ABD ÇİZGİSİNDE ‘TAM MUTABAKAT’
Radikal İKİ/ 26.05.2013
Çok zaman geçti gibi görünse de Suriye’de ayaklanma
ile başlayıp kanlı bir iç savaşa dönüşen süreçte ikinci yıl henüz tamamlandı.
İki yıl içinde o kadar çok şey oldu ki. Bu nedenle filmi biraz geriye sarak gerekiyor:
Türkiye Suriye’de silahlı çatışmalar başladığında sanki bu durumu bekliyormuş
gibi hemen mülteci kampları kurdu. Tampon bölge ve koridor kurma ya da uçuşa
yasak bölgeyi telaffuz etmeye başladı. Türk
F4 uçağının Suriye karasularında düşürüldü, ne olduğu hala belli değil.
Akabinde Türkiye, sınıra yaklaşan Suriye uçaklarını vuracağını açıkladı, yani
fiili bir uçuşa yasak bölge oluşturdu, muhalifler Suriye’nin kuzeyini ve sınır
kapılarını tek tek ele geçirdi. Sınır kontrolü, kayboldu ya da muhalifler
kontrollü olarak içeri sokuldu yaralılar tedavi için Türkiye’ye getirildi. Batılı
gazeteler Türkiye sınırından silah ve mühimmat gittiğini yazdı. Bu süre içinde
Esad rejimi vahşi bir biçimde kentlere saldırdı ancak ülkenin yarısını
kaybetti. Bu vakaları uzatabiliriz. Türkiye 2.5 yıl önce 6 ay ömür biçtiği
Beşar Esad rejimi karşısında Suriye’de iç savaşa dönüşen ayaklanmada baş rol
oynadı. 2 yıldır Suriye’de yalnız bırakıldığını iddia eden Türkiye aslında ayaklanmanın
3-6 ay arasında sonuç vermesinden sonra bir üst düzey diplomatın tabiriyle ‘masadaki
pastadan payını alacaktı”. Ama olmadı. ‘pasta’ paramparça oldu. Suriye ile
ilgili yapılan hesaplar, biraz bölgeyi bilmemek biraz kimseyi dinlememekten
yanlış çıktı. Kimse tampon ve uçuşa yasak bölge fikrine sıcak bakmadı. Ne
muhaliflerin yeteri kadar silahlandırılması ne de kimin kim olduğu hala
tartışmalı olan Suriyeli muhalefetinin Türkiye’de örgütlenmesi istenildiği gibi
yürüdü. Türkiye’nin en başarılı olduğu konu insani açıdan Suriyeli kardeşlerimize
kapılarını açmasıydı. Kendine hedef olarak Beşar Esad’ın devrilmesini seçen Türkiye
bu kırmızı çizgisini korusa bile, bu şekilde gerçekleşmeyeceğini gördü. Artık Esadsız
ama Baaslı geçiş dönemi telaffuz edilmeye başlandı.
ABD’NİN HİZASINA GELMEK
Başbakan Erdoğan Washigton’da ilk kez üst düzey bir
programla ‘özel’ olarak ağırlandı. Başbakan olarak ilk kez bir Amerikan başkanı
ile birlikte basın toplantısına Erdoğan çıktı. Erdoğan- Obama basın toplantısı
ardından gazeteler ‘tam mutabakat’ manşeti attı. Evet, tam mutabakat vardı. Mutabık
kalınan ise Türkiye değil, Amerikan’ın şimdiye kadar sürdürdüğü çizgiydi. Yani Türkiye,
Suriye’deki rejimi devirmek için birçok yol denemiş; tarihinde ilk kez komşu
bir ülkenin muhalifleri Türkiye’de örgütlenmiş, Türkiye’nin öncülüğünde farklı
ülkelerde Suriye’nin dostları toplantıları düzenlemişti. En önemlisi de oralarda
neler olup bittiğine dair bilgiler Batı medyası üzeriden alınmış, bilgi, haberler
karartılmıştı. Hala da bu durum devam ediyor.
TÜRKİYE VE ‘SURİYE ‘PASTASI’
Türkiye tüm bu girişimlerine rağmen
sonuç ‘kendi’ hedeflediği sonucu alamadı. Amerika’nın çizgisine gelerek, Rusya’nın
öteden beri önerdiği zemine oturuyor. Daha önceleri destek bulmayan zemin bu
kez Cenevre 2 olarak yeniden toplanıyor. Bu kez ABD de işin içinde. Amaç muhaliflerle
Baas rejimini ortak geçiş mekanizmaları çerçevesinde buluşturmak. Doğru ya da
yanlış bu mutabakat ABD’nin mutabakatıdır. Türkiye’nin bugüne kadar uyguladığı
politikadan da geri adım atması anlamına gelir. Türkiye’nin bu geri adımı, yanlıştan
geç de olsa dönmek kadar Suriye için bir çözüm varsa en geçerli formül. Suriye’de
kan akmasına katkıda bulunan ABD, Rusya geç de olsa bir noktada buluştu, Türkiye’de
bu noktaya ‘evet’ demek zorunda kaldı. Bunu sadece biz değil, aynı konuda dört
başı mahmur bir rapor hazırlayan Uluslararası Kriz Grubu’ndan Huge Pope
Hürriyet gazetesinden Cansu Çamlıbel’e şöyle söylüyor: “ABD’nin Esad rejimini
devirmeye yönelik bir askeri operasyona niyeti yok. Eğer Erdoğan bunu
umuyorduysa bir hayal kırıklığı yaşamıştır elbette. Çünkü bir buçuk yıldır
Esad’ın gitmesini talep eden keskin politikasında oldukça yalnız kalmış
durumda.” Pope şöyle devam ediyor: “Elbette
Amerika ‘Biz sizin arkanızdayız, yürüyün’ diyerek sırt sıvazlıyor. Ama bu kriz,
Türkiye’nin tek başına bölgede askeri ya da diplomatik olarak bir şeyi
değiştirecek kadar kritik bir baskı mekanizmasına sahip olmadığını ortaya
koydu. Maalesef Türkiye 5 yıl önceki herkesle konuşabilen güçlü ve tarafsız
konumunu kaybetmiş durumda.”
Pope’un söylediği durumu ben de Lübnan’da
tespit ediyorum. Türkiye algısı eskisi gibi değil. Türkiye, her ne reddetse de Sünni
cephe içinde görülüğünün farkında değil. Hem Esad hem de muhalifler savaşı mezhep üzerinde
yoğunlaştırıyor ki çok tehlikeli ve yakın gelecekte Ortadoğu’yu ateş çemberine
çevirecek bir durum. Bu noktadan sonra Türkiye’nin ‘herkese eşit mesafedeyiz’ yakışımı
artık inandırıcı değil.
MEZHEP İKAZI
Günün sonunda ‘biz söylemiştik’
demeyeceğiz tabii ki. Ama. Amerika-Rusya Cenevre 2 görüşmelerinde muhaliflerle
Esad uzlaştırılmaya çalışılacak. Bu
kolay değil. Esad kendi olmadan bir geçişi kabul etmeyecektir. Ama Türkiye’nin
artık politikasını yeniden düzenlemesinin vaktidir. Esad karşıtı pozisyonunu
korusa da Suriye’deki angajmanını yeniden gözden geçirmek zorunda. Bu süreç
devam ettiği takdirde Suriye’deki
düşmanlıkların Türkiye’ye yansıyabileceğini tahmin etmelidir. Suriye’de Selefilerle Hizbullah’ın karşı karşı
gelmesi en önemli ikaz sayılabilir. Türkiye Suriye’de kendi inisiyatifiyle,
isteyerek bir politika geliştirdi. Hoş, ABD’nin bir dediğini iki etmedi
aslında. Ama Ortadoğu’daki dengeleri yeterince gözetmedi, Öte yandan
Türkiye’nin Ortadoğu’ya sırtını çevirmesi Suriye de olanlara gözlerini
kapatması mümkün değil. Yanlış olan Ortadoğu’ya bu şekilde müdahil olunduğunda
geri tepme ihtimalinin yüksek olması. Esad rejimi sonuç olarak devrilecek ama Suriye’de
gelinen nokta Esad sorunun aşmış durumda. Amerikan ve Rus emperyalizmi kendi
politikaların dikte ettirirken Türkiye’nin bu kadar yoğunlaşması da başka bir vizyonun
sonucu. Oryantalizmi gibi tersine oryantalizmi de bir kez daha düşünmek gerek. Türkiye’nin
bu saatten sonra Suriye konusunda bir şeyler yapabilmesi zor görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder