Suriyelilerin
çaresizliği ya da ne Esad ne muhalefet
24.10.2014
Suriye'de
umutsuz, sonu belirsiz bir iç savaş sürüyor. Tam anlamıyla yıkıma giden, insani,
tarihi hiçbir değerin ayakta kalmamacasına devam eden vahşi bir “kurtlar
sofrası”. Ortada devrim filan yok, başlangıçtaki amaçların da maalesef çok
uzağında.
Bunda
Esad rejiminin payı çok büyük, diğer pay da muhalifler olarak bilinen kendinden
menkul yapıya ait. Şimdi de IŞİD gibi vahşi bir örgüt var artık bu ikilinin
yanında.
Bugünlerde
konuştuğumuz, rejimin baskısı altında yıllarca mücadele veren, ayaklanmanın
başında Esadsız bir Suriye için yola çıkan Suriyelilerin hepsi umutsuz. Bir
kısmı öldürülmüş, diğerleri ya kaçmış ya da ayaklanmanın dışına itilmişler.
Eskiden rejimin hep uzağındaydılar şimdi muhalefetin de uzağındalar. Rejim
muhalifi bir aktivistin tanımıyla "böyle bir duruma düşeceklerini hayal
bile" edemiyorlar.
2
yıldır Halep’te yaşayan İtalyan gazeteci Francesca Bori konuşmamızda şöyle
tanımlamıştı Halep’teki durumu: “ Daha önce, Esad yanlıları, isyancılar ve
radikal İslamcılar diye 3’e ayırmıştım onları ama yanılıyormuşum. Bir de
Suriyeliler var dördüncü taraf olarak. Sahipsiz olanlar onlar. Suriye’de Esad’ın
veya isyancıların yanında olsun, kiminle konuşursanız konuşun kimse gerçek
anlamda bir tarafı savunmuyor, iki tarafa da inançlarını yitirmişler. Çünkü, herkes sadece hayatta kalmaya
çalışıyor.”
Suriye'deki
kanlı sofraya elini atmayan neredeyse kalmadı. Rejimin yaptıklarının yanı sıra,
arsızca Suriye’nin üzerine çullanan, Suriye üzerinden çevre ve bölge politikası
oluşturmaya çalışanlar, uzak diyarlardan gelerek bölgeye müdahale eden ya da umursamayanlar.
Sağdan sola ya da büyükten küçüğe saymaya gerek yok bunları. Zaten herkes
biliyor artık.
Bu
nedenle “Suriye’nin kaderini Suriyelilerin belirlemesi” önermesi ne kadar
gerçekçi belli değil.
Rejimin
“sınırlarına” kaçanların belli bir bölümü, Esad’ı destekledikleri için değil
hayatta kalmak için oradalar. Yapacak başka şeyleri yok. Sadece Aleviler de değil,
Sünniler, Hristiyanlar, Dürziler de var aralarında.
Muhalif
bölgelerinde bulunanların başına varil bombaları yağdırılıyor. O bölgede kalan/sıkışanlar
muhaliflerden medet umduklarından değil, Esad rejiminden korktukları ve o
bölgedeki muhaliflerden çeşitli yardımlar alabildikleri için doyurabildikleri için oradalar. Halep’te
yağmur suyu içenler, yaprak yiyenlerden söz ediliyor.
Suriye
muhalefeti Suriye dışında olduğu kadar içinde tartışılmıyor. Çünkü insanların
bu konudaki inançları kırılmış. Yani ne anlama geldiği belli olmayan “ılımlı
muhalefet” de onlara umut vermiyor.
Örneğin,
ÖSO diye bir yapı hala var mı? Neden ÖSO komutanları Suriye'de alanda değil de
sınırın diğer yanında; ara sıra savaş alanına gidiyor. Suriye muhalefeti
denilen sivil yapıyı kim, bu yapı kimi temsil ediyor? Alanda askeri gücü var
mı? Bu sorulara yanıtını olanlar var mı?
Silahlı
muhalefetin önemli bölümü güçlüden yana duruyor; zorunluluktan ya da isteyerek
IŞİD’e biat etmiş durumda. Tabii ki IŞİD
sadece bir terör yapısı değil aynı zamanda ciddi bir zemin üzerinden yürüyerek
insanları etkileyen bir yapı. Bu üst yapı ortadan kalksa bile IŞİD benzeri anlayışın
etkisi uzun süre devam edecek.
Silahlı
muhalefet, örneğin Nusra, Selefi İslami Cephe, Hazm Hareketi, Türkiye-Katar
destekli Tevhid Tugayları , Rakka Devrimcileri, Şemsül Şimal. Bu adları
uzatabilir, onlarca daha sayabiliriz. Bu yapılar kime karşı savaşıyor?
Alanda
birbirini yiyen, Esad'la savaşmak yerine kendi aralarında kapışan, kendi
gündemleri değil başka ülkelerin gündemi üzerinden yürüyen, Suriye sınırları
dışında ordu olmaya çalışanlarla nereye kadar gidilebilir ki?
YPG-ÖSO
ittifakının sonucu Fırat Volkanı hareketi en elle tutulur birliktelik; küçük, sembolik
ama ileriye yönelik bir işbirliğinin nüvesi. Çünkü somut olarak
karşısındakilerle savaşıyorlar.
BM
Temsilcisi De Mistura'nın bir önerisi var: Durumu dondurmak. Demek istediği ‘herkes
pozisyonunu korusun ve yeni bir aşamaya geçilip görüşmeler başlasın.’ Öneri pek
kabul edilebilir gibi değil. Esad’ın elini güçlendirir. Zaten sorun IŞİD ya da Esad’ın
gitmesi tartışmasından çok, öncelik sırasından
kaynaklanıyor.
Uçuşa
yasak bölgeler, eğit donat programları ne kadar tutar belli değil. Hepsinin ucu
açık. Kimi eğitip donatacaksınız? Eğiteceğiniz kişiler birkaç gün sonra mafyalaşmama,
Nusra, ya da IŞID'a katılmama garantisi var mı? Eğit-donat formülü ile muhaliflerin
eğitildikleri ülkeleri Peşaver sendromu diye bir şey var. Ve tabii ki
Peşaver’deki okul katliamı çok taze.
Suriye
halkı umutsuzluk girdabında derin bir çukura yuvarlanmaya devam ediyor.
Amerikan bombardımanı çare olur mu? Esad rejimini zorlar, belini büktürür.
Ve
son günlerde çokça sorulardan biri: Neden Halep değil de Kobane?
Hem
Kobane hem de Halep aynı mücadeleyi hak ediyor. Halep konusunda anlatılanlar
korkunç ve Halep gerçekten 2. dünya savaşının kuşatma kentlerini, umutsuzluk ve
unutulmuşluğu hatırlatıyor.
Bu
iki kenti birbiriyle yarıştırmak anlamsız. Ya da birini ötekisine tercih etmek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder