15 Eylül 2013 Pazar



SÜRECİN BİR AYAĞI ROJAVA'DA

15.09.2013




Abdullah Öcalan’ın Nevruz’da “artık silahlar sussun, silahlı güçlerimiz sınır dışına çekilsin. Bu bir son değil yeni bir sürecin başlangıcıdır” demişti. Diyarbakır’da yüz binlerce kişi önünde okunan mektubunda. Bu tarihi mektup Kürt/PKK sorunu ve Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından bir dönüm noktasıydı.
Baştan söylemek gerekirse bu açıklamadan geriye dönüşün olması kolay değil. O tarihten itibaren insanların ölmediği bir ortamda gerçek bir barış ve demokrasi özlemiyle birçok kişi sürece halel gelmemesi için eleştirilerini saklı tuttu. Hala da çok dikkatli olunması gereken hassas bir konu bu.
Ancak bu hassasiyete rağmen gelinen noktada süreci herhangi bir mekanizmaya bağlanmaması, ‘siz karışmayın’ mantığı ile yürütülmeye çalışılması bu olumlu havayı şimdilik durdurdu. Daha açık bir ifadeyle bu noktaya gelinmesinde, sorunun çözümüne yönelik mahcup eleştiri sahiplerinin bile ‘barışa karşı olmakla’ itham edilerek susturulması da rol oynadı. Hatta, “KCK ve Kandil’in Öcalan’ı açığa düşürdüğünü’ ileri sürüp ‘siz kenarda durun biz liderinizle bu işi yürütüyoruz’ anlayışı da gelinen noktaya ‘katkı” da bulundu. Çünkü sürecin kendisinde olmasa bile yönetim şeklinde bir sorun olduğu açık.
Evet, barış süreci devam etmesine rağmen gidişatta aksamalar söz konusu. KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’ın ‘ateşkes devam ediyor ama çekilmeyi durduruyoruz’ açıklaması da bunun işareti. Öcalan’la başlatılan süreç devam ediyor, silahlar konuşmuyor. Hükümet PKK’nın tamamen sınır dışına çekilmediğini, PKK-BDP ise hükümet/devlet çizgisinin herhangi bir adım atmadığını söylüyor. Hal böyle olunca kamuoyuna verilmeye çalışılan ‘sorun yok’ mesajı da boşa düşmüş oluyor. Ortada sorun var. Sorun var ama herhangi bir sorun durumunda araya girecek bir mekanizma mevcut değil. Yani ‘yerli çözüm’ çabaları şimdilik sonuç vermiyor. Oysa sorunun temel çözümü burada yani Türkiye’de atılacak adımlarda. Bu adımlar atılmayınca dış konjonktürün devreye girmesi de kaçınılmaz.
ROJAVA HESABA KATILMAMIŞTI!
Ortadoğu dediğimiz coğrafya her zaman sürprizlere gebe. Suriye’deki savaşla birlikte bölgenin derinleşen bir krize sürüklenmeye başlaması devletin hesaplarını alt üst ederken PKK’nın elini güçlendirdi. Gezi süreci ile sıkıntılı bir dönem yaşayan hükümetin dikkatinin dağılması bir yana özellikle Suriye meselesinden dolayı Rojava konusu artık barış sürecin en önemli dinamiklerinden biri haline geldi. Türkiye neredeyse Ortadoğu’daki tüm kartlarını Suriye’ye üzerinden oynamaya kalkarken yanlış hesaplarından biri de Rojava oldu. İşin aslı bölgeyi okuyamayan Türkiye Rojava’yı kucağında buldu. Oysa Rojava ve Suriyeli Kürtler oradaydı ve bir süre sonra denkleme gireceği tahmin edilmeliydi.
Şimdi Rojava’dan geri dönüş mümkün değil. Esad’lı ya da Esad’sız bir Suriye’de Rojava özerk ya da federatif bir yapıda olacak. En başta Türkiye’nin bu duruma alışması gerekiyor. Üstelik o bölgeye PYD/PKK hakim. Bu Türkiye’yi ürkütüyor ve eski siyasi alışkanlıklar devam ediyor. PYD lideri Salih Müslim ile bağlantıya geçilmiş olsa bile Türkiye eşit bir ilişki kurmaktan kaçınıyor. Ankara PYD ile çatışan El Nusra konusunda sessiz. Deyim yerindeyse sanki birbirlerini kırmalarını izliyor. Sınırın Suriye tarafında Nusra benzeri örgütlenmelere ses çıkarmıyor. İşin ilginci Arapların ağırlıklı oldukları bölgelerdeki sınır kapılarında denetim yok denecek kadar azken Kürt bölgelerindeki kapılar kapalı tutuluyor. Türkiye-Suriye sınırı, bu sınırı kesen tren yolu nedeniyle Binxetê (hattın altı yani Suriye), üstünde kalan kısmı ise Serxetê (hattın üstü yani Türkiye) olarak anılıyor. Türkiye Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki sınır kapılarını açmıyor, yardım gönderilmesine izin vermiyor. Suriye’den kaçmak isteyen Kürtler de kendi bölgelerinden değil Arap bölgesinden geçebiliyor. Sırrı Süreyya Önder’in deyimiyle Rojava’da bir zamanlar Kürt köylerini birbirinden ayrıştırmak için Baas rejiminin aralara Arap köyleri yerleştirerek oluşturulduğu ‘Arap Kemeri’ adlı iskan politikasının yerini şimdi ‘Türk Kemeri’ almış durumda. Salih Müslim Ankara’ya gelmesine rağmen Ankara’nın Rojava’ya bakışı pek değişmiş değil. PYD’nin Suriye’deki varlığının Türkiye’deki çözümü daha da kolaylaştıracağını görülmek istenmiyor. PYD ve Suriyeli Kürtler El Nursa ve sınır ambargosuyla terbiye edilmek’ edilmek isteniyor.
Diğer yandan Türkiye’nin bölgedeki tüm Kürtleri Barzani üzerinden kontrol etme ‘hayali’ de tutmuş değil. Suriye’deki durumun ardından 2 kez ertelenen Kürt konferansının da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Türkiye konferansa yeşil ışık yakarken bunun Barzani’nin kontrolünde olacağını düşünmüştü. Tıpkı Rojava’yı Barzani’nin kontrol edebileceğini düşündüğü gibi. Ama ikisi de olmadı. Çünkü PKK ve PYD’nin konferans delegasyonunda çoğunluğu elde edeceği biliniyor. Üstelik konferans Suriye’de durumun biraz daha netleşmesini bekliyor. Kısaca Türkiye sınırları kapayarak, El Nusra’ya göz yumarak Rojava ve PYD’nin güçten düşmesini bekliyor.  Oysa Rojava’da atılacak adımlar hem yeni bir Suriye politikasının oluşması hem de barış sürecinin gidişatı için kaçınılmaz görünüyor. Tabii ki isteniyorsa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder