22 Ocak 2013 Salı





BARIŞIN KAYBEDENİ OLMAZ

13.01.2013/ RADİKAL İKİ 


DİYARBAKIR - Diyarbakır’da meraklı, umutlu ama mesafeli bir bekleyiş hâkim. Hemen herkes siyasilerin demeçlerini, gazete haberlerini dikkatle takip edip satır aralarından anlam çıkarmaya çalışıyor. Bugüne kadar birçok kez başlayan ama yarı yolda kesilen çözüm süreçleri, herkesi daha bir şüpheci yapmış. Süreçte özellikle Abdullah Öcalan’ın olması, en küçük bir itiraza yer bırakmıyor ama karşı tarafa güven konusumda hâlâ şüpheler var.
1999 süreci, Kürt açılımının arkasından gelen Habur ve Oslo süreçlerinden sonra kimse ‘ama’sız konuşamıyor. Çünkü detaylar bilinmiyor, gözler kulaklar Öcalan’dan gelecek haberlerde. Açılım süreci ve Habur dönemindeki coşkulu, umutlu, ‘bu kez tamam’ yaklaşımı ile bugünü karşılaştırdığımızda “Barışı istiyoruz ama önce güvenmek istiyoruz” görüşü öne çıkıyor. Çünkü, operasyonların devam etmesi ve savaş uçaklarının Kandil’i bombalaması, devlet ya da hükümete yönelik şüpheleri artırıyor. Hayal kırıklığı yaşamamak için herkes temkinli. Diyarbakır’daki cenaze töreni öncesi bir haftadır gündemi işgal eden provokasyon tartışması, insanları yormuş. Provokasyonla Habur’un kastedildiği biliniyor. “Habur halkın sevinciydi. Bu ise cenaze töreni. Artık kimse bize nasıl sevinip nasıl üzüleceğimizi söylemesin” diyor cenaze törenine katılan biri. Bir başkası ise Kürtlere nasıl bir ağırlık yüklendiğini dile getiriyor: “Her şeyi bizden bekliyorlar. Her şeyin sorumluluğunu bize yüklüyorlar. Bu insanlar 30 yılın yükünü nasıl kaldıracak? Barış olacaksa olsun artık ama her şeyi bizden tek taraflı olarak beklemesinler.” Ancak, kimse bu sürece karşı çıkmıyor. Çünkü bu kez Öcalan faktörü söz konusu. Öcalan’ın bu sürece doğrudan dahil olması, tüm yorgunluğa rağmen kentteki havayı rahatlatıyor.

Barış, müzakere, Öcalan 

Bu bakış açısı, Diyarbakır Batıkent Meydanı’nda düzenlenen üç Kürt kadının cenaze töreni için toplanan onbinlerce kişinin ruh haline yansımış. Kürsüden ‘Barış, müzakere, Öcalan’ sözleri duyulduğunda coşku artıyor. Cinayete yönelik kızgınlığa rağmen cenaze töreninde bile bir umut seziliyor. Kadınların beyaz tülbentleri, erkeklerin beyaz kaşkolları, cenazelerin yanından uçurulan beyaz güvercinler, sanki ‘yas ve barış’ı bir araya getiriyor.
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in öldürülmesinin bu sürece denk getirildiğinin farkındalar. “Bu adımı boşa çıkarmak için sağlam durmalıyız” fikri hakim. Paris’teki cinayetin kurbanının üç Kürt kadın olması bir başka tepki nedeni. Üç kadının kimliklerinden bağımsız olarak, Kürt kadınları hedef alındı görüşü hâkim. Çünkü 30 yıllık süreçte Kürt kadınlarının kendilerini aştığı ve özgürleştiği sık sık dile getiriliyor. Zaten cenazeleri kimseye bırakmıyor kadınlar, onlar omuzluyor, onlar taşıyor, onlar ağlıyor. Cenazelerin etrafından ayrılmıyorlar. ‘Erkekler çekilsin’ dendiğinde kimse itiraz edemiyor. Bir partili şunu anlatıyor: “Bazen çatışmada ölenler karşısında daha metanetli olabiliyor, anneler gözyaşlarını tutabiliyorlar. Ama bu cinayetleri kabullenemiyorlar.” Selahattin Demirtaş’a göre “bir zamanlar sofrada bile yeri olmayan Kürt kadınlar artık daha özgür.”
Güven tam değil ama... 
Herkes kızgın ancak cenaze töreni sırasındaki kalabalığın, Öcalan’a destek anlamına geldiğini söyleyenler de var. Zaten BDP , DTK cenaze töreninin sakin geçmesi için ciddi çaba gösterdi. Öyle ki BDP’li görevliler tatsızlık yaşanmaması, herhangi bir saldırı olmaması için AKP İl Binası’nı bile korumaya aldı. Ve güvenlik görevlileri kababalığa yaklaşmayıp gereksiz güç kullanmayınca hiçbir olay yaşanmadı. Zaten alanda toplanan kalabalık ve binlerce insanın katılımı, hem Öcalan hem de Öcalan’la başlayan sürece destek anlamına geliyor. Bu yüzden bu mesajın verilebilmesi, herhangi bir tatsızlık yaşanmaması için ince elenip sık dokundu. Cenazeler hastaneden alınırken PKK bayrağı açmaya çalışan birkaç gence, Belediye Başkanı Osman Baydemir müdahale etti, bayraklar indirildi. Baydemir, “İşte bu yüzden barışa daha fazla ihtiyacımız var” derken yeni kuşakların sabırsızlığını ve süreç uzadıkça gençlerin zihni kopuşunu anlatmaya çalışıyor. Yani yeni nesillerin daha önceki süreçlere olan güvensizliğini ‘Bizi istemiyorlarsa, barış istemiyorlarsa niye bu kadar zorluyoruz? Biz de kendi yolumuza gidelim’ şeklinde anlamak mümkün.
Diyabakır ve bölgeyi bilen onlarca Nevruz, cenaze ya da protesto gösterisine şahit olan bizler için üç Kürt kadının cenaze töreninde herkesin itidalli davranması, herkesin yaşanan sürece halel gelmemesi için ince eleyip sık dokuduğunun işareti. Bir kadın, “Müzakere sürecine inanç ve güven hâlâ tam değil. Ama Öcalan barış dediği için kimse itiraz etmiyor” derken, BDP lideri Selahattin Demirtaş’ın konuşması bu sözleri perçinliyor: “Barış cesaret ister. Bu halk hiçbir zaman barıştan kaçmadı. Barış için mücadele etti. Anneler parçalanmış evlatlarının mezarının başında dururken intikam değil barış istedi. Üç cenazenin başında barış iradesini ortaya koyuyoruz. Hodri meydan! Siz de barış iradesini ortaya koyun. Bu halk İmralı’da Öcalan’ın yürüttüğü görüşmelerin arkasındadır.”
Sırrı Süreya Önder ise “İşte” diyor, “bugünün ve bundan sonrasının en anlamlı” pankartı. Önder’in işaret ettiği, kalabalığın ön sıralarındaki pankartta şunlar yazıyor: “Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz”. Kürtler umutlu ama beklenti çıtasını fazla yüksek tutmamaya çalışıyorlar bu kez. Öcalan’dan gelecek haberleri bekliyorlar. Onları rahatlatacak, sürece yönelik şüphelerini azaltacak ilk adımın ismini de koyuyorlar: Ateşkes.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder