9 Şubat 2014 Pazar



SURİYE’YE MÜDAHİL OLMAK!


Radikal İKİ    9.02.2014


Rızanın imalatı ilk defa Walter Lippman tarafından 1920’lerde Public Opinion ( Kamuoyu) kitabında kullanılan bir kavram. Daha sonra Noam Chomsky tarafından geliştirildiği biliniyor.  Kavram, temel olarak devletlerin ve şirketlerin normalde insanların karşı çıkabileceği davranışlarına olumlu bakmalarının veya tepkisiz kalmalarının nasıl sağlandığını çeşitli açılardan ele alır. İnsanların istemedikleri şeyleri istiyormuş gibi hissetmelerini, ihtiyaç duymadıkları şeylere ihtiyaç duyduklarını sanmalarını ve kabul etmeyecekleri şeylere rıza göstermelerini sağlamak olarak tanımlanabilir.
Son haftalarda Türkiye’nin Suriye ‘macerasında’ da benzer belirtiler mevcut. Özellikle Suriye’de El Kaide bağlantılı örgütlerin öne çıkması, ciddi tehdit oluşturacakları anlaşılması ve batının bu konudaki hassasiyetiyle birlikte ortaya çıkan bir durum bu. Türkiye El Kaide konusunda söylem ve pratik açısından tavrını göstermeye başlamakla birlikte El Kaide olgusu ya da ‘bahanesiyle’ Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye meselesine dahil olmasının ‘yolu mu yapılıyor’ sorusunu sormak gerekiyor.



TSK’YA DAVET Mİ?
Bazı yazarların, bugüne kadar Suriye meselesinde MİT’in ön planda olduğu, TSK ve güvenlik güçlerinin bu işe karışmadığını ima eden biraz da sitemkar ve davetkar yazıları mevcut. TSK’nın El Kaide’ye bağlı IŞID konvoyunun vurması da tam bu zamana denk geliyor. TSK Irak Şam İslam Devleti örgütünün Türkiye sınırına ateş açtığını ve karşılık verildiğini söylese de bu ateşin biraz da Batı’ya yönelik ‘Türkiye’nin bu konuda hassasiyetini içeren’ mesajı da denilebilir. Yine aynı dönede Türkmenlerin El Kaide tehdidi altına kalıp Türkiye’ye kaçmaya başlaması söz konusu. Türkmenler her zaman Türkiye’de dikkatle takip edilen ve kamuoyunun hassas olduğu konu. Bu nedenle kamuoyunun,Türkmenlerin korunması adına atılacak adımların arkasında olacağı bilinir. Ancak, Türkmenler diğer açılardan dikkat edilmesi gereken bir nokta.  Çünkü Irak’ta hayata geçemeyecek  vaadlerle umut verildiği ama sonradan farklı bir politikayla Türkmenlerin açıkta bırakıldığı hala hafızalardadır.
Ancak bu konudaki en önemli açıklama Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den geldi. Gül özetle şöyle diyordu: “ Afganistan'da gördük. Bunların nereye varacağı bilinmez.  Bu nedenle bizim 4-5 yıl önceki tehdit algılamamızla bugünkü tehdit algılamamız arasında çok büyük fark var. O zaman bizim için en büyük tehdit PKK terörüyle mücadeleydi. Bugün baktığımızda bu ortam içinde kaç tane grup görüyoruz. TSK da bugün ben karışmayayım derse belki yarın gücünüzün yetmeyeceği bir güç çıkacak karşınıza.”

Açıklama önemli ipuçları içeriyor. Konu Milli Güvenlik Kurul’nda da ele alınmış olabilir. Ancak tüm bu gelişmelerin toplamında sanki TSK’nın Suriye meselesine dahil olması için bir ‘rıza imalatı’ ya da başlangıcı söz konusu gibi. Diğer yandan TSK’nın Suriye’ye bir müdahalesinin sadece El Kaide tehdidi için değil, PYD’ye karşı olabileceğini söyleyenler de var. Çünkü Türkiye resmi yetkililer Suriye ‘deki tehdit unsurları olarak sadece El Kaide değil PYD’yi de telaffuz ediyor. Yani bir taşla iki kuş politikası gibi.  
Türkiye tabii ki kendine göre tedbir almak zorunda ama Suriye krizinin başından bu yana uygulamaya çalıştığı politikalar( her ne kadar son dönemde söylem ve pratik açısından değişiklik gösterse, biraz daha düşük profil çizilse de) belli konularda hala ilk günkü noktada olduğunu düşündürüyor. Yani ‘bir şekilde Suriye’ye müdahale etmek’ düşüncesi.

DEĞİŞEN VE DEĞİŞMEYEN NE?
Suriye’de iç savaşa dönüşen ayaklanma başladığında yapılan hesaplar rejimin yıkılmasının ancak sürecin hızlandırılması ile mümkün olabileceği yönündeydi. Sürecin hızlandırılması, Şam’ın ayaklanmaya çok vahşi biçimde karşılık vermesi neticesinde muhalefetin hızla silahlandırılması, çatışmaların artması sonucu mülteci akınını başlaması anlamına geliyordu. Ardından Türkiye sınırları içinde bir tampon bölge ile Suriye içine doğru bir insani yardım koridordu açılacaktı. En azından masa başında yapılan ve kamuoyunda sürekli işlenen konu buydu. Ama olmadı. Olmazdı da. Çünkü planı yapanlar ne Suriye’nin kendi iç dinamiği ne Suriye için olaya müdahale edebilecek ülkeleri ne de Batı’nın Libya’da olduğu gibi davranmayacağının tahmin edebiliyordu. Üstelik Kamuoyunda oluşturulmak istenen ‘rıza’ alandaki gelişmeler sonucu hayata geçmedi.
Bu süreçte Türkiye’nin en çok dile getirdiği ‘yalnız bırakıldık’ tezi hem doğru hem de değildi. Yalnız bırakılmıştı çünkü başta ABD olmak üzere bazı ülkeler gerekli desteği vermemişti. Yanlıştı çünkü ABD birçok nedenden dolayı ne kadar temkinliyse Türkiye bir o kadar ‘Suriye’de olmak’ konusunda ısrarlıydı. Hatta, ABD’nin Türkiye’yi frenlediği bile söylenebilir. İşte o noktada Türk Hava Kuvvetlerine ait F-16 uçağının Suriye tarafından düşürülmesi sonrası, TSK e angajman kurallarını değiştirdi ve Suriye sınırı içlerine doğru 5-10 km’lik alanda fiili tampon bölge oluştu. Bu durum bölgenin muhaliflerin kontrolüne geçmesiyle devam etti.  O vakitten sonra sınır kontrolü kayboldu. Sınırda kimlerin gelip geçtiği tartışmaları başladı. 4 Ekim 2012’de Meclis'te kapalı oturumda görüşülen tezkere kabul edildi. Bu Suriye’ye asker yollama anlamına gelmese bile olası bir durumda askerin içeri-girip çıkmasına olanak sağlayan bir düzenlemeydi; tıpkı Irak’ın kuzeyine yapılan sınır ötesi harekatlar gibi.
Özellikle Suriye’de IŞID, El Nusra gibi El Kaide anlayışını takip eden örgütlerin güç kazanması ile Batı’nın Suriye’ye bakışı daha bir mesafeli artık. İlk başlarda bu örgütleri çok fazla umursamıyor gibi görünen Türkiye’de hem batının tepkisi hem de bu örgütlerin artık kendisi için de tehdit oluşturacağını anlamasıyla söylem ve pratikte mesafe koymaya başladı. Hatta varolan bu durum üzerinden yeni, daha temkinli bir politikanın daha ipuçlarını var: El Kaide’ye karşı Suriye içinde önlem almak ya da ‘yangını sınırın ötesinde söndürmek’.

Çok kolay olmamakla birlikte gelinen noktanın anlamı şu: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’ye şu ya da bu şekilde müdahil olması. Belki Suriye krizinin başından beri birilerini kafasında olan ama bir türlü hayata geçirilmeyen konu şimdi yeniden mi gündeme getiriliyor diye sormak gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder