30 Nisan 2014 Çarşamba


DEVLETİN “GELENEĞİ”

Radikal İKİ/ 27.04.2014


Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunda, Osmanlı İmparatorluğu’dan keskin bir kopuş gerçekleştirmiş gibi görünse de, devlet denilen organizma söz konusu olunca neredeyse yüz yıl öncesine uzanan siyasi anlayışların zaman zaman hiç değişmediği görülüyor. Bir anlamda devletin aktarılan genetiği de denebilir buna. Belli dönemlerde cesur  adımlar atılarak bu genetikle oynansa bile genel zihninsel omurga korunuyor gibi.

Bu omurga farklı zamanlarda, farklı güç/iktidar sahiplerince eğilip büker lakin belli konularda açık ya da zımni hep bir zihinsel ortaklık söz konusudur. İktidarlar için devletin bekası her daim toplumdan önce gelir, toplumu denetim altında tutmak için de güvenlik paranoyası yaratılarak zihinsel ortaklık konsolide edilmeye çalışılır.  

Daha düz bir ifadeyse ‘bizim’ adımıza ‘iyisini de kötüsünü de’ devlet bilir, devlet karar verir! Demokrasinin işleyişinden Meclis’e, sokaktaki siyasete kadar birçok konuda kendileri karar vermek isterler. Ama en çok rahatsız oldukları da sokak ve sokağın itirazıdır. 

GÜVENLİK PARANOYASI

Her daim geçerli argümansa otoriter zihniyetlerin sık sık baş vurduğu ne anlama geldiği bilinmeyen güvenlik eksenli ‘paranoya’dır. Bu paranoyanın öznesi her dönem farklı olmuştur; irticadan, komünistler, azınlıklar, Kürtler, İslamcılar, yeni dönemde kamusal alana müdahale ya da tek sesliliğe tepki gösteren herkes. Ama bu paranoyanın ortaklaştığı tek konu her daim 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasıdır. 

Geçen yüzyılın başındaki İttihat ve Terakki Cemiyeti anlayışından, Tek Parti’ye, çok partili rejimlere, darbe dönemlerinden AKP iktidarına kadar farklılık içerse de belli noktalarda anlayışlar benzerlik gösterir.

1 Mayıs söz konusu olunca “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz”ci yaklaşım ve 1 Mayıs 1977’yi gerekçe göstererek yıllarca alanı kapalı tutan 12 Eylül anlayışı ile bugün kimin nerede toplanacağına karar veren, ‘kapattım gitti’ dayatması kategorik olarak farklı değildir. Aslında hepsinin ortak yanı, siyasetten korkmaları. Daha açık söylemek gerekirse, hadi çok çok uzağa gitmeyelim 12 Eylül’ün mantığından muzdarip olduğunu söyleyen iktidarın ve benzer zihniyetin sapa sağlam durduğudur.

Agos’ta Yetvard Danzikyan çok iyi özetlemiş bu durum: “ Asli olarak toplumu ‘siyaset’ten arındırma takıntısıdır. Toplum tamam, elbette ki seçimden seçime oy vermeli, milli irade tecelli etmelidir ama aslında ‘siyasallaşmamalıdır’ ve iktidar sahipleri en gür sesleriyle her şeyin doğrusunu halka anlatmalıdır. (Otoritenin ta o zamanlarda da şuna buna ‘siyaset yapmayın’ demesini hatırlayın.) 



SİYASET YAPMAYIN!

Türkiye Cumhuriyeti’nin 90 yıllık demokrasi tecrübesinin meclise sıkıştırıldığı, demokrasinin sadece sandık-seçmen ikilisi arasındaki tek günlük bir ‘faaliyete’ indirgendiği bu devletlü anlayış her daim uygulanmaya çalışılmıştır.

Tüm bu olan bitende asıl amaç toplumu, insanları siyasetin öznesi olmaktan çıkarmak denilebilir. 



Danzinkyan’dan devam edelim: “Gezi direnişinin de AKP üzerinde benzer bir etki yarattığını söyleyebiliriz. Erdoğan’ın muhafazakar, sağ zihniyetinde bunun ne kadar büyük bir travma yarattığını her gün yeni örnekleriyle bir kez daha görüyoruz zaten. Bu siyasi çizgi her ne kadar pragmatist bir çizgi olsa da devlet-toplum ilişkisi bahsinde klasik devletten çok da ayrı düşünmez. Toplum, devletin, otoritenin sözünden çıkmaması gereken bir çocuktur. Sokaklar tekinsizdir. Gençlik tekinsizdir. Hele ki sokakta hak aramak, büsbütün meseledir. Bir mesele varsa sandıkta halledilir.



Türkiye’de gücü eline geçiren hemen her iktidar, asker- sivil fark etmeden aynı zemin üzerine oturup benzer refleksler göstermede oldukça mahirdir. Bu mahir refleksin başında da 1 Mayıs’ı yasaklamak gelir.

DEVLET BAHŞEDER!

2012’da Taksim’de 1 Mayıs kutlamasına ‘izin’ vermek gibi, ‘yasaklamak’ da Türkiye’de devlet olmanın gereğidir sanki. Devlet verir ve alır, halkına bahşeder!

Yıllardır yasaklama için farklı gerekçeler gösterilse bile aslında tüm bu mantığın altında yatan ‘devlet’ denilen varlığın geri adım atarak otoritesini yitirme korkusudur. AKP’ye gelecek olursak; 2010’da topluma ‘bahşettiğini’ düşündüğü ‘izin’, o günün yeni Anayasa konjonktürüne uygun bir havanın devamı gibidir; vakti geçince kaldırılmasına yine kendileri karar verecektir. (Oysa  Taksim’deki 1 Mayıs kutlanması ve bunun için verilen mücadeleyi unutmamak gerek)

Bu yılki yasaklama kararına baktığımızda, 2012’deki kararın içselleştirilmiş bir özgürlük yaklaşımıyla ilişkisinin olmadığı görülür. Ancak, devletin mazereti bitmez, bu anlayış sürdükçe bitmeyecektir de. Geçen yıl meydandaki inşaat çalışmalarını gerekçe gösteren hükümet, inşaat bitmesine, Taksim’in düz bir beton alan olarak miting için uygun hale gelmesine rağmen,  ‘biz alan gösteririz siz kutlarsınız’ yaklaşımıyla geleneksel devlet anlayışından ayrılmamıştır.   

Geçen yıl Gezi’nin gelişi 1 Mayıs’tan belli olmuştu. Bu yıl da Gezi fobisinden öte, başbakan Erdoğan’ın aldığı kararların ‘tartışılamaz’, karşı çıkılamaz olduğu gösterilmek istenmekte.

Düşünsenize, maazallah, 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkanlar Gezi parkına girip orada birkaç saat geçirirlerse o devletin/hükümetin otoritesi ne olacak?

İşte bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devletin otoritesi ve bu otoritenin sarsılmaması için ortaya konan yasaklar silsilesi devam eder. Dünyanın her yerinde tarihi, sembolik meydanlar olduğu ve farklı kutlamaların hep bu alanlarda yapıldığı bilinir. Hala 1977 katliamı gerekçe gösterilir ama bu katilamın failerini bulmak için çaba gösterilmez.

2012’de olduğu gibi emekçilerin dayanışma gününde herhangi bir müdahale olmadıkça barış içinde herkesin şarkısını söyleyebildiği ve hakkını haykırabildiği bir gün olduğunu kanıtlanmıştır. Bütün dünyada otoriter eğilimlerin  şiddetten beslendiği de zaten sır değildir. Siyaseten devletin bir işi de zor kullanmaktır.


Bu ülkede dejavü yaşamamak için daha kaç yaşına gelmemiz gerekiyor. Doğada karşı çıktığımız genetik oynamaları, devletin mantığı söz konusu olunca yeniden düşünmek gerekir. Özellikle Türkiye’deki muhafazakar sağ geleneğin 1 Mayıs takıntısı da bir genetiğin devamı gibidir. Ne demişler: “Biz bize benzeriz”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder