3 Nisan 2014 Perşembe


BDP: BAŞARI VE REHAVET

6.4.2014 Radikal İKİ


30 Mart Seçimlerinin galiplerinden biri de kuşkusuz BDP ve Kürt siyasal hareketi. Bu sadece rakamların; kazanılan il, ilçe, beldelerin sayısı ile ilgili olmayıp  aynı zamanda bölgedeki psikolojik üstünlüğün Kürt siyasal hareketine geçmesiyle ilişkili bir durum.

Seçimler öncesinde 98 belediyesi yeni yasal düzenlemeyle 77’le düşen BDP’nin sandıkta bu sayıyı  103’e, özellikle il sayısını 11’e çıkarması bir başarı. Rakamsal veriler bir parti açısından önemli. Bu seçimde Kürt siyasal hareketi rakamsal başarısının yanında, belki de ondan daha çok 
Türkiye siyasetine yaptığı katkısıyla öne çıktı. 97 kadının doğrudan ya da eşbaşkan olarak siyaset sahnesinde yer alması sadece Kürtler değil Türkiye siyasetine yeni bir model getirme açısından önemli bir aşama.

97 kadın göreve geldi belki ama alanlarda da binlerce kadının aktif olarak çalıştığını da unutmamak gerek. Bu nedenle 30 Mart seçimleri bir dönemin başlangıcı olarak tarihe geçmeli.

30 Mart seçimleri öncesinde Kürt coğrafyası ve siyasetiyle ilgili birçok öngörüde bulunuldu. Bunların başında neredeyse 30 yıldır ilk kez çatışmasız, sakin bir ortamda seçime gidilmesi, çözüm sürecinin seçimleri BDP’yi nasıl etkileyeceğiydi. Uzun yıllardır neredeyse BDP ve AKP çekişmesine sahne olan bölgede, BDP AKP ile yarışa giridiği her şehirde üstünlük sağlandı;bazı şehirleri AKP’den aldı.

KİMLİK SİYASETİ OLMADAN OLMAZ

Seçim öncesinde yapılan yorumlardan birisi çözüm süreci ve normalleşmeyle birlikte BDP çizgisinin güç kaybedeceğiydi. 

Çünkü Batı’da yapılan ‘ezber okumalar’, BDP’nin yıllarca ‘gerginlikten beslendiği’ iddiası, ‘kimlik siyasetini’ öncelediği ama çözüm süreciyle birlikte seçmen nezdinde ‘kimlik siyasetinin’ zayıflayacağı, artık bir fetiş haline getirilen ‘hizmet ve proje’ siyasetine seçmenin daha fazla önem vereceği yönündeydi.

Bu yorumları yapanlar (hala aynı tezleri orada burada söylemeye devam etmelerine rağmen) yanıldı. BDP’nin gerginlik siyasetiyle bölgede güç kazandığı tezleri de en azından şimdilik doğrulanmamış oldu. 

Bu nedenle normalleşmenin AKP’den çok BDP’nin elini güçlendirdiğinin (moda tabiriyle) altını çizelim.

Çözüm süreci ve normalleşme insanları farklı beklentilere yöneltse de bölgede kimlik siyasetini öncelemeden hiçbir partinin siyaset yapma olanağının olmadığı görmek gerekiyor. Kürt kimliği, kültürel haklar, demokratikleşmeyle birlikte ele alınmadıkça hizmet ve proje siyasetinin etkili olmadığı görüldü.

Zaten BDP’nin de uzun yıllar sonra sadece Kürt kimliği üzerinden değil bizzat somut projeler (çılgın ve saçma  olmasa da) kentlere dair vaat ve planlarının olduğu söylenebilir. Merkezi hükumetten yardım almayan, birçok projesi onaylanmayan BDP’li belediyelerde 15 yıl öncesinin acemi belediyeleri değiller zaten.

BDP’nin seçim öncesinde dile getirdiği ‘demokratik özerklik’ uygulamasının hayata geçirilmesine onay veren seçmen çözüm sürecine de –birtakım sıkıntılar, eleştiriler, itirazlara rağmen- destek verdi.

Ama bu durum bazılarının iddia ettiği gibi sadece ‘sürece verilen destek’ değil. Çünkü bu bakış açısı, diğer gelişmeleri görmeyen, fazlaca hükümetin yaklaşımını içeriyor.

