılsa bile ne kadar katliam gerçekleşirse gerçekleşsin, o halk o ağaçlara o toprağa sarılır. Çünkü kökü oradadır. Üstelik tarihi de unutmaz.
 
xxx
 
İsrail, Gazze saldırısına gerekçe gösterdiği tünelleri, yüzlerce sivili öldürmek pahasına tahrip etse de bunun çözüm olmadığı biliniyor. Çünkü Gazze yerle bir edilse insanlar katledilse de İsrail’in tavrı değişmedikçe Gazze’deki örgütler yine farklı taktikler üreterek direnmeye devam ediyor. İsrail’i çileden çıkaran da bu zaten.

İsrail düşmanı olmadan ya da karşıtını yaratmadan yaşayamayan bir siyasi anlayış. Üstelik son yıllarda giderek sağa kayan, neredeyse Şaron’vari politikacıların arttığı bir yapı artık. 

Eskinin İşçi Partisi-Likud denklemi, 1990’ların sonundaki yüzbinlerce kişinin barış için toplandığı bir anlayışın çok uzağında. (Sayıları az da olsa, İsrail’i de muhalif olmak zor da olsa İsrail’in devlet politikalarına karşı çıkanlar, tel’in edenleri de unutmamak gerekiyor.) Bu durumu yaratan tabii ki İsrail’in daha sağa kaymasının yanı sıra Ortadoğu’daki dengelerin alt üst olması, sorunların ‘anası’ olan Filistin meselesinin gündemin gerisine düşmesi, bu karmaşa ve belirsizlikten yararlanan İsrail’in var gücüyle Filistin’e yüklenmesi.
xxx
Eskiden de böyle olmakla birlikte en önemli sorun olan Filistin meselesinin bir vekalet savaşına dönüştüğü de görülüyor. Bu vekalet savaşı kimi zaman insani temellere dayanırken şu anda bölgedeki konjonktüre bağlı bir biçimde değişiyor. Türkiye ve Katar bir yanda Suudi Arabistan ve Mısır diğer yanda. 

ABD ve Avrupa’nın tavrını değerlendirmeye gerek bile yok. Başka bir açıdan Amerika-İran yakınlaşmasına İsrail’in gösterdiği tepkiyi azaltmak için Washington sanki Gazze’yi İsrail’e teslim etmiş gibi görünüyor. Ama Batı’da özellikle Irak ve Suriye’deki mezhep savaşına dönen ortam ve IŞİD benzeri cihatçı yapılardan duyulan tedirginlik, bu yapıların mevcut durumda Filistin’e de sızabileceği düşüncesinin yarattığı tepkisizliğinin acısını Filistin halkı çekiyor. Tabii ki bunların hiçbirisi olan biteni aklamak için gerekçe değil.
 
İşin Doğu, ya da Arap-Müslüman alemi kısmına gelince. Ara rejimleri Filistin meselesini, sokaktaki kitleler dışında, uzun yıllardır sadece bir “kullanım malzemesine” dönüştürdü. Özellikle otoriter rejimler halkın kendilerine yönelik öfkesini bastırmak için Filistin meselesini sıkça kullandı. Arap Birliği ya da İslam Teşkilatı örgütünün kendinden menkul yapıları, geçmişte olduğu gibi bugün de Filistin için bir şey yapamaz. Gazze meselesindeki sessizlik şunu ortaya koymakta: Filistin meselesi için Araplık ya da Müslümanlık tek birleştirici unsur değildir. Meseleye böyle yaklaşan, oralardan bir şey bekleyen yanılır. Halkları tenzih ederek, bugün bölgedeki karmaşa nedeniyle "kendi işine bakan" Arap ve Müslüman ülkelerin ya da rejimlerin, Filistin diye "gerçek" bir dertleri olmamıştır.
 
Tabii ki Filistin meselesi Kudüs dolayısıyla çok önemli bir yere sahiptir. Ama Filistin dini değil ulusal bir meseledir. Sorunu sadece İslami zemine indirmek ise sadece kitleleri ‘rahatlatmaya’ yönelik ama sorunu çözmekten uzak girişimlerdir.  Çünkü Filistinliler Müslüman oldukları için değil Filistinli oldukları için öldürülürler. Bu cümleden hareketle, Filistin birlik olmadıkça, mücadele sadece dini referanslara indirgendiği sürece mesafe alınmaz. Filistin meselesinin bir ulusal mesele, bir toprak meselesi ve bir kurtuluş, özgürlük, vicdan meselesi olduğunu söylemek gerek. Zaten tüm örgütleriyle liderlik krizi içinde olan Filistin hareketi giderek kısırlaşmakta rengini, çoğulcu sesini kaybetmekte, Hristiyanlar geri plana itilmekte.
 
 
 
xxxxxx
Suriye savaşı bütünün bölgenin dengesini bozdu. Yeni cepheleşme de bu savaş üzerinden şekilleniyor. Filistin’de de Suriye’deki savaştan etkilenenlerin başında geliyor. Özellikle Hamas-Hizbullah hattının çökmesi, Hamas’ın, Halid Meşal’ın bürosunu Katar’a taşıması, Hamas’ı zayıflattığı gibi. Bu savaşta gücünü Suriye’ye yönelten Hizbullah’ın da 2014 Gazze saldırısı sırasında daha pasif kalmasına neden oldu. 

Mısır’daki darbe ile çöken Müslüman Kardeşler hattı da Hamas’ı zayıflatan gelişmelerden biridir.  Hamas, her ne kadar Hizbullah’tan destek isterken, bunun hayata geçme şansı yüksek görünmüyor. Geçmişte “işgalci düşmana” karşı birlik oluşturan bu iki yapı son dönemin “mezhebi vekalet savaşı tuzağına” düşerken ve bu durum Filistin direnişini ikinci plana itmiş durumda. İsrail’i de bunun biliyor tabii ki.  
xxxx
Filistin içindeki “birlik” ise tüm örgütlerin ortak bir zemin üzerinden buluşup, “Filistin şartını” yeniden yazmaları FKÖ’yü yeniden düzenlemeleri ile mümkün olabilecek. Gazze’de mücadele veren Hamas gibi görünse de İslami Cephe’den Halk Cephesi’ne oradan Demokratik Cephe ve El Fetih’e kadar birçok örgüt birlikte mücadele veriyor. Ama İsrail saldırganlığı örgüt farklı gözetmiyor. İsrail’in Hamas saldırısı tetikleyen nedenlerden birinin El Fetih-Hamas uzlaşması ve milli mutabakat hükümeti olduğunu unutmayalım. 

Bölünmüş bir Filistin İsrail’in işine gelirken birleşme girişimleri başlar başlamaz İsrail saldırısı gerçekleşti. Hamas özellikle bölgede Müslüman Kardeşler hareketinin gerilemesiyle düşüşe geçti ve altın dönemini kapattı, Gazze’ye sıkıştı, dünyayla bağlantısı kesildi. İsrail saldırısı normal olarak Hamas’ı direnişe sevk ederek, en iyi bildiği, savaşma noktasına tekrar geri getirdi. Hamas’ın siyaseten olmasa bile askeri olarak başarısı söz konusu: İsrail halkını tedirgin etmesi, füzeleri hedef tutturamazsa bile İsrail halkının ‘korkutması’ önemli. Bu psikolojik baskının Hamas’a üstünlük sağladığı ortada. Çünkü onlarca kara harekâtı, binlerce kişinin ölümüne rağmen yine de direnen birilerinin olması İsrail için başarısızlıktır. Üstelik Gazze’de savaşanların İsrail ordusuna darbe vurduğu, hiç beklenmedik saldırılar gerçekleştirmesi, tüneller yoluyla sağladıkları askeri başarı, İsrail istihbaratının Gazze ve tüneller konusundaki bilgi eksikliği İsrail’ de bir süre sonra gündem olacaktır. Gazze saldırısı devam ettikçe İsrail’in kayıpları artarken, bu durum İsrail içinde yeni bir tartışmayı beraberinde getirebilir. 2006 Lübnan savaşında benzeri yaşanmıştır. Başbakan 

Netanyahu’nun uluslararası gözlemciler eşliğinde Gazze’nin silahsızlandırılması” önerisi de saldırarak başarmadıkları bu silahsızlandırmayı başka yollarla “halletmeye” yöneliktir. Ama Filistinliler silahsızlandıkları anda İsrail’e tamamen teslim olacaklarının farkındadır. Yıllar önce Bağımsız bir Filistin devleti tartışılırken ‘ordusu olmayan bir ülke’ yaratmayı tasarlayan İsrail, bu yolla Filistinliler kontrol edeceğini ve dilediği zaman istediğini yapabileceğini planlamaktaydı. Ama bu durum kabul etmek Filistin için intiharla eş anlamlıdır. Barış masalarında Filistin yönetimini sürekli oyalayan hatta tüm umudunu beyhude bir biçimde buna bağlayan Mahmud Abbas’ın bile masadan ayrılmasına neden olan İsrail bu fütursuzluğu ile nereye kadar devam eder bilinmez. Ama Filistinlilere diz çöktüremeyeceği ortada. Hamas ve Filistinliler öldürülerek bitmemiştir. İsrail’de bunu bilir.
xxxx
 
Filistin, dünyadaki ezilenlerin, yoksulların, toprağı elinden alınmış ulusların, hala vicdanları olanların, eşitsizliğe, haksızlığa ve tutsaklığa karşı olanların mücadelesidir. İsrail belki bu muharebeyi kazanabilir ama yıllardır işgal ettiği topraklarda savaşı kazanamaz.

Eski bir paradigma gibi görünse de Filistin’i yeniden uluslararası dayanışmanın gündemine taşımak, ulusal kurtuluş mücadelesinin unsuru yapmak, ‘birilerinin’ tekeline bırakmamak ve dünyanın gündemine sadece katliamlar yaşandığında taşımak değil her daim diri tutmak gerekiyor.

Belki bir son not da İsrail’in vahşeti nedeniyle Yahudi düşmanlığı yapanlara.

2009’da Gazze saldırısı sonrası şunları yazmışım: “İsrail politikalarıyla anti-semitizmi ayırabilmek, Filistin direnişini sadece Hamas’tan ibaret olmadığını bilmek, Varşova’da Yahudi, Gazze’de Filistinli olmak gerekiyor”