27 Mayıs 2013 Pazartesi





ABD ÇİZGİSİNDE ‘TAM MUTABAKAT’


Radikal İKİ/ 26.05.2013

Çok zaman geçti gibi görünse de Suriye’de ayaklanma ile başlayıp kanlı bir iç savaşa dönüşen süreçte ikinci yıl henüz tamamlandı. İki yıl içinde o kadar çok şey oldu ki. Bu nedenle filmi biraz geriye sarak gerekiyor: Türkiye Suriye’de silahlı çatışmalar başladığında sanki bu durumu bekliyormuş gibi hemen mülteci kampları kurdu. Tampon bölge ve koridor kurma ya da uçuşa yasak bölgeyi telaffuz etmeye başladı.  Türk F4 uçağının Suriye karasularında düşürüldü, ne olduğu hala belli değil. Akabinde Türkiye, sınıra yaklaşan Suriye uçaklarını vuracağını açıkladı, yani fiili bir uçuşa yasak bölge oluşturdu, muhalifler Suriye’nin kuzeyini ve sınır kapılarını tek tek ele geçirdi. Sınır kontrolü, kayboldu ya da muhalifler kontrollü olarak içeri sokuldu yaralılar tedavi için Türkiye’ye getirildi. Batılı gazeteler Türkiye sınırından silah ve mühimmat gittiğini yazdı. Bu süre içinde Esad rejimi vahşi bir biçimde kentlere saldırdı ancak ülkenin yarısını kaybetti. Bu vakaları uzatabiliriz. Türkiye 2.5 yıl önce 6 ay ömür biçtiği Beşar Esad rejimi karşısında Suriye’de iç savaşa dönüşen ayaklanmada baş rol oynadı. 2 yıldır Suriye’de yalnız bırakıldığını iddia eden Türkiye aslında ayaklanmanın 3-6 ay arasında sonuç vermesinden sonra bir üst düzey diplomatın tabiriyle ‘masadaki pastadan payını alacaktı”. Ama olmadı. ‘pasta’ paramparça oldu. Suriye ile ilgili yapılan hesaplar, biraz bölgeyi bilmemek biraz kimseyi dinlememekten yanlış çıktı. Kimse tampon ve uçuşa yasak bölge fikrine sıcak bakmadı. Ne muhaliflerin yeteri kadar silahlandırılması ne de kimin kim olduğu hala tartışmalı olan Suriyeli muhalefetinin Türkiye’de örgütlenmesi istenildiği gibi yürüdü. Türkiye’nin en başarılı olduğu konu insani açıdan Suriyeli kardeşlerimize kapılarını açmasıydı. Kendine hedef olarak Beşar Esad’ın devrilmesini seçen Türkiye bu kırmızı çizgisini korusa bile, bu şekilde gerçekleşmeyeceğini gördü. Artık Esadsız ama Baaslı geçiş dönemi telaffuz edilmeye başlandı.

ABD’NİN HİZASINA GELMEK

Başbakan Erdoğan Washigton’da ilk kez üst düzey bir programla ‘özel’ olarak ağırlandı. Başbakan olarak ilk kez bir Amerikan başkanı ile birlikte basın toplantısına Erdoğan çıktı. Erdoğan- Obama basın toplantısı ardından gazeteler ‘tam mutabakat’ manşeti attı. Evet, tam mutabakat vardı. Mutabık kalınan ise Türkiye değil, Amerikan’ın şimdiye kadar sürdürdüğü çizgiydi. Yani Türkiye, Suriye’deki rejimi devirmek için birçok yol denemiş; tarihinde ilk kez komşu bir ülkenin muhalifleri Türkiye’de örgütlenmiş, Türkiye’nin öncülüğünde farklı ülkelerde Suriye’nin dostları toplantıları düzenlemişti. En önemlisi de oralarda neler olup bittiğine dair bilgiler Batı medyası üzeriden alınmış, bilgi, haberler karartılmıştı. Hala da bu durum devam ediyor.