BDP kitlesi sürece onay vermekle birlikte karşı tarafa yani hükümete de daha fazla rol biçti. AKP’ye biçilen bu rol, hükümetin artık mazareti kalmadığı ve AKP’nin ‘taban hazır değil’ tavrının gerçekçi olmadığı, aksi halde sürecin bu şekliyle sağlıklı yürümeyeceğidir.
  
SINIRLARI ZORLAMAK

BDP’nin Mardin ve Bitlis gibi illeri AKP’den alması dikkat değer bir başarı. Bu illerle birlikte bölge haritası neredeyse BDP renklerine boyandı. Ancak BDP belli illerde birinci parti olsa da oy kayıpları söz konusu. Bu illerin başında Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak gibi BDP’nin bir önceki mahalli seçimlerde rekor oy aldığı kentler geliyor. 2009 seçimleri baz alındığında bu üç ilde %5 ile %10 arasında oy kaybı söz konusu.

Bu kentlerden Hakkari’de %10 Diyarbakır’da yüzde %4 oranında oy AKP’ye gitmiş gibi görünürken Şırnak’ta AKP’ye giden oy yok gibi.  Bu sonuçlar seçmenin ‘AKP’ye gitmesiyle değil’, sonuçları garanti görerek ‘sandığa gitmemesi’ ile açıklanabilir. Bir diğer nedense bu seçime özgü ‘seçmen heyecansızlığı’ ve BDP’nin seçim çalışmalarındaki  ‘rehavetine’ bağlanabilir.

Daha önceki yıllarda da bölgede seçim çalışmalarını bölgede izleyen bir gazeteci olarak bu kez heyecan dozu ve partinin çalışmalarının düşük olduğunu söyleyebilirim.

Ancak, seçim öncesi 100’ün üzerinde mitinge katılan  BDP Eşgenel Başkanı Selahhatin Demirtaş söylediği gibi ‘AKP’yi bölgede gerillettiği’ doğrudur. Demirtaş’a göre BDP hedefinin %85’ini gerçekleştirmiş, yapılan hatalar da parti içinde masaya yatırılacaktır. 

Her ne kadar Türkiye’de BDP-HDP bloğunun aldığı %6.1 ile 2009’daki % 5.7’nin üstüne çıkmış, 2014 seçimlerindeki  %6.5 altına düşmüş olsa da kendi psikolojik sınırını aşamadığı görülüyor. 

Bölgede seçime ilk kez katılan eskinin Mustazaf Der (bölgede eski Hizbullah) olarak bilinen hareketin partileşmiş hali olan Hüda Par’ın girdiği ilk seçimde ciddi bir fark yaratamacağı ortaya çıkması bir sonraki seçimin BDP-AKP arasında geçeceğinin göstergesi.   

Sonuç olarak HPD projesi hem parti içinde hem de İmralı’da yeniden masaya yatıracak, HDP olarak devam etmenin artı ve eksileri değerlendirilecek ya da HDP projesinin siyaseten sınırları ele alınacaktır. 

Partinin önünde 1.5 yıl gibi uzun bir süre olmakla birlikte BDP’nin kendi açısından %10’lara ulaşmak için özellikle büyükşehirlerde hemen çalışmaya başlaması, farklı ittifakları denemesi, yeni gelen genç seçmeni ikna edebilmesi gerekiyor.  

BDP kitlesinin (her türlü opsiyonu da hesaplayarak) sürecin arkasında durduğu, AKP kitlesinin de sürece evet dediği biliyor. Önümüzdeki dönemin en önemli beklentisi 
AKP’nin süreçle ilgili atacağı pratik ve yasal adımlar olacak gibi. Özellikle Cumhurbaşkanlığı sürecinde AKP’nin de bu kozu BDP nezdinde bir kez daha al/ver konusu yapıp yapmayacağı merak ediliyor.

Bitirirken hatırlatalım bazı yazalar ve gazetelerin yazdığı gibi sandıkta sadece çözüm sürecine devam denmedi.

Bölgede, Türkiye ve BDP açısından aynı önemde sonuçlar çıktı: Kadınların siyasete katılım, demokratik özerklik, çözüm sürecinin geleceği ve yerel hizmetler.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder