31 Aralık 2015 Perşembe


SURİYE: ASIL SAVAŞ 2016’DA BAŞLAYACAK

31.12.2015


2016 Suriye’de geriye sayımın ilk yılı olacak. Ocak ayında başlayacak Viyana görüşmelerinin ateşkesler nedeniyle ülkeye bir süre nefes aldıracağı muhakkak ama savaşın bitmesine daha var. Ancak yılın ilk aylarında görece bir sükûnet süreci yaşanabilir.

Ama gerçekçi olalım: Suriye’de daha alınması gereken çok yol var. Benzeri iç savaşların 10-15 yıl sürdüğü bilinmekte. Üstelik Suriye savaşı çoktan Suriyelerin olmaktan çıktı. Bölgesel hatta küresel bir savaş yaşanıyor. Bu durumda işler hem kolaylaşıyor hem de zorlaşıyor.

Ülke içine bakacak olursak; alanda farklı ülkelerin desteklediği o kadar fazla sayıda örgüt var ki birçoğu çok kolay denetimden çıkma potansiyeline sahip. IŞİD başka bir olgu ve Suriye savaşının sonucu ve sonrası için en etkili unsur. IŞİD bu yıl içinde askeri anlamda ciddi darbelere yiyecek. 

Bitecek mi? Tabii ki hayır.

Suriye savaşı kendi içeriğinden; demokrasi özgürlük ve yeni bir rejim idealinden koptu, koparıldı. Olan bir devrim filan değil. Maalesef kapanın elinde kaldığı bir paylaşım savaşı. Öyle sadece bildik emperyalist ülkelerin paylaşım savaşı değil, içinde alt emperyal hayallerle soyunanların da bulunduğu bir savaş bu.

Ortadaki manzara ile bu yıl BM’nin ortaya koyduğu 18 aylık geçiş sürecinin takvime bire bir uyması da pek mümkün değil. Ama yine de bu yılın en çok konuşulacak konusu olacak: Viyana ve bu geçiş süreci.

Gelelim alanda savaşan bir kısmı sözüm ona “ılımlı” muhalif örgütlere. Bu örgütler, El kaideci Nusra, Selefi, cihatçı Şam grubu, İslam ordusu vb. Hizbullah, PYD/YPG ve Suriye Demokratik Güçlerin.

Bu örgütler destek aldıkları oranda varlar, eğer destek kesilecek olursa işler değişir. Yani birçoğu sadece savaşın yarattığı pazardan nemalanıyor artık, bir kısmı Sünni aşiretleri üzerinden savaşa girmiş, bir kısmı da sadece İslami bir Suriye’den ötesini göremez durumda.  Hizbullah da denklemin öte yanında rejimin ayakta kalması içinde elinde geleni yapmakta. Mezhep ve etnik temelde bölünen bir savaşın 2016’daki manzaranızda çelişkiler daha da keskinleşecek. Bu örgütlerin bir kısmı savaşı da bitirmek istemeyeceklerdir. Çünkü bunların aralarında, varoluş sebebi sadece savaş olan var.

Kürtlerin gündemi ise farklı. Kürtler kendi bölgelerindeki oluşumun peşinde. IŞİD’in panzehiri gibi ve IŞİD oldukça varlıkları önemli.  Bu konuda uluslararası destek (her ne kadar zemin kaygan olsa da ) Suriyeli Kürtlerin arkasında görünüyor. Evet, Ortadoğu’nun kaygan zemininde politika yapan PYD tüm “oyunları” bilmekte ancak, ABD ve Rusya’ya fazla güvenmemeleri önerilir.

Yani 2016’da

-Öncelikle Viyanda kurulacak masanın hemen sonuç alması mümkün değil. Ama silahların susmasının sağlanması bile başarı sayılabilir.

-Suriye’de sonucu giden yolun hızlanması için ABD ve Rusya’nın kendi yanındakilere çok kararlı baskı yapması gerekir ki ABD bu yıl içinde bir seçime gideceğinden dikkatini çok fazla bu konuya vermeyebilir.

-Özellikle Esadlı ve Esadsız bir gelecek üzerinde yoğunlaşacak olan tartışmalardan bu yıl bir sonuç çıkmaz. Eğer Ruslar Şam- Lazkiye hattında bir bölgenin güvenliğini garanti ederlerse bir sonraki aşamada önce Esadlı, sonra rejimin korunduğu bir Suriye’yi devreye sokabilir. Kendi varlığını da konsolide eder.

-Suriye hakkında doğru bildiğimizi sandığımız yanlışlarda biri de, Esad’ın kendi başına hareket ettiği. Bundan sadece rejim ya da Baas partisini kastetmiyoruz. Esad ben gidiyorum dese bile güçlü aşiretlerin buna evet demesi lazım. Çünkü birçok kesimin geleceği Esad’a bağlı, tersi de doğru. Görüşmelerde bunun güvencesinin verilmesi lazım.

-2016’nın savaşı IŞİD’e karşı olacaktır. Ve IŞİD birçok noktada püskürtülecek, bir kısmı kaçacak bir kısmı (yerli IŞID’cılar) eski pozisyonlarına; evlerine kasabalarına dönecek. Bu yıl içinde IŞİD’e yönelik savaşın nereye varacağı da gelişmelerde önemli rol oynayacak. Suriye’de süreci hızlandıracak ya da geciktirecek. Ama IŞİD ciddi darbe yiyecek.

-Kürtler kendi pozisyonlarını korumak için IŞİD’le savaşa sonuna kadar sürdürecekler, Fırat’ın batısına geçecekler. Rakka’da sert bir savaş yaşanacak. Cerablus hattı İŞİD’den temizlendikten sonra PYD’nin oradaki varlığı (her ne kadar kırmızı çizgiler solsa bile) Türkiye açısından en hassas konu olacak. Çok nazik bir durum. Bu noktada Rusların tavrı, ne yapacağı da çok önemli.  

-Türkiye’nin karşı olduğu ve sepetinde yer alan 3 kırılgan konu; Esad, IŞİD, PYD karşısında nasıl ilerleyeceğine rasyonel bir karar vermesi gerekecek .

-Ve son olarak, asıl savaş bu yıl başlayacak savaşta kim ne kadar etkili, kim daha emperyal belli olacak. Yani eski aktörlerden bazılarının önemi 5 yıl sonra azalacak.

-Bölge haritası 100 yıl önce 1915’de çizilmişti. 100 yıl sonra resim netleşti. 2016’da yeni bir harita ve sınırları değişmesi söz konusu olmasa bile, ülkenin kendi içindeki sınırlar biraz daha netleşecek

28 Ekim 2015 Çarşamba



Suriye’de iki hat var, ikisinde de Türkiye yok!



Suriye artık yekpare bir ülke olmayacağı gibi savaşın bundan sonrası da, bu kirli savaşa müdahil ülkeler açısından, başlangıcındaki gibi olmayacak. Suriye’de ilk zamanlar oyun kurucu olma iddiası taşıyan, ‘masadaki paylaşımın dışında kalmayacağını’ açıkça söyleyenlerin pozisyonları da artık değişti. Büyük boy, tecrübeli emperyalistlerin sahaya çıkmasıyla çapı daha küçük olup işi sadece belagatla yürütmeye çalışanlar kenara çekiliyor gibi.
Rusların Suriye hamlesiyle alandaki dengeler tamamen değişti. Türkiye bu değişen dengelere göre politika uygulamakta zorluk çekmeye başladı. Artık durum da dengeler de farklı.
Üstelik Moskova’daki Putin-Esad buluşmasıyle işler başka bir noktaya geldi. Suriye konusunda ABD ile Rusya’nın anlaştığı daha net görülüyor artık. Tabii ki hala devrede gibi göründüğünü söyleyen ama öyle olmayan ülkeler de var. Öyle ne olduğu belli olmayan kavramlarla kafa karıştırmaya da gerek yok. Durum net: Suriye’de hiçbir şey eskisi gibi değil. Kabul edelim bunu artık.

Şam-Halep hattı

Suriye’de şimdilerde iki hat var.
Birincisi Şam-Halep hattı. Rusların havadan, rejim ordusu, Hizbullah ve İran askerlerinin karadan ilerlediği batı hattı bu.
Amaç Suriye’deki ana damarı elde tutmak; muhtemel bir bölünme durumunda Alevi, Hristiyan, Sünni ve Dürzilerin yer alacağı bir coğrafya. Kısa vadede Esad, uzun vadede rejimin kirlenmemiş unsurlarının da bulunduğu bir bölgede kurulması muhtemel bir bölge, belki de ülke.
Ruslar şimdi İran ve Hizbullah’la bu bölgeyi tahkim ediyor. Ruslar bu‘vade’yi Esad’la geçirip bir süre sonra Esad’dan vazgeçebilir. Gelen bilgiler, Suriye’deki diğer ülkelerin bu konuda belli bir noktaya kadar ikna edildiği yönünde. Zaten bir süredir Türkiye dahil, Esadlı geçiş konusunda isteksiz de olsa,  ‘Evet’ diyenler olduğu biliniliyor. Çünkü, yine, Türkiye dahil bazı ülkeler biliyor ki Suriye’de satrançtaki pat durumuna benzer bir hava hakim; kimse fazlasını gerçekleştiremiyor.
Ruslar sadece Şam-Halep hattında değil, Suriye’nin geleceğinde en belirleyici ülkelerden biri. Bu tescil edilmiş durumda. Bu hattın Türkiye’ye maliyeti ise o bölgede gücünün azalması ve daha çok mülteci anlamına gelecek.

Kobani-Rakka hattı

İkinci hat ise Kobani-Rakka hattı.
Kuzey-güney hattı da denebilir buna. Kuzeyde Suriyeli Kürtlerle birlikte güneye doğru IŞİD’le savaşacak Arap muhaliflerin hattı. Bu hatta da ABD’nin hava desteği eşliğinde YPG ile yeni kurulan Arap muhalif unsurlar savaşacak. Bu hatta Ruslar da destek veriyor. Hedef IŞİD’in kalesi Rakka’yı temizlemek. Muhtemelen Kürtler Rakka’ya girmeyecek. Zaten mevcut bir bölgeleri var.
Geçenlerde ABD uçakları tarafından havadan atılan 50 ton mühimmat da bu harekat öncesindeki hazırlıklar için. Dikkat çeken ise bu hattın da herhangi bir yerinde de Türkiye yok. Türkiye, YPG’in bu silahları Türkiye’ye geçirmemesi ya da Kandil’e yollamaması konusunda ikazda bulunuyor sadece.

4.5 yıl kaybetmek gerekiyor muydu?

Ancak savaşa bu kadar dahil olmuş bir Türkiye’nin bir anda Suriye’den vazgeçmesi düşünülemez. Politikasının eskisi gibi gitmeyeceği, yeni bir politikanın zorunlu olduğu ortada.
Bu noktada, Türkiye’nin kendi içinde çözüm sürecine dönerek içeride kuracağı bir barış iklimiyle birlikte enerjisini yeni Suriye politikasına harcaması en mantıklı seçenek.
Eğer yeni bir ülke kurulacaksa, Türkiye’nin özellikle orta bölge ya da orta hattaki Sünni yapılanmada önemli bir rolü olabilir. Bu rol de ancak, Müslüman, seküler, demokratik, sosyal, mezhep temelli olmayan bir yaklaşımı önceleyen, bir ayağı AB ve NATO’da, bir ayağı Ortadoğu’da, barışı temel alan bir politikayla üstlenilebilir.
Kısa süre öncesine kadar Ortadoğu ülkeleri Türkiye’yi bu özellikleriyle‘örnek ülke’ olarak görüyordu. Yoksa diğerler örneklerden bölgede zaten çok sayıda mevcut; Suudi, Katar, Ürdün, İran vs.
Zaten şimdiden ABD-Rusya’nın kısa Süreli Esad’lı geçiş için anlaştığı ortada. Eh, diğerlerine de kabul etmek düştü bu durumda. Peki, bunun için 4.5 yıl kaybetmek gerekiyor muydu?
Hep söyledik…
Ama görünen o ki, sanki hiçbir şey olmamış, hiç yanlış yapılmamış gibi geriye dönük bir özeleştiri yapılmayacak. Gelinen noktayı kavramsallaştırmak için çaba harcanacak.
Hep söyledik: Ortadoğu’ya girmek kolay da çıkmak zordur.

6 Ekim 2015 Salı


Suriye’de son durum: Ortadoğu’da sonucu gerçekler ve çıkarlar belirler


Mart 2011- Eylül 2015. Aradan yaklaşık dört buçuk yıl geçtikten sonra başa dönülmese de, en başta düşünülmesi gereken noktaya geliniyor gibi. Bu nokta, savaş değil siyasi çözümü öngörüyor. Gelinen noktada çözüm için, ‘Suriye’de Esad’lı çözüm ya da Esadlı bir geçiş dönemi’ formülü daha çok ülke ve lider tarafından telafuz edilmeye başladı; Türkiye dahil.

Herkesin bildiği gerçek

Suriye eski Suriye değil, eskisi gibi de olmayacak; ne yönetim ne de iktidar yapısıyla. Bu nedenle herkesin, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunsa bile birkaç parçadan oluşan federal bir ülkeye alışması gerekiyor. Ülkenin parçalanması da ihtimaller arasında. Esad da, Esad’ı devirmek isteyenler de bunu biliyor artık.
Esad olsun olmasın Suriye’de farklı bölgeler söz konusu olacak: Şimdi rejimin kontrolündeki Akdenize’e açılan Alevi, Sunni, Hristiyan, Dürzi ve Kürtlerin de yaşadığı bir bölge; orta ve kuzey bölgesinde bir Sünni, Selefi yapılanma; Türkiye sınırında Kürt bölgesi; küçük bir ihtimal IŞİD bölgesi (IŞID’in kontrol ettiği bölge Selefi-Sünni bölgeye de dahil olabilir).
Suriye’de acil çözüm bulunması gereken konu savaşı durdurmak, ölümlerin önüne geçmek, insanların acı çekmesini ve mülteci akınını önlemek. Yoksa kimse ülkeye acil bir demokrasi paketi filan sunacak durumda değil.

Sorumlu kim?

Suriye iç savaşının geldiği aşamada, düşmanlıkların, rövanşist duyguların, etnik ve mezhebi katliamların, rejimin vahşetinin, Selefi muhaliflerin ve tabii ki IŞİD, El Kaide benzeri zihniyet ve yapıların, demokratik ve birlikte yaşamı öngören bir Suriye’yi nasıl mümkün kılacağı hala soru işareti.
Bu noktaya gelinmesinde kimin sorumlu olduğunun pek çok yanıtı var: İç savaşın nedenlerini, rejimin vahşiliğini, rejimi devirmek için kimlerin elini ülke içine soktuğunu, cihatçıların Suriye’ye akışını kimin kolaylaştırdığını ve Suriye’deki savaşın nasıl kirlendiğini herkes biliyor. Herkesin bu kan gölünde az ya da çok payı, günahı, vebali var.
Bu savaş Suriyelerin savaş değil ve olmayacak. Zaten vesayet savaşı gibi süslü kavramsallaştırmalar kullanılmadı mı bu savaş için?
Esad rejiminin mezaliminden kurtulmak için ayaklanmanın ilk zamanlarında öncü rolü oynayan liberal aydınların, cihatçılar tarafından devre dışı bırakıldıktan sonra, “Bu ayaklanma bizim ayaklanmamız mı?” diye sormaları ya da “Böyle bir ülke haline geleceğimizi tahmin etmezdik” diye yakınmaları Suriye ayaklanmasının kimliği ve ne kadar Suriyeli olduğu konusunda ipucu vermekte.
Örneğin Suriye’de ılımlı muhalefet diye bir yapı var mı? Varsa kim bunlar? Yoksa ılımlı denilen muhalifler IŞİD’den birkaç basamak aşağıdaki Selefi yapılar mı?

Esad’la bir gelecek yok

Gelelim Suriye’de Esad’lı geçiş dönemi önerilerinin daha fazla dillendirilmesine, yani siyasi çözüm opsiyonuna.
Suriye’de Esad’la bir gelecek yok artık. Ancak bir geçiş dönemi söz konusu olabilir. Şu anki durumu masaya taşıyıp siyasi görüşmeler yoluyla bir çözüme varmak tek seçenek.
Bu da Esad’ın da içinde olduğu bir geçiş süreci. Çünkü Suriye’de Esad’dan nefret edenler kadar ehveni şer olarak geleceğini Esad’la görenler de var. Esad’sız çözümde ısrar etmek Suriye’de iç savaşın yıllarca sürmesi anlamına geliyor.
Çözüm Esad’sız da olabilir. Ama dikkat edilirse Esad’lı ya da Esad’sız geçiş denirken kimse rejimden söz etmiyor, çünkü rejimin tamamen çökmesi halinde kurumların ayağa kalkması mümkün olmaz.
Öte yandan herkesin önceliği farklı ama IŞİD neredeyse Esad’dan önceki ortak hedef; hem ABD hem Rusya için. ABD bu konuda Suriyeli Kürtlerle müttefik. Rusların ise Türkiye ve ABD’nin desteklediği Selefi muhalif gruplarla arası yok.
Öncelik IŞİD olunca durum artık rejimi devirmekten farklı noktalara kaymış vaziyette. Yani siyasi çözüm için öncelikle IŞİD, El Nursa ve diğer Selefi yapılarla (bazılarına ılımlı denilse bile) savaşmak gerekiyor. Ayrıca, son aylardaki mülteci krizininin atılan bu adımlardaki etkisini küçümsememeli. Bu açıdan, Merkel’in de Esad’lı çözümden söz etmesi nedensiz değil.

Rusya’nın son manevrası

Bu siyasi süreçte ABD ve Rusya başrolü oynayacak, ikincil rolde İran, Türkiye, Katar yer alacak.
Rusya’nın son manevrasının birkaç gerekçesi var.
Rusya Libya’da olduğu gibi Suriye’yi terk etmeyecek. Suriye Ruslar için Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki son kale.
Giderek güç kaybeden ve yorulan Esad rejiminin Şam’dan, Humus, Halep ve Lazkiye’yi içeren, butik değil bizzat Suriye’nin asıl damarını oluşturan kentlerden oluşan bir bölgeye çekilme ihtimali söz konusu. Ve Ruslar bu son çekilme bölgesini koruyacak.

Masaya oturma zamanı

Bölgede İran’ın ABD ile nükleer anlaşma sonrası enerjisini Suriye’ye yöneltmiş olmasını da eklersek artık çözüm için masaya oturma zamanının yaklaşmakta olduğu anlaşılabilir.
Türkiye de Suriye politikasını henüz tam değiştirmemiş olmakla birlikte belli alanlarda ciddi revizyona gidiyor, gitmek zorunda kalınıyor. Cihatçı akışının kontrolünden sınırların daha sıkı denetlenmesine, IŞİD’le mücadeleden PYD’ye gözdağına, İncirlik’in açılmasına kadar.
Dört buçuk yılda uçuşa yasak bölgeden güvenlikli bölgeye kadar birçok alternatifi uluslararası açıdan kimseye kabul ettiremeyen Türkiye şimdi desteklediği grupların ilerlemesiyle elini güçlendirdi. Ilımlı olduğu hala tartışmalı olan Ahrar üş Şam grubu, gücü, savaş kabiliyetinin artması, olası bir siyasi çözüm için masaya oturtulduğunda, elde somut bir toprak parçasını tutması açısından, Türkiye’nin kendince elindeki kozlardan biri.

Olan Suriye halkına oldu

Sonuç olarak dört buçuk yıldır herkesin parmağını soktuğu kirli bir savaşta pat durumuna gelindi. Olan Suriye halkına oldu. Kimse kendi istediği Suriye’yi yaratamadı, yaratamayacak. Çünkü Ortadoğu’da sonucu romantik hayaller değil alandaki gerçeklikler ve çıkar çatışmaları belirliyor.
Ölümlerin ve savaşın bir an önce durması için herkesin makul öneri ve tavizlerle çözüm masasında bulunması gerekiyor. Barış sağlanır mı bilinmez. Ama kişisel ihtiraslar ve çıkarlar için artık Suriye halkının acı çekmesine son vermek gerekiyor.
Esad öyle ya da böyle yargılanacak. Tıpkı, Miloseviç gibi. Ama şuna karar vermek gerekiyor? Amaç savaşı durdurmak mı yoksa kişisel hırslarla Suriye’de olmayacak hayaller peşinde koşmak mı?

13 Ağustos 2015 Perşembe


Elini tetikten çeken şiddeti açığa düşürür


Suruç’taki katliam sonrası Türkiye’nin havası baştan aşağı değişti. Maalesef katledilen gençler unutuldu. Birileri bu acıyı bile yaşatmadan manipüle etti memleketi.
Sınırda IŞİD’in bir astsubayı öldürmesiyle eş zamanlı olarak İncirlik IŞID operasyonlarına açıldı ya da iki olay birbirine denk geldi. IŞİD’e savaş açıldığı söylendi, sadece birkaç IŞİD mevziisi bombalandı vs. o kadar.
Tam o sırada Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi havayı bulandırdı, görüş alanı flulaştı. Türkiye’de puslu havayı sevenler o dakikadan itibaren devreye girdi. PKK saldırıyı dolaylı olarak üstlendi; inisiyatifimiz dışındaki birimler vs. dendi.
PKK dâhil birileri Suruç katliamının üstünün örtülmesi için sanki ekstra çaba harcadı. Yani IŞİD konuşulurken konu PKK’ya, hedef de Kandil’in bombalanmasına döndü. O günden bu yana terör olayları, ölü sayıları ve saldırı haberleri artarak devam ediyor.

Şiddet şiddeti doğurdu

Bir kartopu misali aşağı yuvarlanırken şiddet büyüyor. Bu durumun herkese göre farklı gerekçesi ve sorumluları var tabii ki; devlet, PKK, Suriye politikası, masanın devrilmesi, provokasyonlar, tutulmayan sözler, seçim sonuçları vs. Hepsi biliniyor, sıralamak gereksiz.
Şiddet şiddeti doğurdu. Karşılıklı olarak pusuda bekleyen şiddet yanlıları ortaya çıkmakta gecikmedi.

 ‘Silahlar sussun’ diyenler hep vardı, hep var olacak

Oysa biz bu filmi görmüştük; medya, benzer siyasetçi dili yıllarca içinde bulunduğumuz atmosferde hep vardı. Sadece fırsatını bekliyorlardı. Medyada siyasette bazı şeyler değişti sanıyorduk, yanılmışız.
Ama, her iki taraftan da savaşı savunanlar kadar ‘Silahlar sussun’diyenler hep vardı, hep var olacak; konjonktürel barışçı ve savaşçıların tersine.
Şunu sormak gerekiyor: Yoksa 2011’de Silvan ile ara verilen ve bine yakın insanın hayatına mal olan bir yıllık sürecin sonunda olduğu gibi bu kez de birçok can kaybı sonrası ‘masaya dönüş’ filmini bir kez daha mı izleyeceğiz?
Hatırlatalım ve dikkat çekelim: Çözüm sürecinin gidişatıyle ilgili çeşitli sorular sorulduğunda “Ne yani siz savaş mı istiyorsunuz”diyerek, yıllardır barış sözcülüğünün yanından bile geçmemelerine rağmen barış şampiyonluğunu kimseye bırakmayanlar, şimdi savaş arabalarına binmiş gidiyor.

Madalyonun diğer yüzü

Ortadoğu ve Suriye’de silahlar daha uzun yıllar konuşacak ama Kuzey İrlanda ve Bask örneklerinde olduğu gibi yasal partilerin güçlenmesiyle silahlı hareketlerin kendilerini  sorguladığı bir gerçek.
Evet, burası farklı bir ülke ve coğrafya.
Artık silahın kenara konduğu, siyasetin açtığı alanda süren mücadelenin, şiddete karşı barışçıl yöntemlerle devam etmesinin gerektiği bir dönemin eşiğindeyiz.
Bu nedenle PKK sivil ve yasal siyasetin nefes almasının önünü açmalı, silahları susturup ellerini tetikten çekmeli, ateşkes ilan etmeli. Ama en önemsi HDP gerçeğine alışmalı ve kendini yeni döneme uyarlamalı.
Artık hem Türkiye siyaseti hem de PKK HDP’ye alışmak zorunda. HDP eskinin 20 milletvekilli ya da grup kurmak için zorlanan partisi değil (Yoklamalara göre muhtemel bir seçimde konumunu koruyacak). Türkiyelileşme, demokratikleşme, Kürt sorunun çözme kabiliyetine sahip bir Türkiye partisi artık HDP. Seçmenlerinin çoğunun Kürt olması bu durumu değiştirmiyor.
Ama dünyadaki örneklerinde olduğu gibi yıllardır şunu söylüyorduk: Kürt sorununun çözümünde yasal, sivil siyasetin hem halk hem de parlamento nezdinde daha fazla katkı yapar, çözüm insanların öldüğü, sözün değersizleştiği, silahın insanları sağırlaştırdığı çatışma ortamında değil, hemen her konunun çekinmeden tartışılacağı bir siyasi zeminden çıkar. Hala da aynı fikirdeyiz.

PKK ayar vermekten vazgeçmeli

HDP’nin daha fazla inisiyatif alması için PKK/KCK’nın geri durması ve HDP’nin elini zorlaştırması değil önünün açması gerekir. Yani Türkiye siyaseti gibi PKK da HDP’nin önümüzdeki dönemde asıl ve belirleyici aktör olacağının kabullenmeli.
40 yıldır silahlı mücadeleyi önceleyen, dağlarda savaşan bir örgüt için bunun kabullenmek zor olsa da realite bu. PKK/KCK yasal siyasete alışmalı, çeşitli demeçlerle ‘ayar verme’ alışkanlığından vazgeçmeli.
Asıl önemlisi PKK Ortadoğu cangılında Arap ve Fars dünyasının ayak oyunlarının ortasında geleceğinin ancak Türkiye’yle olabileceğini bilerek sivil siyasetin yollarına alışmalı.
HDP de kendi konumu, yeni rolü ve etkisini bilerek daha aktif bir politika gütmeli.

Daha fazla Ortadoğululaştırmadan…

Türkiye bir bütün olarak sorunun çözümünü daha fazla Ortadoğululaştırmadan yol almalı. Öncelikle eller tetikten çekilmeli, sonra ateşkes sağlanmalı ve çözüm artık silahla olmamalı.
Devlet dâhil kimse şiddetle sonuca varamayacak, elini tetikten çeken şiddeti ve şiddeti savunanları açığa düşürecektir.

3 Ağustos 2015 Pazartesi


Her savaş sizi kendisine benzetir


Türkiye Suriye ile resmen bir savaşta değil. Ancak, Suriye siyasi ve silahlı muhalefeti Türkiye’de örgütlendi, örgütleniyor. 2011’den bu yana Türkiye bu konuda taraf oluğunu saklamıyor.
Türkiye Suriye savaşına böylesine angaje olunca, Suriye de Türkiye’nin içine girdi. Türkiye belli anlamda Suriyelileşti.

‘Uzmanlar’ın haberi yok muydu yoksa?

Türkiye bu hareket tarzıyla uzun yıllar etkisi olacak bir politikanın tohumlarını ekerken Türkiye-Suriye sınırında bir Pakistanlaşma riskinden söz etmiştik. Bunların bir kısmını bölgedeki kişisel gözlem ve tecrübe, bir kısmını da bizzat benzer süreçleri yaşamış Pakistan istihbarat yetkililerinin bilgilerinden edinmiştik (Aralarında  Taliban’ı Pakistan’da örgütlemiş ve savaştırmış isimler de vardı).
Bu isimler Pakistan’ın içine giren terörle başa çıkmaya çalışırken 2013 başında daha IŞİD henüz bugünkü haliyle ortada yokken şunu söylemişlerdi: “IŞİD benzeri yapılar ya Suriye’de durdurulur ya da tüm bölgeye yayılır. Türkiye cihatçı örgütlenmelere çok dikkat etsin.”
Bu, açık bir bilgiydi. Bu insanlar hala orada, Pakistan’da; tecrübelerini hala paylaşıyorlar. Tüm bunları Türkiye’deki uzmanların ve Suriye meselesine soyunanların bilmemesi imkansız. Yoksa Suriye konusunda mangalda kül bırakmayan‘uzmanlar’ın Afpak hikayesinden haberleri bile yok muydu?
Ama belli ki zamanında kimse cihatçı akımlar ve IŞİD meselesine kafa yormadı. Belki umursanmadı, son aylar haricinde. Bumerang teorisi unutuldu. Kimilerine göre Suriye’de iş kısa sürede bitecekti, dünya tecrübelerine gerek yoktu.
Gelinen nokta herkesin malumu…

Bundan sonra ne olacak?

IŞİD artık hem sınırın Suriye tarafında hem içimizde; katliam yapıyor. Suruç katliamını unutmamak lazım. Bu örgütün sınırda olmasının her zaman riskli olduğu ve sıkıştığı oranda komşu ülkelere ve sınırlara yöneleceği yazmış çizmiştik. Maalesef tüm bunlar doğru çıktı.
Bundan sonra ne olacak?
IŞID konusunda yeni bir safhaya geçildi. İncirlik’in ABD’nin kullanımına açılmasıyla IŞİD’in ilk kez Türkiye’ye doğrudan ateş açması bir tesadüf müydü? Muhtemelen öyle. Ama her savaşta olduğu, savaşların doğasında olduğu gibi Suriye savaşında da IŞID konusunda kırılma yaşandı.
Belli ki IŞİD konusunda ‘Tehdit oluşturmadığı, dokunmadığı sürece zararı yok’ politikası ‘sınıra dayandı.’ Sınırın Suriye tarafında rahatça siper kazan, mayın döşeyen, sırıtarak sivillerin geçişini engeleyen IŞİD militanlarını rahatlıklarının nedenleri hep tartışılıyordu. Bu görüntüleri artık görmeyeceğiz muhtemelen. Keşke bu yüzleşme 32 genç insan katledilmeden yaşansaydı.
Türkiye, İncirlik’in ABD tarafından kullanılmasına yeşil ışık yakma kararından sonra IŞİD’e karşı kurulan koalisyonun aktif bir üyesi artık. Kimilerinin söylediğinin aksine olan bitene dışarıdan bakma lüksü de yok bundan böyle.
Bu durum karşısında anlamsız, saçma kavramsallaştırmalara da gerek yok. Türkiye daha önce koalisyona dolayı destek verirken şimdi doğrudan koalisyonun ve IŞİD’le mücadelenin içinde. Hem ABD ile ortak hem de bağımsız hareket ediyor.
Türkiye’yi Suriye’ye çekmeye çalışanlar olduğu gibi Türkiye’de buna hevesli olanlar olduğunu, ABD’nin Türkiye’yi iç savaşın başında heveslendirdiğini, içeri girmesi için teşvik ettiğini, ama gerisini getirmediğini biliyoruz. Yani ABD’nin bölgede kendisi değil ama kendisi adına hareket edecek alt emperyal ülkeler aradığını ve uzun süre cihatçı muhaliflere de sıcak baktığı bilinir.

İŞİD operasyonu aynı zamanda Suriyeli Kürtlere de mesaj

İncirlik Üssü’nü ABD uçaklarına operasyon amaçlı olarak açma kararı PYD-YPG’nin Cerablus- Mare hattına dayanmış olmasıyla da ilişkili. Türkiye ABD’yle muhtemelen PYD’nin Afrin kantonuna ulaşmasını önlemek için anlaştı.  İŞİD operasyonu aynı zamanda Suriyeli Kürtlere de mesaj. Üstelik IŞİD operasyonu Suriyeli silahlı muhalif grupların de elini rahatlatacak.
Ancak IŞİD operasyonu ile Kandil’in aynı zamanda bombalanmasının bu denklemdeki yeri hala soru işareti. İşin Kandil safhası Suriye’den çok iç politikayı tahkim etmeye ve ‘barış süreci’ni sonlandırmaya yönelik çok tehlikeli bir adım.

Suriye’ye girmeyi aklınıza bile getirmeyin

IŞİD’e karşı geç de olsa düğmeye basılmıştır. İçeride ve dışarıda çok dikkatli olmak gerekir. Sınırın Türkiye tarafındaki köyler, sınır hattındaki hareketler, ilçelerdeki yapılanmalar dikkatle izlenmeli.
Bundan sonrası için yapılacak ilk şey Suriye politikasını baştan sona yeniden ele almak ve Suriye’ye şu ya da bu şekilde girme fikrini akla bile getirmemek.
Öncelikle ‘IŞİD eşittir PYD’ mantığını aşmak, cihatçı-tekfirci örgütlerin uzun vadede ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha hesaba katmak gerekiyor.

Bugün IŞİD yarın Nusra olabilir


Türkiye için Suriye’den gelecek en büyük tehdit IŞİD, Nusra ve benzeri zihniyetteki örgütler.
Bugün IŞİD’in yaptığını irdelerken yarın Nusra benzeri örgütlerin Esad’ı yıkma çabalarının ardından hangi sınırlara ya da sıkıştıklarında nereye yöneleceğini değerlendirmek lazım.Pakistan örneğinde olduğu gib bu tür örgütlerin uzantılarının uzun vadede Türkiye’de kalacağını ve uzun yıllar etkili olacağını söylemek gerekiyor.
Bu durum değerlendiriliyor mu acaba? Belli ki yanıt hayır.
Suriye bir cihatçı cenneti. Tekfirci, Selefi grupları ılımlı diye sunmak inandırıcı değil. Suriye’de ılımlı muhalefet diye tarif edilen yapıların ne kadar ılımlı olduğunu bir kez daha soralım.
Ve gözden kaçırmayalım, bu cihatçı grupların önümüzdeki dönemde daha da tehlikeli olma ihtimalleri yüksek. IŞİD konusunda olduğu gibi geç kalmadan önlem almak gerek.
Çünkü her savaş bir süre sonra sizi kendisine benzetir.


Savaş masası kuranlara bir uyarı: Savaş kötü bir şeydir


 Suriye’de ayaklanma 2011 yılının Nisan ayında başladı. Muhalifler Esad yönetiminin sert tavrı karşısında çok çabuk silahlandı ya da silahlandırıldı. Suriye ayaklanması ne kadar iç dinamiklerin eseriyse, muhalifleri silahlandırma dış dinamiklerin, yani yakın ve uzak çevre ülkelerin eseri.
Bugünlerde konuşulan tampon bölge, güvenlikli bölge ya da Suriye içinde bir koridor, kısacası Suriye’ye girme fikri, Suriye ayaklanması başlar başlamaz gündeme getirilmişti. Kısa süre sonra bu fikir çöktü.

Olmadı, olmazdı da

O günlerde daha ayaklanma tazeyken bir ‘mülteci akını mühendisliği’ üzerinden Batı’nın desteği alınarak, Suriye içinde bir güvenlikli bölge kurma planlanmıştı. Evet, Batı, Türkiye’yi belki arkadan ittirip yalnız bıraktı ama birileri de o vakitlerde Suriye’ye girmeye hevesli, üç günde Şam’a ulaşacağından emindi.
İşte bu söylem o dönem ‘silahlı ayaklanmanın hızlanması/mülteci akını/tampon bölge’ sacayağı üzerine kurulan planın bir sonucuydu. Ama olmadı, olmazdı da.

Hem gerekçeleri zayıf hem de mantıklı değil

Gelgelelim belli ki dört yıl sonra birileri bu niyeti farklı gerekçelerle fiiliyata dönüştürmek istiyor; yani Türkiye’nin Suriye’ye girmesini.
Bu iyi bir fikir olmadığı gibi hem gerekçeleri zayıf hem de mantıklı değil.
Her şeyden önce komşu bir ülkeye yönelik askeri müdahaleye; Türkiye’nin Suriye’ye girmesine, Suriye içindeki savaşa dahil olmasına politik, insani, vicdani ve ülkenin geleceği açısından karşı olmak gerek.
Sorun sınır güvenliği mi yoksa Suriyeli Kürtlerin sınırın belli bölgesine hakim olması mı? Bunun için içeri girmeye gerek var mı?

Türkiye Suriye’nin içinde kimden taraf olacak?

Genel koşullardan başlarsak…
Komşu bir ülkeye askeri müdahale, komşu bir ülkede savaşa kalkışmak Türkiye’nin eksi hanesine yazılır. Hele bir Arap ülkesi olan komşumuza askeri müdahale, zaten negatif Osmanlı imajıyla bilenmiş Arap coğrafyasındaki bilinç altını yeniden harekete geçirir.
Kendini koruma gerekçesiyle bir ülkenin topraklarına girdiğinizde kimden yana taraf olacağınıza da karar vereniz gerekir. Türkiye Suriye’nin içinde kimden taraf olacak?
Başta ABD ve Batı kamuoyunun IŞİD’le mücadele edenleri desteklediği bir vakıa. Türkiye IŞİD’i terör örgütü ilan etse bile sınır boyunda bu örgütle pek fazla sorun yaşamış değil. Şimdi ne değişti de IŞİD tehdit olarak ortaya çıktı? Kimilerine göre‘Suriye’ye girmek’ için bunun bir bahane olduğu algısı yaygın.

Hesaplanmayan gereklilik

Suriye’ye girmek (buram buram oryantalizm koksa bile bir gerçeklik olarak) Suriye’de oluşan bataklığa dalmak anlamına gelir. Girmek bir yana nasıl ve ne zaman çıkılacağı meçhuldür. Askerler daha iyi bilir: Bir yere girmeden önce çıkma planları yapılır. Yapılmış mıdır?
Girildiği takdirde Suriye içindeki hangi grupla işbirliği yapılacak?. Hangi grup öncü, artçı olacak?. Kaideci Nusra mı, Sefefi İslami Cephe mi, IŞİD mi, Kürtler mi? Sadece ismi kalan ÖSO mu?
Türkiye sınırlarının korunması gerektiğini dört yıl önce Suriye iç savaşına angaje olurken hesaplamamış ve iş bu noktaya gelmiştir.
Bugüne kadar IŞID’ın kontrol ettiği sınır boyları tehlike arz etmezken şimdi PYD/YPG’ye geçen sınır hattının neden tehlike yarattığı kamuoyuna açıkça anlatılmalı.
Eğer sınırın öte tarafındaki PYD/YPG bölgenin nüfus yapısını değiştirme girişiminde bulunuyorsa, Suriye’ye girmek yerine, bunu onlarla konuşacak ve sorunu çözecek birçok kanal mevcut. Üstelik bu kanallar Türkiye’dedir ve konuşulduğu takdirde sınırın korunması da kolaylaşır.

Hata olur

Türkiye Suriye’ye girerse bu durumun, Türkiye içinde yansımalarının olmayacağını, Kürtlerin hareketlenmeyeceğini düşünmek hata olur.
Tüm bunlara rağmen birileri gözünü karartıysa bilemeyiz.
Ama bunca savaş görmüş biri olarak, şimdiden savaş masası kuranlara şunu söylemek isterim: Savaş kötü bir şeydir.

26 Haziran 2015 Cuma




KOBANİ: IŞID NİYE SALDIRDI?




IŞİD’in Kobani saldırısı son dönemin en büyük sivil katliamlarından. Ancak saldırının yöntemi, zamanlaması ve hedefi akıllara pek çok soruyu getirmekte.
Tel Abyad’dan kovulan IŞİD’in bir anda tüm bölgeden çekildiğini ya da eylem kapasitesinin azaldığını düşünmek yanıltı. Üstelik IŞİD gibi asker sivil, çoluk çocuk ayırt etmeden katledebilen bir anlayış için hedef bulmak da zor değil maalesef.
Bu açıdan IŞİD’e karşı mücadelede tedbiri hiçbir zaman elden bırakmamak ‘bu iş bitti ‘ dememek gerek gerek. Bu sadece Suriye halkı için değil komşu memleketler için de geçerli.

Peki IŞİD neden Kobani’ye saldırdı?

İNTİKAM: Kobani IŞİD açısından bir kırılma noktasıydı. Bölgede kendilerini karşı doğrudan direnen neredeyse sadece Kürtler oldu. Kürtler ÖSO’ya bağlı Fırat Volkanı adlı grupla IŞİD’e karşı günlerce savaştı ve Kobani’de kazandı. IŞİD bu yenilgiyi unutmuyor. Kobani’ye saldırarak hem Kobani hem de Tel Abyad’ın intikamını almak istedi.

PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK: Kobani’de yenilen IŞİD bölgedeki psikolojik üstünlüğü tam olmasa da belli oranda yitirdi. Türkiye sınırından belli oranda uzaklaşmak zorunda kaldı. Özellikle Tel Abyad’ın da düşmesi sonrası sınırla bağı daha da azaldı. YPG ve Fırat Volkanı grubu ( YGP içinde Arap, Hristiyan, Türk unsurlar da var) karşısında elden kaçırdığı psikolojik üstünlüğü  böyle bir saldırı ile, korku yayarak yeniden el etmeye çalıştı. Ayrıca Haseke saldırısının da aynı gün gerçekleştiğini söylemek gerek.
TARAFTARLARINA MESAJ: Kobani’den ve Tel Abyad’dan kovulan IŞID’in elinde Rakka gibi önemli bir kent ve bölge ile Cerabsul tarafındaki bölge kaldı. Kaybedilen bölgeler IŞİD militanları üzerinde olumsuz etki yapıyor ve örgüt içinde tartışmalar başlıyor, az sayıda kopuş, çok sayıda infaz gerçekleşiyor. Bu saldırılarda kendi militanların konsolide etmeye çalışıyor. Ayakta ve güçlü olduğu mesajını vermeye başlıyor.

HEDEF SAPTIRMA: Kobani katliamı ve Haseke saldısıyla, YPG’nin bir sonraki adımı olarak görülen Cerablus Afrin arasındaki bölgeye yönelik saldırıyı durdurmak. Dikkatleri Haseke ve Kobani’ye çevirmek ve Yaklaşık 400 kilometredeki Kürt hattının güvenlikte olmadığı mesajı vermekte.


SONUÇ: IŞİD belli ülkeler tarafından kullanılıyor ve ‘kullanışlı’ çok amaçlı bir örgüt niteliğinde. Kimin işine geliyorsa onunla işbirliği yapabiliyor ama bu IŞİD’in kendi başına kendi dinamiği olan ve Suriye’deki iç dinamiğin ortaya çıkardığı, iç savaşın körüklenmesiyle güçlenen bir örgüt olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Yani hatayı ‘orada burada’ değil Suriye’deki iç savaşın geldiği/getirildiği noktada aramak gerekiyor. Ve sınırların kim ve kimlerle daha iyi korunabileceğini bir kez daha düşünmek gerek.

22 Haziran 2015 Pazartesi



Türkiye için Tel Abyad ve sonrası…
18/06/2015 diken.com
Tel Abyad iki sene önce El Kaide’nin Suriye kolu El Nusra militanlarının da arasında bulunduğu Özgür Suriye Ordusu’na bağlı silahlı muhaliflerin eline geçmişti. Ardından, IŞİD geldi ve El Nusra ile diğer muhalifleri kovaladı. Bildik bir Suriye değiş tokuşu yaşandı yani.
Bu iki duruma da Türkiye pek ses çıkarmadı.  Oysa Tel Abyad’ın ÖSO’dan IŞİD’e geçmesi Türkiye açısından büyük bir tehlikeydi.
Ne zaman ki Kobani savaşı sonrası, YPG Tel Abyad’ı aldı, farklı sesler çıkmaya başladı. Sanki, başından beri Suriyeli Kürtlerin ilerleyişi, de facto kantonlar karşısındaki her oluşum tercih edilebilir gibi bir hava söz konusuydu.
İlk çatlak Kobani’de yaşandı. 
ABD’nin IŞİD savaşında kara müttefiki olarak Irak’ta peşmerge ve Irak ordusunu, Suriye’de YPG’yi seçmesi nedensiz değildi. Çünkü ABD cihatçı gruplarla işbirliği yapmak istemiyordu (Bu arada ABD’nin El Nusra ile el altından işbirliği yaptığını da söyleyelim).
Ama YPG yalnız değildi Kobani’de. Kobani savunmasını ÖSO’ye bağlı Fırat Volkanı adlı grup ve peşmergeyle yapmış, Türkiye de ÖSO’nun denkleme girmesini desteklemişti.
Şimdi Tel Abyad IŞİD’in elinden alınırken Fırat Volkanı adlı grup yine var. Ama nedense Türkiye bu kez grubun adını bile anmıyor. Suriye muhalefeti ‘Fırat Volkanı bizden değil’ gibi açıklamalar yapıyor.
Neden?
Suriye’de tek bir karta oynayan Türkiye yıllar önce Irak’ta olduğu gibi şimdi de Suriye’de Kürtleri hala hesaba katmamakla hata mı ediyor?   
Üstelik Türkiyeli ve Suriyeli Kürtler akraba ve sınırın iki yanında yaşıyor. Yani böylesine de nazik bir konu bu. Kobani’de görüldü bu.
Başlangıçta, yanlış bir değerlendirmeyle hesaba katılmıyorlardı belki ama Suriyeli Kürtler, Suriye’nin geleceğindeki önemli unsurlardan biri.
Tel Abyad’ın alınmasıyla Baas dönemindeki Araplaştırma politikalarının sonucu oluşan boşluklardan biri daha kapatıldı. Başından bu yana Esad rejimine ve Baas politikalarına karşı çıkanların, konu Kürtler olunca bu durumu görmezden gelmeleri de çelişki.
Şimdi ABD, YPG ve ÖSO Rakka’ya giden yolları keserek IŞİD’e karşı harekât başlatabilir.
İkinci seçenek Afrin’e doğru, batı bölgesine yönelik yeni bir muharebe.
Bu durumda Afrin bölgesi ile Kobane birleşebilir yani Suriye’deki Kürt hattı tamamlanabilir ama bu şimdilik kolay değil çünkü orada diğer muhalif gruplar var. Üstelik bu cephe Halep harekatıyla ilgili.
Ama her koşulda IŞİD Türkiye’ye yakın bölgeleri kaybediyor ki bu olumlu bir gelişme.
Peki, Türkiye, Suriye’de Kürtlerle yeni bir politika yeni bir gelecek üzerinden kafa yorması doğru olmaz mı?  Çünkü ‘büyük’ ülke ya da Ortadoğu’da önemli bir ülke olmak farklı durumlara göre farklı pozisyon alabilme ve geleceği görebilme, ön alma yeteneğiyle ilgili.
Ortadoğu için iki bildik motto vardır.
Birincisi: Ortadoğu’nun zemini kaygandır. Dikkat etmek gerekir (Biraz oryantalist bir yaklaşımdır).
İkincisi: Siz Ortadoğu’ya girerseniz, o da sizin içinize girer.
Üçüncüsü de benden:  Ortadoğu’yla ilgili yeterli birikim ve tecrübeniz yoksa yanılırsınız.
Bu üç mottoyu bir araya getirdiğimizde Tel Abyad’da olan biteni belki anlamak daha kolaylaşabilir.
Tel Abyad’da olanlar ve bundan sonra olabilecekler, dört yıl önce Suriye politikasının temelleri atılırken, muhtemel gelişmelerin hesaba katılmadığının bir göstergesi.
Esad yönetimi giderek sıkışıyor ama hep söyleyegeldiğimiz gibi Esadlı, Esadsız, parçalanmış, bölgelere ayrılmış ya da bir beş yıl daha sürecek bir iç savaşta kimsenin istediği olmayacak… Bu savaşın tahmin edilmeyen sonuçları, Türkiye dahil etraftaki herkesi derinden etkileyecek… Ve tabii ki Suriye’nin geleceğinde Kürtlerin, o ülkenin vatandaşları olarak önemli rolleri olacak ve yeni bir Suriye ülkedeki tüm gruplarla birlikte kurulabilecek.
Doğrudur, IŞİD sadece IŞİD değildir. IŞİD bir sonuçtur. Bu noktaya gelmesinde birçok gerekçe vardır.

Ama sonuçta her seçenek IŞİD ve benzeri zihniyetlerden iyidir; hem insanlık hem Türkiye için.

Suriye sınırında ne oluyor, Türkiye’yi nasıl etkiler…
14/06/2015 diken.com
Suriye’de yeni gelişmeler var. Bu gelişmeler ülkede son raunda girişin de habercisi gibi. Aynı gelişmeler, Türkiye’de siyaseti, koalisyon tartışmalarını ve partileri doğrudan ilgilendirme kapasitesine sahip.
Bunlardan biri ve önemlisi Tel Abyad’la ilgili. Anlatalım.
İşin sıcak kısmı şu: Suriye’nin kuzeyinde Kürt silahlı güçler yani YPG, Kobane ile Cizire kantonları arasındaki Tel Abyad’da IŞİD’e karşı savaşıyor, ABD de havadan vuruyor. YPG’nin yanında ÖSO’dan küçük bir birlik de var (zaten ÖSO’nun tek mevcudiyeti burada ).
IŞİD buradan sökülürse ki öyle görünüyor, Suriyeli Kürtler Kobane ile Cizire kantonu arasındaki kopukluğa son verecek, bu başlıbaşına önemli.
Dahası, İŞİD’de Türkiye sınırından uzaklaşmak zorunda kalacak.
Türkiye sınırındaki tehlikeyi YPG ve ABD temizliyor gibi görünüyor. Böylece IŞİD daha zor durumda kalacak. Görünen o ki Tel Abyad IŞİD’in elinden çıkacak.
Aksi zor görünmekle birlikte IŞİD’in buralarda üstünlüğü ele geçirmesi halinde ne olacağını düşünmek bile korkutucu ve Türkiye’deki dengeleri alt üst edebilir. Tel Abyad İŞİD’in elinde kalırsa bu Turkiye için ciddi sorun yaratabilir. Yeni bir Kobane ortaya çıkabilir.

Bu sıralarda Akçakale’ye yönelik göçün nedeni bu çatışma. İnsanlar, çatışmalardan, ama asıl IŞİD’den kaçıyor. Türkiye sınırda zorluk çıkarıyor. Bir takım ne idüğü belirsiz IŞID militanları tel örgülerin hemen diğer yanında boy gösterisi yapabiliyor. Neyse ki Türkiye sonunda sınırda bekleyenlerin geçişine izin verdi.
Türkiye’ye fatura çıkmaya başlıyor gibi
Türkiye birçok açıdan çok kırılgan bir noktada. Suriye’de rejim düşsün düşmesin Türkiye’ye fatura çıkmaya başlıyor gibi (Diyarbakır’da patlayan bombaları ve işlenen cinayetleri bu gelişmeler ışığında değerlendirmek gerek. Bu saldırıları IŞİD’in yaptirdigi iddialari var. Ama IŞİD’in gizli servisler gibi uzantıları var. IŞİD üyelerinin gizli servislere çalıştığı da biliniyor)
Türkiye YPG, IŞİD ve El Kaide’yle sınır ülkesi ve ileride kiminle komşu olacağına karar vermek durumunda.
Ne yapmalı?
Söyleyeyim: Kapılar mültecilere sonuna kadar açık olmak şartıyla artık sınırlar eskisi gibi olmamalı. İkincisi Türkiye’de koalisyon tartışmalarıyla birlikte yeni bir Suriye politikasını acilen devreye sokulmalı. Çünkü önceki çöktü.
Yani, Tel Abyad’da yeni bir Kobane sendromu yaşanmaması için dikkatli olmak gerekir; hem söylemde hem de eylemde.


9 Haziran 2015 Salı


HDP BARAJI NASIL AŞTI?
HDP’nin aldığı sonuç beklentilerin üzerinde gerçekleşti. Bunun belli nedenleri var tabii ki. Ancak en önemli sonuç 12 Eylül cuntasının Türkiye’nin önüne koyduğu o ‘utanç verici’ engelin, yüzde 10 seçim barajının yıkılması oldu.
Peki HDP barajı nasıl aştı?
Başkanlık sistemine karşı kurulan seçim stratejisi: İlk başta başkanlık rejimine karşı kurulan bir seçim stratejisinin başarısından söz etmek gerek. HDP bu konuda çıtayı en yükseğe koyarak şu ya da bu partideki ‘başkanlık sistemi’ karşıtı seçmenin desteğinin aldı.
Muhtemelen, bu konunun sonuca ne kadar etki ettiğini önümüzdeki dönemlerdeki yoklamalar ortaya çıkaracak ama‘başkanlık sistemine karşı’ kurulan seçim stratejisi iş yaptı (Ak Parti seçmeninin de başkanlık sistemine karşı olduğu da ortaya çıktı denilebilir).
Selahattin Demirtaş faktörü: Üslubu, yaklaşımı ve çizdiği lider profili, esprili yaklaşımı, dinamizmi ve en önemlisi hakiki olması birçok kişiyi ikna etti. Türkiye’nin genç ve farklı profilde lidere ihtiyacı olduğu ortaya çıktı. Arkasında sadece gönüllüler bulunmasına, seçim yarışında dezavantajlı olmasına rağmen Demirtaş seçmeni ikna sürecinde temel bir rol oynadı.
Türkiye partisi vurgusu: HDP tabii ki sadece Kürt siyasal hareketinin partisi değil, Türkiye partisi olma iddiasıyla ortaya çıktı. Gösterdiği adaylarla bunu destekledi (Adaylar her ne kadar birçok kişiyi tatmin etmese, listeler alelacele hazırlanmış olsa  bile çok tartışılmadı).
Doğu ve Güneydoğu’dan başlayalım…
HDP bölgede Ak Parti’yi rakip olmaktan çıkardı. Hemen her ilde AK parti oyları dramatik oranda düştü. Çünkü, AK Parti’nin bölgedeki özgüveni partiyi vurdu. Bölge dışından gösterilen adaylar bölgede benimsenmedi. Hatta adayların bile inancı yok gibiydi.
Ancak en büyük darbeyi Erdoğan’ın Dolmabahçe’de kurulan masanın bulunmadığı, Kürt sorunu olmadığı yolundaki sözleri vurdu.  ‘Kürt yoktur’a kadar giden söylem Kürt seçmenini HDP’ye yöneltti. İşte bu söylem örneğin Diyarbakır’da HDP’nin oylarını yüzde 80’lere kadar çıkardı. Bölgede hangi partiden olursa olsun herkes ‘çözümün devamından’ yanaydı.
Diyanet tartışması, Kürtçe Kuran konusu, HDP ve Demirtaş aleyhinde, özellikle dini konular üzerinden yapılan muhalefet, Kürtler nezdinde ilgi görmedi, hatta aksi tesir yaptı. Dindar Kürtleri bu anlamda kızdırdı.
Yatırım, istihdam ve ekonomik konular barış sürecinin arkasında kaldı. İnsanlar barış olmadan kalkınma olmaz diyerek süreçle ilgili olumsuz yaklaşıma tepki gösterdi.
Ve son olarak Kobane sürecinin devam ettiği fark edilmedi. Kobane, Kürtler nezdinde ciddi yara açan ve unutulmayan bir konu. Bölgeye hala Kobane’den cenazelerin geliyor olması, Rojava’da IŞİD’e karşı verilen savaşın devam etmesi,  hükümeti bu konuda eleştirmeleri, Suriye politikası ve IŞİD algısı son darbeyi vurdu.
Batı’ya gelince…
Batı’daki seçmen( Türk, Kürt ve oy veren herkes)  olmasaydı HDP barajı aşamazdı. Bu da Türkiye partisi iddiasının bir kanıtı oldu. İlk başta başkanlık sistemine karşı çıkanlar, sosyal demokratlar, solcular, Alevilerin bir kısmı HDP’ye yöneldi. İkincisi yeni ya da ikinci kez oy kullanan gençler, olan bitene yeter diyerek karşı çıkanlar HDP’ye yöneldi. Ama bunların bir kısmı taktik ve emanet oy sayılabilir.
Batı’da en önemli oy tabanı daha önce HDP çizgisine oy vermeyen ve entegre Kürt olarak değerlendirilen yani Ak Parti ya da CHP’ye oy veren kitlenin ve tabii ki batıdaki dindar Kürtlerin HDP’ye yönelmesi önemli rol oynadı.
Tüm bunlar toplamında Kürt kimliğinin daha öne çıktığını ve daha farkında olarak oy kullanıldığını da söyleyebiliriz.

Yeni dönem

HDP’yle yeni bir dönem başlıyor. Bu dönem her açıdan zor bir dönem; hem HDP hem de Türkiye için.
Çözüm süreci, ama en azından çatışmasızlık süreci mutlaka devam etmeli. Bu noktadan geri dönüş yok. Geri dönüldüğü noktada hem doğuda hem de batıda kaybedilir.
Türkiye’nin Suriye politikasının da eskisi gibi olmayacağını söyleyerek bitirelim.
Yeni ve sürprizli bir dönem. Ama HDP barajı patlattı.

5 Haziran 2015 Cuma



Yeni Ortadoğu (4): Ölümü Gösterip Sıtmaya Razı Etmek: IŞİD, El Nusra, Selefiler 


 5.6.2015


IŞİD ya da DAİŞ. Yeni Ortadoğu’nun yeni olgularından. IŞİD bir anlayış; barbar savaşçılar halledilse, temizlense bile-ki bu kolay değil- Vahabi/tekfirci anlayışın etkisi uzun yıllar bölgede devam edecek. Yani yeni Ortadoğu’nun önümüzdeki dönemdeki gerçekliği olacak. Üstelik, yalnız da değiller alternatifleri El Kaide ve bazı Selefi akımlar.  

IŞİD’in komşu coğrafyalara kaysa da ehven-i şer olarak gösterilmeye çalışılan Selefilik bölgede güçlenebilir. Selefi anlayış, örneğin, bugün Suriye’de adına ılımlı denilen ama ılımlılığı kendinden menkul katı bir İslami yaklaşımdan başka bir şey değil. Bu anlayış hali hazırda kamuoyuna ılımlı olarak pazarlanmaya çalışılıyor. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmek gibi. 

Örnek mi? Fetih Cephesi adlı yapı. Fetih Cephesi içinde 3-5 örgüt var ama öncülüğünü El Kaide’nin Suriye kolu Nusra yapıyor. Nusra’yı öne çıkarmamak için Fetih cephesi bir kamuflaj olarak kullanılıyor. Liderleri Golani Zevahiri’ye bağlı olduklarını yineliyor vs.

Bir parantez açalım: (Şu konuda şüphe yok: Suriye bu haliyle devam etmeyecek. Zaten Suriye’den son günlerde gelen haberler bunun teyid ediyor. Rejim giderek dar bir alana sıkışıyor. Hizbullah’ın çok sayıda kaybı var. Nusra öncülüğünde Fetih Cephesi ile IŞİD iki koldan rejimi giderek sıkıştırıyor. Kimilerine göreyse rejim IŞİD’in önünü açarak, İŞİD ile Nusra’yı karşı karşıya bırakmak istiyor, bunun işiçin IŞİD’le işbirliği yapıyor. Batı’nın dikkatini IŞİD üzerinde yoğunlaştırarak rahatlamak istiyor. İsrail ise bu yeni duruma, yani Esadsız Suriye’ye göre kendini ayarlamaya çalışıyor. Ancak, Suriye’de kimsenin kafasındaki plan hayata geçmeyecek, kimsenin istediği olmayacak. Konu zaten bu değil artık. Suriye’de ‘son savaş’ yaklaşıyor. Konu rejim sonrası nasıl bir coğrafyada yaşayacağımız. Kimlerle muhatap olacağımız.) Parantezi kapatalım


IŞİD kendi dışındaki herkese düşman. Irak ve Suriye’deki otorite boşluğu nedeniyle çaresiz ve dışlanmış kitleleri kullanıyor. Dünyanın dört bir yanından gelen barbarlar da sözüm ona halifeliğin topraklarını genişletiyor. IŞİD gücünü arttırırsa  Selefiler de IŞİD’e biat edebilir. Ya da IŞİD güç kaybederse Selefiler yükselir, Kaide zaten orada. Yani alternatifler birbirine benziyor ya da iki yanlış bir doğru etmiyor Ortadoğu’da. Bir tür seç beğen al durumu.

Yeni Ortadoğu’nun yeni unsuru olan IŞİD, Suriye ve Irak’ta fiili bir “orta ülke”, “IŞİDistan” yaratmış durumda. Suriye’de Rakka’dan başlayarak, Irak’a doğru Anbar eyaletini de içine alan Ramadi, Musul’a kadar uzanan bir hatta (bir kısmı insansız toprak olmakla beraber) kontrolü elinde tutuyor. Suriye’nin yarısı, Irak’ın dörtte birine hakim bir güç.

Örgüt, Irak ve Suriye’de bozulan düzen ve otoritenin etkisiyle kent ve kasabalarda halkın desteğini almış bir hareket. 

ABD'nin  Türkiye, Ürdün yetiştirmeye çalıştığı Suriyeli muhalifler IŞİD'in panzehiri olamaz. Ama rejimin toptan, tüm kurumlarıyla yıkılması da IŞİD’e için çare değil. Şimdi panzehir olarak Selefiler ve bizzat Kaide olan El Nusra gösteriliyor ki Nusra Suriye muhalefetini en güçlü kolu. Zaten kimse ÖSO'dan vs söz etmiyor, öyle bir yapı da yok artık. Şimdilerde yetiştirilen muhaliflerin rejimin devrilmesi ardından IŞİD, Nusra gibi gruplara katılmayacağına dair bir garanti de yok.

İran ve Hizbullah ise madalyonun diğer yüzünde işin içinde olanlar.

Irak’ta yapılan yanlış şuydu: Ülkedeki tüm kurumsal yapılar yerle bir edildi, ordu polis, bürokrasi sıfırlandı. O insanların bir kısmı şimdi IŞİD saflarında savaşıyor, biliniyor mu acaba? Sistemi tamamen tahrip edenler pişman şimdi.

Irak’ta IŞİD’in hakim olduğu bölgelere Şii milislerin oluşturduğu grubu (Haşdi Şaabi) kullanılarak operasyon düzenlenmesi de yapılan yanlışların başında geliyor.  Her iki ülkede de önemli oranda mücadele verenler hala Kürtler. Bu bölgede doğrudan Sünni gruplar ve aşiretler desteklenerek örgütlenmeleri sağlanmalı.

Suriye için, nüanslar olmakla birlikte durum aynı. Devlet ve ordunun tamamen dağılması Suriye’deki durumu Irak’tan beter hale getirebilir. Suriye’de ayrıca mezhebi anlamda rövanşizm daha kanlı olabilir. Suriye muhalefeti olarak bilinen yapı ülkede istikrarı sağlayacak bir güce sahip değil. Üstelik Sünnilerin kendi aralarında hangi koşullarda anlaşacağı, kimi öncü olacağı bile belli değil. 

ABD'nin hava Saldırıları görece etkili ama sonuç getirici değil.  Zaten bundan sonra IŞİD bulunduğu Suriye ve Irak’tan çatlak bulduğu bölgelere kaymayı sürdürecek, Yemen’e, Suudi Arabistan'a oradan Kuzey Afrika’ya (Libya’da halen mevcutlar) kadar yayılacaktır.



Ne yapmalı?

Birincisi, IŞİD’e katılımın olduğu her ülke tehdit altında. Buna göre önlem almak, geri dönüşleri kontrol etmek zorunlu. IŞİD ve benzeri anlayışlarıhiçbir koşulda tolare etmemek lazım. 

Suriye’de kimsenin gerçek anlamda kazanamayacağı savaşı bir an önce ortak noktalar temelinde durdurmak (Bosna örneği), Irak’ta Sünnileri biran önce denkleme sokmak gerekiyor.


Ama yeni Ortadoğu’da yeni politikalar gerekiyor. Çünkü Orta ülke ya da IŞİDistan denilen bölge artık sadece kendi başında bir bölge değil. IŞİD sadece Suriye ve Irak’ta işgal ettiği bölgelerde değil tüm Ortadoğu’da yönetim isterken, mezhep savaşının öncüsü olmayı hedefliyor. Suriye’nin bu halinde IŞİD bu güce ulaştıysa gelecekte, rejimin yıkılmasıyla nasıl bir noktaya geleceğini düşünmek bile zor.

Hem Irak hem de Suriye’de mezhepler ve etnik ayrımlar üzerinden yapılan mücadele IŞİD’in işini kolaylaştırıyor. Rejimin yıkılmasının ardından Nusra lideri Golani Alevilere hayat hakkı tanınmadığını açıkladı. Dürziler, Hristiyanlar ne olacak? Hatta Sünnilere hayat hakkı tanınacak mı, belli değil. Bölgede hangi ülkelerin mezhepçilik yaptığı biliniyor. Bazı ülkeler bu din/mezhep savaşları ve çekişmeleri üzerinden yeni bir bölge inşa etmeye çalışıyor. Bu inşa süreci de kısa sürecek gibi görünmüyor. Ama herkes kaybedecek maalesef.

Geçenlerde yayınlanan Libya belgelerinde ABD’nin IŞİD’in yayılışı karşısında gözlerini kapadığını öğreniyoruz.

Afganistan’da yapılan yanlış da buydu. IŞİD, El Nusra ve benzeri anlayışlara göz yuman, ondan farklı amaçlarla medet uman hangi ülke olursa eninde sonunda silahın kendisine döndüğünü görecektir. Yakında Suriye’deki ‘son savaştan’ sonra…