TÜRKİYE VE ‘SURİYE ‘PASTASI’

Türkiye tüm bu girişimlerine rağmen sonuç ‘kendi’ hedeflediği sonucu alamadı. Amerika’nın çizgisine gelerek, Rusya’nın öteden beri önerdiği zemine oturuyor. Daha önceleri destek bulmayan zemin bu kez Cenevre 2 olarak yeniden toplanıyor. Bu kez ABD de işin içinde. Amaç muhaliflerle Baas rejimini ortak geçiş mekanizmaları çerçevesinde buluşturmak. Doğru ya da yanlış bu mutabakat ABD’nin mutabakatıdır. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı politikadan da geri adım atması anlamına gelir. Türkiye’nin bu geri adımı, yanlıştan geç de olsa dönmek kadar Suriye için bir çözüm varsa en geçerli formül. Suriye’de kan akmasına katkıda bulunan ABD, Rusya geç de olsa bir noktada buluştu, Türkiye’de bu noktaya ‘evet’ demek zorunda kaldı. Bunu sadece biz değil, aynı konuda dört başı mahmur bir rapor hazırlayan Uluslararası Kriz Grubu’ndan Huge Pope Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e şöyle söylüyor: ABD’nin Esad rejimini devirmeye yönelik bir askeri operasyona niyeti yok. Eğer Erdoğan bunu umuyorduysa bir hayal kırıklığı yaşamıştır elbette. Çünkü bir buçuk yıldır Esad’ın gitmesini talep eden keskin politikasında oldukça yalnız kalmış durumda.” Pope şöyle devam ediyor: “Elbette Amerika ‘Biz sizin arkanızdayız, yürüyün’ diyerek sırt sıvazlıyor. Ama bu kriz, Türkiye’nin tek başına bölgede askeri ya da diplomatik olarak bir şeyi değiştirecek kadar kritik bir baskı mekanizmasına sahip olmadığını ortaya koydu. Maalesef Türkiye 5 yıl önceki herkesle konuşabilen güçlü ve tarafsız konumunu kaybetmiş durumda.”
Pope’un söylediği durumu ben de Lübnan’da tespit ediyorum. Türkiye algısı eskisi gibi değil. Türkiye, her ne reddetse de Sünni cephe içinde görülüğünün farkında değil.  Hem Esad hem de muhalifler savaşı mezhep üzerinde yoğunlaştırıyor ki çok tehlikeli ve yakın gelecekte Ortadoğu’yu ateş çemberine çevirecek bir durum. Bu noktadan sonra Türkiye’nin ‘herkese eşit mesafedeyiz’ yakışımı artık inandırıcı değil.

MEZHEP İKAZI

Günün sonunda ‘biz söylemiştik’ demeyeceğiz tabii ki. Ama. Amerika-Rusya Cenevre 2 görüşmelerinde muhaliflerle Esad  uzlaştırılmaya çalışılacak. Bu kolay değil. Esad kendi olmadan bir geçişi kabul etmeyecektir. Ama Türkiye’nin artık politikasını yeniden düzenlemesinin vaktidir. Esad karşıtı pozisyonunu korusa da Suriye’deki angajmanını yeniden gözden geçirmek zorunda. Bu süreç devam ettiği takdirde  Suriye’deki düşmanlıkların Türkiye’ye yansıyabileceğini tahmin etmelidir.  Suriye’de Selefilerle Hizbullah’ın karşı karşı gelmesi en önemli ikaz sayılabilir. Türkiye Suriye’de kendi inisiyatifiyle, isteyerek bir politika geliştirdi. Hoş, ABD’nin bir dediğini iki etmedi aslında. Ama Ortadoğu’daki dengeleri yeterince gözetmedi, Öte yandan Türkiye’nin Ortadoğu’ya sırtını çevirmesi Suriye de olanlara gözlerini kapatması mümkün değil. Yanlış olan Ortadoğu’ya bu şekilde müdahil olunduğunda geri tepme ihtimalinin yüksek olması. Esad rejimi sonuç olarak devrilecek ama Suriye’de gelinen nokta Esad sorunun aşmış durumda. Amerikan ve Rus emperyalizmi kendi politikaların dikte ettirirken Türkiye’nin bu kadar yoğunlaşması da başka bir vizyonun sonucu. Oryantalizmi gibi tersine oryantalizmi de bir kez daha düşünmek gerek. Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye konusunda bir şeyler yapabilmesi zor görünüyor.  

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder