13 Ağustos 2015 Perşembe


Elini tetikten çeken şiddeti açığa düşürür


Suruç’taki katliam sonrası Türkiye’nin havası baştan aşağı değişti. Maalesef katledilen gençler unutuldu. Birileri bu acıyı bile yaşatmadan manipüle etti memleketi.
Sınırda IŞİD’in bir astsubayı öldürmesiyle eş zamanlı olarak İncirlik IŞID operasyonlarına açıldı ya da iki olay birbirine denk geldi. IŞİD’e savaş açıldığı söylendi, sadece birkaç IŞİD mevziisi bombalandı vs. o kadar.
Tam o sırada Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi havayı bulandırdı, görüş alanı flulaştı. Türkiye’de puslu havayı sevenler o dakikadan itibaren devreye girdi. PKK saldırıyı dolaylı olarak üstlendi; inisiyatifimiz dışındaki birimler vs. dendi.
PKK dâhil birileri Suruç katliamının üstünün örtülmesi için sanki ekstra çaba harcadı. Yani IŞİD konuşulurken konu PKK’ya, hedef de Kandil’in bombalanmasına döndü. O günden bu yana terör olayları, ölü sayıları ve saldırı haberleri artarak devam ediyor.

Şiddet şiddeti doğurdu

Bir kartopu misali aşağı yuvarlanırken şiddet büyüyor. Bu durumun herkese göre farklı gerekçesi ve sorumluları var tabii ki; devlet, PKK, Suriye politikası, masanın devrilmesi, provokasyonlar, tutulmayan sözler, seçim sonuçları vs. Hepsi biliniyor, sıralamak gereksiz.
Şiddet şiddeti doğurdu. Karşılıklı olarak pusuda bekleyen şiddet yanlıları ortaya çıkmakta gecikmedi.

 ‘Silahlar sussun’ diyenler hep vardı, hep var olacak

Oysa biz bu filmi görmüştük; medya, benzer siyasetçi dili yıllarca içinde bulunduğumuz atmosferde hep vardı. Sadece fırsatını bekliyorlardı. Medyada siyasette bazı şeyler değişti sanıyorduk, yanılmışız.
Ama, her iki taraftan da savaşı savunanlar kadar ‘Silahlar sussun’diyenler hep vardı, hep var olacak; konjonktürel barışçı ve savaşçıların tersine.
Şunu sormak gerekiyor: Yoksa 2011’de Silvan ile ara verilen ve bine yakın insanın hayatına mal olan bir yıllık sürecin sonunda olduğu gibi bu kez de birçok can kaybı sonrası ‘masaya dönüş’ filmini bir kez daha mı izleyeceğiz?
Hatırlatalım ve dikkat çekelim: Çözüm sürecinin gidişatıyle ilgili çeşitli sorular sorulduğunda “Ne yani siz savaş mı istiyorsunuz”diyerek, yıllardır barış sözcülüğünün yanından bile geçmemelerine rağmen barış şampiyonluğunu kimseye bırakmayanlar, şimdi savaş arabalarına binmiş gidiyor.

Madalyonun diğer yüzü

Ortadoğu ve Suriye’de silahlar daha uzun yıllar konuşacak ama Kuzey İrlanda ve Bask örneklerinde olduğu gibi yasal partilerin güçlenmesiyle silahlı hareketlerin kendilerini  sorguladığı bir gerçek.
Evet, burası farklı bir ülke ve coğrafya.
Artık silahın kenara konduğu, siyasetin açtığı alanda süren mücadelenin, şiddete karşı barışçıl yöntemlerle devam etmesinin gerektiği bir dönemin eşiğindeyiz.
Bu nedenle PKK sivil ve yasal siyasetin nefes almasının önünü açmalı, silahları susturup ellerini tetikten çekmeli, ateşkes ilan etmeli. Ama en önemsi HDP gerçeğine alışmalı ve kendini yeni döneme uyarlamalı.
Artık hem Türkiye siyaseti hem de PKK HDP’ye alışmak zorunda. HDP eskinin 20 milletvekilli ya da grup kurmak için zorlanan partisi değil (Yoklamalara göre muhtemel bir seçimde konumunu koruyacak). Türkiyelileşme, demokratikleşme, Kürt sorunun çözme kabiliyetine sahip bir Türkiye partisi artık HDP. Seçmenlerinin çoğunun Kürt olması bu durumu değiştirmiyor.
Ama dünyadaki örneklerinde olduğu gibi yıllardır şunu söylüyorduk: Kürt sorununun çözümünde yasal, sivil siyasetin hem halk hem de parlamento nezdinde daha fazla katkı yapar, çözüm insanların öldüğü, sözün değersizleştiği, silahın insanları sağırlaştırdığı çatışma ortamında değil, hemen her konunun çekinmeden tartışılacağı bir siyasi zeminden çıkar. Hala da aynı fikirdeyiz.

PKK ayar vermekten vazgeçmeli

HDP’nin daha fazla inisiyatif alması için PKK/KCK’nın geri durması ve HDP’nin elini zorlaştırması değil önünün açması gerekir. Yani Türkiye siyaseti gibi PKK da HDP’nin önümüzdeki dönemde asıl ve belirleyici aktör olacağının kabullenmeli.
40 yıldır silahlı mücadeleyi önceleyen, dağlarda savaşan bir örgüt için bunun kabullenmek zor olsa da realite bu. PKK/KCK yasal siyasete alışmalı, çeşitli demeçlerle ‘ayar verme’ alışkanlığından vazgeçmeli.
Asıl önemlisi PKK Ortadoğu cangılında Arap ve Fars dünyasının ayak oyunlarının ortasında geleceğinin ancak Türkiye’yle olabileceğini bilerek sivil siyasetin yollarına alışmalı.
HDP de kendi konumu, yeni rolü ve etkisini bilerek daha aktif bir politika gütmeli.

Daha fazla Ortadoğululaştırmadan…

Türkiye bir bütün olarak sorunun çözümünü daha fazla Ortadoğululaştırmadan yol almalı. Öncelikle eller tetikten çekilmeli, sonra ateşkes sağlanmalı ve çözüm artık silahla olmamalı.
Devlet dâhil kimse şiddetle sonuca varamayacak, elini tetikten çeken şiddeti ve şiddeti savunanları açığa düşürecektir.

3 Ağustos 2015 Pazartesi


Her savaş sizi kendisine benzetir


Türkiye Suriye ile resmen bir savaşta değil. Ancak, Suriye siyasi ve silahlı muhalefeti Türkiye’de örgütlendi, örgütleniyor. 2011’den bu yana Türkiye bu konuda taraf oluğunu saklamıyor.
Türkiye Suriye savaşına böylesine angaje olunca, Suriye de Türkiye’nin içine girdi. Türkiye belli anlamda Suriyelileşti.

‘Uzmanlar’ın haberi yok muydu yoksa?

Türkiye bu hareket tarzıyla uzun yıllar etkisi olacak bir politikanın tohumlarını ekerken Türkiye-Suriye sınırında bir Pakistanlaşma riskinden söz etmiştik. Bunların bir kısmını bölgedeki kişisel gözlem ve tecrübe, bir kısmını da bizzat benzer süreçleri yaşamış Pakistan istihbarat yetkililerinin bilgilerinden edinmiştik (Aralarında  Taliban’ı Pakistan’da örgütlemiş ve savaştırmış isimler de vardı).
Bu isimler Pakistan’ın içine giren terörle başa çıkmaya çalışırken 2013 başında daha IŞİD henüz bugünkü haliyle ortada yokken şunu söylemişlerdi: “IŞİD benzeri yapılar ya Suriye’de durdurulur ya da tüm bölgeye yayılır. Türkiye cihatçı örgütlenmelere çok dikkat etsin.”
Bu, açık bir bilgiydi. Bu insanlar hala orada, Pakistan’da; tecrübelerini hala paylaşıyorlar. Tüm bunları Türkiye’deki uzmanların ve Suriye meselesine soyunanların bilmemesi imkansız. Yoksa Suriye konusunda mangalda kül bırakmayan‘uzmanlar’ın Afpak hikayesinden haberleri bile yok muydu?
Ama belli ki zamanında kimse cihatçı akımlar ve IŞİD meselesine kafa yormadı. Belki umursanmadı, son aylar haricinde. Bumerang teorisi unutuldu. Kimilerine göre Suriye’de iş kısa sürede bitecekti, dünya tecrübelerine gerek yoktu.
Gelinen nokta herkesin malumu…

Bundan sonra ne olacak?

IŞİD artık hem sınırın Suriye tarafında hem içimizde; katliam yapıyor. Suruç katliamını unutmamak lazım. Bu örgütün sınırda olmasının her zaman riskli olduğu ve sıkıştığı oranda komşu ülkelere ve sınırlara yöneleceği yazmış çizmiştik. Maalesef tüm bunlar doğru çıktı.
Bundan sonra ne olacak?
IŞID konusunda yeni bir safhaya geçildi. İncirlik’in ABD’nin kullanımına açılmasıyla IŞİD’in ilk kez Türkiye’ye doğrudan ateş açması bir tesadüf müydü? Muhtemelen öyle. Ama her savaşta olduğu, savaşların doğasında olduğu gibi Suriye savaşında da IŞID konusunda kırılma yaşandı.
Belli ki IŞİD konusunda ‘Tehdit oluşturmadığı, dokunmadığı sürece zararı yok’ politikası ‘sınıra dayandı.’ Sınırın Suriye tarafında rahatça siper kazan, mayın döşeyen, sırıtarak sivillerin geçişini engeleyen IŞİD militanlarını rahatlıklarının nedenleri hep tartışılıyordu. Bu görüntüleri artık görmeyeceğiz muhtemelen. Keşke bu yüzleşme 32 genç insan katledilmeden yaşansaydı.
Türkiye, İncirlik’in ABD tarafından kullanılmasına yeşil ışık yakma kararından sonra IŞİD’e karşı kurulan koalisyonun aktif bir üyesi artık. Kimilerinin söylediğinin aksine olan bitene dışarıdan bakma lüksü de yok bundan böyle.
Bu durum karşısında anlamsız, saçma kavramsallaştırmalara da gerek yok. Türkiye daha önce koalisyona dolayı destek verirken şimdi doğrudan koalisyonun ve IŞİD’le mücadelenin içinde. Hem ABD ile ortak hem de bağımsız hareket ediyor.
Türkiye’yi Suriye’ye çekmeye çalışanlar olduğu gibi Türkiye’de buna hevesli olanlar olduğunu, ABD’nin Türkiye’yi iç savaşın başında heveslendirdiğini, içeri girmesi için teşvik ettiğini, ama gerisini getirmediğini biliyoruz. Yani ABD’nin bölgede kendisi değil ama kendisi adına hareket edecek alt emperyal ülkeler aradığını ve uzun süre cihatçı muhaliflere de sıcak baktığı bilinir.

İŞİD operasyonu aynı zamanda Suriyeli Kürtlere de mesaj

İncirlik Üssü’nü ABD uçaklarına operasyon amaçlı olarak açma kararı PYD-YPG’nin Cerablus- Mare hattına dayanmış olmasıyla da ilişkili. Türkiye ABD’yle muhtemelen PYD’nin Afrin kantonuna ulaşmasını önlemek için anlaştı.  İŞİD operasyonu aynı zamanda Suriyeli Kürtlere de mesaj. Üstelik IŞİD operasyonu Suriyeli silahlı muhalif grupların de elini rahatlatacak.
Ancak IŞİD operasyonu ile Kandil’in aynı zamanda bombalanmasının bu denklemdeki yeri hala soru işareti. İşin Kandil safhası Suriye’den çok iç politikayı tahkim etmeye ve ‘barış süreci’ni sonlandırmaya yönelik çok tehlikeli bir adım.

Suriye’ye girmeyi aklınıza bile getirmeyin

IŞİD’e karşı geç de olsa düğmeye basılmıştır. İçeride ve dışarıda çok dikkatli olmak gerekir. Sınırın Türkiye tarafındaki köyler, sınır hattındaki hareketler, ilçelerdeki yapılanmalar dikkatle izlenmeli.
Bundan sonrası için yapılacak ilk şey Suriye politikasını baştan sona yeniden ele almak ve Suriye’ye şu ya da bu şekilde girme fikrini akla bile getirmemek.
Öncelikle ‘IŞİD eşittir PYD’ mantığını aşmak, cihatçı-tekfirci örgütlerin uzun vadede ne kadar tehlikeli olabileceğini bir kez daha hesaba katmak gerekiyor.

Bugün IŞİD yarın Nusra olabilir


Türkiye için Suriye’den gelecek en büyük tehdit IŞİD, Nusra ve benzeri zihniyetteki örgütler.
Bugün IŞİD’in yaptığını irdelerken yarın Nusra benzeri örgütlerin Esad’ı yıkma çabalarının ardından hangi sınırlara ya da sıkıştıklarında nereye yöneleceğini değerlendirmek lazım.Pakistan örneğinde olduğu gib bu tür örgütlerin uzantılarının uzun vadede Türkiye’de kalacağını ve uzun yıllar etkili olacağını söylemek gerekiyor.
Bu durum değerlendiriliyor mu acaba? Belli ki yanıt hayır.
Suriye bir cihatçı cenneti. Tekfirci, Selefi grupları ılımlı diye sunmak inandırıcı değil. Suriye’de ılımlı muhalefet diye tarif edilen yapıların ne kadar ılımlı olduğunu bir kez daha soralım.
Ve gözden kaçırmayalım, bu cihatçı grupların önümüzdeki dönemde daha da tehlikeli olma ihtimalleri yüksek. IŞİD konusunda olduğu gibi geç kalmadan önlem almak gerek.
Çünkü her savaş bir süre sonra sizi kendisine benzetir.


Savaş masası kuranlara bir uyarı: Savaş kötü bir şeydir


 Suriye’de ayaklanma 2011 yılının Nisan ayında başladı. Muhalifler Esad yönetiminin sert tavrı karşısında çok çabuk silahlandı ya da silahlandırıldı. Suriye ayaklanması ne kadar iç dinamiklerin eseriyse, muhalifleri silahlandırma dış dinamiklerin, yani yakın ve uzak çevre ülkelerin eseri.
Bugünlerde konuşulan tampon bölge, güvenlikli bölge ya da Suriye içinde bir koridor, kısacası Suriye’ye girme fikri, Suriye ayaklanması başlar başlamaz gündeme getirilmişti. Kısa süre sonra bu fikir çöktü.

Olmadı, olmazdı da

O günlerde daha ayaklanma tazeyken bir ‘mülteci akını mühendisliği’ üzerinden Batı’nın desteği alınarak, Suriye içinde bir güvenlikli bölge kurma planlanmıştı. Evet, Batı, Türkiye’yi belki arkadan ittirip yalnız bıraktı ama birileri de o vakitlerde Suriye’ye girmeye hevesli, üç günde Şam’a ulaşacağından emindi.
İşte bu söylem o dönem ‘silahlı ayaklanmanın hızlanması/mülteci akını/tampon bölge’ sacayağı üzerine kurulan planın bir sonucuydu. Ama olmadı, olmazdı da.

Hem gerekçeleri zayıf hem de mantıklı değil

Gelgelelim belli ki dört yıl sonra birileri bu niyeti farklı gerekçelerle fiiliyata dönüştürmek istiyor; yani Türkiye’nin Suriye’ye girmesini.
Bu iyi bir fikir olmadığı gibi hem gerekçeleri zayıf hem de mantıklı değil.
Her şeyden önce komşu bir ülkeye yönelik askeri müdahaleye; Türkiye’nin Suriye’ye girmesine, Suriye içindeki savaşa dahil olmasına politik, insani, vicdani ve ülkenin geleceği açısından karşı olmak gerek.
Sorun sınır güvenliği mi yoksa Suriyeli Kürtlerin sınırın belli bölgesine hakim olması mı? Bunun için içeri girmeye gerek var mı?

Türkiye Suriye’nin içinde kimden taraf olacak?

Genel koşullardan başlarsak…
Komşu bir ülkeye askeri müdahale, komşu bir ülkede savaşa kalkışmak Türkiye’nin eksi hanesine yazılır. Hele bir Arap ülkesi olan komşumuza askeri müdahale, zaten negatif Osmanlı imajıyla bilenmiş Arap coğrafyasındaki bilinç altını yeniden harekete geçirir.
Kendini koruma gerekçesiyle bir ülkenin topraklarına girdiğinizde kimden yana taraf olacağınıza da karar vereniz gerekir. Türkiye Suriye’nin içinde kimden taraf olacak?
Başta ABD ve Batı kamuoyunun IŞİD’le mücadele edenleri desteklediği bir vakıa. Türkiye IŞİD’i terör örgütü ilan etse bile sınır boyunda bu örgütle pek fazla sorun yaşamış değil. Şimdi ne değişti de IŞİD tehdit olarak ortaya çıktı? Kimilerine göre‘Suriye’ye girmek’ için bunun bir bahane olduğu algısı yaygın.

Hesaplanmayan gereklilik

Suriye’ye girmek (buram buram oryantalizm koksa bile bir gerçeklik olarak) Suriye’de oluşan bataklığa dalmak anlamına gelir. Girmek bir yana nasıl ve ne zaman çıkılacağı meçhuldür. Askerler daha iyi bilir: Bir yere girmeden önce çıkma planları yapılır. Yapılmış mıdır?
Girildiği takdirde Suriye içindeki hangi grupla işbirliği yapılacak?. Hangi grup öncü, artçı olacak?. Kaideci Nusra mı, Sefefi İslami Cephe mi, IŞİD mi, Kürtler mi? Sadece ismi kalan ÖSO mu?
Türkiye sınırlarının korunması gerektiğini dört yıl önce Suriye iç savaşına angaje olurken hesaplamamış ve iş bu noktaya gelmiştir.
Bugüne kadar IŞID’ın kontrol ettiği sınır boyları tehlike arz etmezken şimdi PYD/YPG’ye geçen sınır hattının neden tehlike yarattığı kamuoyuna açıkça anlatılmalı.
Eğer sınırın öte tarafındaki PYD/YPG bölgenin nüfus yapısını değiştirme girişiminde bulunuyorsa, Suriye’ye girmek yerine, bunu onlarla konuşacak ve sorunu çözecek birçok kanal mevcut. Üstelik bu kanallar Türkiye’dedir ve konuşulduğu takdirde sınırın korunması da kolaylaşır.

Hata olur

Türkiye Suriye’ye girerse bu durumun, Türkiye içinde yansımalarının olmayacağını, Kürtlerin hareketlenmeyeceğini düşünmek hata olur.
Tüm bunlara rağmen birileri gözünü karartıysa bilemeyiz.
Ama bunca savaş görmüş biri olarak, şimdiden savaş masası kuranlara şunu söylemek isterim: Savaş kötü bir şeydir.